/ Pazarın Sesi /

Mür taşıyan kadınlar Pazarı’nda

*ALLAHDOĞURAN’IN ÖLÜMDEN DİRİLDİKTEN SONRA RABBİ İLK GÖREN KİŞİ OLDUĞU SÖYLENİR.*

Rabbin dirilişi insan doğasının yenilenmesi ve günah sebebiyle ölüm tarafından yutulan ve ölüm vasıtasıyla da biçimlendirildiği toprağa geri dönen ilk Adem’in yenilenmesi, yeniden yaratılışı ve ölümsüzlüğe dönüşüdür. Başlangıçta hiç kimse Adem’in yaratıldığını ve canlandırıldığını görmedi, çünkü o sırada henüz kimse yoktu. Ancak, Allah tarafından kendisine üflenen hayat nefesini aldıktan sonra *(Yaratılış 2:7)*, onu ilk gören bir kadın olmuştu, çünkü Havva ondan sonraki ilk insandı. Aynı şekilde, hiç kimse ikinci Adem’in, yani Rab İsa Mesih’in, ölümden dirildiğini görmedi, çünkü öğrencilerinden hiçbiri orada değildi ve mezarı koruyan askerler korkudan sarsılmış ve ölü gibi olmuşlardı. Ancak dirilişten sonra, bugün Markos’a göre, müjdede duyduğumuz gibi, O’nu ilk gören bir kadın oldu. Markos 16:9* der ki; İsa haftanın ilk günü sabah erkenden dirilince, ilkin Mecdelli Meryem’e göründü. Ondan yedi cin çıkarmıştı.

İncil Yazarı bize açıkça Rabb’in sabah erkenden dirildiğini, ilk olarak Mecdelli Meryem’e göründüğünü ve tam diriliş anında göründüğünü söylüyor gibi görünmektedir. Ancak, daha dikkatli bakarsak açıkça göreceğimiz gibi, söylediği bu değildir. Biraz öncesinde Markos, diğer İncil yazarları gibi, Meryem’in de daha önce diğer mür taşıyan kadınlarla birlikte mezara geldiğini ve mezarı boş bularak gittiklerini söyler *(Markos 16:1-8)*. Yani Rab, Meryem’in O’nu gördüğü sabah saatinden çok önce dirilmişti. İncil yazarı bu erken ziyaretin zamanını belirtirken, burada yaptığı gibi sadece “erken” demez, “sabahın çok erken saatlerinde” der. Ufuktaki soluk ışığın ilk imasına gündoğumu diyorlardı, tıpkı, Yuhanna’nın Mecdelli Meryem’in “henüz karanlıkken erkenden mezara geldiğini ve taşın mezardan kaldırıldığını gördüğünü” *(Yuhanna 20:1)* söyleyerek işaret ettiği gibi.

 
Yuhanna’ya göre, kadın o sırada sadece mezara girmemekle kalmamış, ayrıca Rabb’i görmeden oradan ayrılmıştır. “Koşarak Simun Petrus’a ve Yuhanna’ya gelerek dirilişten bihaber biçimde, Rabbin dirildiğini değil, mezardan alındığını söyledi. *(Yuhanna 20:2)*. Yani Rab, Meryem’e ilk başta değil, gün ışımaya başladığında görünmüştü. İncil yazarlarının burada bize üstü kapalı bir şekilde anlattıkları bir şey var, açıklayayım Aslında Allahdoğuran, Rabb’den dirilişin müjdesini alan ilk kişiydi. O’nun dirilişini gördü ve herkesten evvel ilahi sözlerinin sevincini yaşadı. O’nu sadece gözleriyle görüp kulaklarıyla duymakla kalmamış, elleriyle O’nun pek saf ayaklarına dokunan ilk ve tek kişi olmuştur. Eğer İncil yazarları tüm bunları açıkça söylemiyorlarsa, bunun nedeni imansızlara kuşku uyandırmamak için annesini tanık olarak öne sürmek istememeleridir. Ancak şu anda dirilişin lütfuyla müminlere hitap ettiğimizden ve bugünkü bayramın konusu bizi mür taşıyan kadınları ilgilendiren her şeyi açıklamayı zorunlu kıldığından bu da, saklı olup da açığa çıkmayacak hiçbir şey yoktur(Luka 8:17), diyenin izniyle ortaya çıkacaktır.

 

Mür taşıyan kadınlar, Allahdoğuran’la birlikte O’nu takip eden, Kurtarıcı çilesi sırasında O’nunla birlikte kalan ve bedenini mürle meshetmeye niyetli olan kadınlardır. Yusuf ve Nikodim, Rabb’in bedenini Pilatus’tan arayıp bulduklarında, onu çarmıhtan indirdiler, keten bezlere sardılar, üzerine tutkal gibi baharatlar sürdüler, kayadan oyulmuş bir mezara koydular ve kapısına da büyük bir taş koydular *(Yuhanna 19:38-42)*. Bununla birlikte, Markos’un anlatımına göre ise, Mecdelli Meryem ve diğer Meryem mezarın karşısında oturmuş onu izliyorlardı *(Markos 15:47)*. Diğer Meryem derken açıkça Allahdoğuran’ı kastetmektedir, çünkü o aynı zamanda Yusuf’un oğulları Yahuda ve Yakup’un da annesi olarak da bilinir. Ancak Rab mezara konulurken orada onu izleyenler sadece onlar değildi. Luka’nın “İsa’yla birlikte Celile’den gelmiş olan kadınlar Yusuf’un ardından gittiler. Mezarı ve O’nun cesedinin nasıl yatırıldığını gördüler.” *(Luka 23:55)* diye yazarken bize anlattığı gibi, başka kadınlar da vardı. Onlarla birlikte olan diğerleriyse Mecdelli Meryem, Yoanna ve Yakup’un annesi Meryem ve beraberlerinde gelen diğer kadınlardı.” *(Luka 24:10)*

Geri dönüp kokular ve yağlar aldıklarını söyler *(Luka 23:56)*. Henüz O’nun Kendisinin, imanla O’na gelenler için gerçekten hayat kokusu olduğunu, ama sonuna kadar itaatsizlik edenler için ölüm kokusu olduğunu tam olarak anlamamışlardı. O’nun giysilerinin, yani bedeninin kokusu tüm esansların üstündedir ve adı, tüm dünyayı ilahi kokuyla dolduran ‘’dökülmüş esans sanki” *(Ezgiler Ezgisi 1:3)*, Bir yandan ölüyü onurlandırmak, diğer yandan da yanında kalmak isteyenlerin iyiliği için, çürümekte olan cesedin kokusunu yağlayarak yatıştırmak amacıyla mür ve koku hazırladılar.

 

Yağları ve kokuları hazırladıktan sonra, buyruk uyarınca Şabat günü dinlendiler *(Luka 23:56)*, çünkü henüz gerçek şabatı anlamamışlardı ve insan doğasını Hades’in (ölüler diyarının) en derin bölgelerinden nurla dolu ilahi, semavi yüksekliklere çıkaran o son derece mübarek şabatı keşfetmemişlerdi. “Haftanın ilk günü, sabah erkenden kadınlar hazırladıkları kokuları yanlarına alıp mezara geldiler.” *(Luka 24:1)*. Buna rağmen Matta der ki, “Şabat Günü geçince, haftanın ilk günü şafağa doğru, Mecdelli Meryem’le öbür Meryem mezarı görmeye geldiler.” *(Matta 28:1)*. Yuhanna’ya göre hava henüz karanlıktı *(Yuhanna 20:1)* ve sadece Mecdelli Meryem yaklaşmıştı, oysa Markos bize haftanın ilk günü sabahın çok erken saatlerinde *(Markos 16:2)* olduğunu ve gelen üç kadın olduğunu söyler *(Markos 16:1)*. İncil yazarların hepsi Pazar gününü haftanın ilk günü olarak adlandırır ve şabatın sonu”, “şafak sökerken”, “sabahın çok erken saatlerde” ve “erken, henüz karanlıkken” ifadeleriyle, şafak vakti aydınlık ve karanlığın birbirine karıştığı zamanı kastederler. Bu, doğu ufkunun aydınlanmaya başladığı ve günü müjdelediği zamandır. Ufku uzaktan gözlemleyecek olursanız, gecenin yaklaşık dokuzuncu saatinde ışıkla renklenmeye başladığını ve tam gün ışığına daha üç saat olduğunu görebilirsiniz.

İncil yazarları saatin kaç olduğu ve orada kaç kadının bulunduğu konusunda bir ölçüde anlaşmazlığa düşmüş gibi görünmektedirler. Bunun nedeni, daha önce de söylediğimiz gibi, mür taşıyan kadınların birçok olması ve mezara sadece bir kez değil, iki ya da üç kez gelmeleridir. Gruplar halinde geldiler ama her zaman aynı kadınlar değildi. Hepsi şafak vakti geldiler, ama tam olarak aynı zamanda gelmediler ve Mecdelli Meryem bir kez daha tek başına geldi ve daha uzun süre kaldı. Her İncil yazarı mür taşıyan kadınların yaklaştığı durumlardan birine değinir ve diğerlerini es geçer. Bununla birlikte, daha önce de söylediğim gibi, tüm İncil yazarlarından Allahdoğuran’ın, Mecdelli Meryem’i de beraberinde getirerek, Oğlu olan Allah’ın mezarına gelen ilk kişi olduğu sonucuna varıyorum. Bunu her şeyden önce, “Şabat Günü geçince, haftanın ilk günü şafağa doğru, Mecdelli Meryem’le öbür Meryem -ki Allahdoğuran olduğu açıktır- mezarı görmeye geldiler. Ansızın güçlü bir deprem oldu. Çünkü Rabb’in bir meleği gökten yere inip taşı yuvarladı ve üstüne oturdu. Görünüşü şimşeği andırıyordu. Giysisi de kar gibi bembeyazdı. Meleğin yol açtığı korku yüzünden nöbetçiler sarsılıp ölü gibi oldular.” *(Matta 28:1-4)* diyen Matta sayesinde anlıyorum.

Diğer tüm kadınlar depremden sonra, nöbetçiler kaçtıktan sonra geldiler ve mezarı açık şekilde, taşıysa yuvarlanmış buldular. Ancak Bakire Meryem deprem olduğunda, taş yuvarlandığında, mezar açıldığında ve nöbetçiler korkudan sarsılmış olsalar da hala oradayken geldi. Nöbetçiler depremden sonra ayağa kalktıklarında hemen kaçmaya başladılar, oysa Allahdoğuran korkmadan manzaranın tadını çıkarıyordu. Bana öyle geliyor ki, hayat veren mezar ilk önce onun için açıldı (çünkü yukarıdaki gökte ve aşağıdaki yeryüzünde her şey ilk önce onun için ve onun aracılığıyla bizim için açıldı) ve melek onun gözleri önünde şimşek gibi parladı, böylece hala karanlık olmasına rağmen, meleğin bol ışığıyla sadece boş mezarı değil, aynı zamanda düzenli bir şekilde yatan ve orada gömülü olan O’nun dirildiğine birçok yönden tanıklık eden mezar kıyafetlerini de görebildi.

Müjde’yi duyuran melek kesinlikle Cebrail’in kendisiydi. Çünkü daha önce Meryem’e, “Korkma, Meryem, çünkü Allah’ın lütfuna kavuştun. *(Luka 1:30)* diyen melek, onun aceleyle mezara doğru gittiğini görünce, hemen aşağı inip Meryem’i bir kez daha aynı sözlerle selamlamış, ondan tohumsuz olarak doğan İsa’nın ölümden dirildiğini müjdelemiş, taşı kaldırmış ve verdiği haberi doğrulamak için boş mezarı ve kefeni göstermiştir. Melek onlara korkmayın, çarmıha gerilmiş İsa’yı mı arıyorsunuz? O dirildi. Gelin Rabbin yattığı yeri görün’’ dedi (Matta 28:5-6)*. Nöbetçilerin korkuya kapıldıklarını görseniz bile, korkmayacaksınız, çarmıha gerilmiş olan İsa’yı aradığınızı biliyorum. O dirildi. Burada değil. O yalnızca Hades’in mühürleri, ölümün ve mezarın kilitleri, parmaklıkları tarafından tutulamaz değil, aynı zamanda bizlerin ve ölümsüz semavi varlıkların(meleklerin) de Rabbidir. O her şeyin tek efendisidir. *(Matta 28:6-7)*.

“Korku ve büyük bir sevinçle birlikte mezardan ayrıldılar(Matta 28:8). Bana bir kez daha öyle geliyor ki, Mecdelli Meryem ve o zamana kadar onlarla birlikte toplanmış olan diğer kadınlar hala korku içindeydiler. Çünkü ne meleğin sözlerinin gücünü anlamışlardı, ne de tam olarak ne olduğunu anlamak için nuru tam olarak algılayabiliyorlardı. Öte yandan Allahdoğuran büyük bir sevinç içindeydi, çünkü meleğin ne dediğini anlamış ve tamamen nurlanmış, arınmış ve ilahi lütufla dolmuştu. Bu nedenle gerçeği kesin olarak biliyordu ve başmeleğe inanıyordu, çünkü onun güvenilirliği uzun zamandan beri işleriyle kendisine gösterilmişti. Allah’ın hikmetine sahip Bakire bu olaylar olurken orada bulunduğundan, neler olup bittiğini nasıl anlayamazdı? Bir deprem gördü, hem de büyük bir deprem, gökten bir melek indi, şimşek gibi çaktı, nöbetçilerin ölü gibi yere serildiğini, taşın yerinden oynatıldığını ve mezarın boş olduğunu gördü. Ayrıca, çözülmemiş olan ve mür ve sarısabır ile bir arada tutulan, ancak gözle görülür bir şekilde boş olarak sarılı duran kefenin büyük mucizesini de gördü. Bütün bunlara ek olarak, meleğin sevinçli görünüşü ve ona verdiği mesaj da vardı. Ama bu müjdeli haberden sonra ayrıldıklarında, Mecdelli Meryem sanki meleği duymamıştı ya da belki de meleğin selamı ona değildi, çünkü kesin olarak söylediği tek şey mezarın boş olduğuydu ve kefenden hiç söz etmemişti. Yuhanna’nın bize söylediği gibi, “koşarak Simun Petrus’a ve İsa’nın sevdiği öbür öğrenciye vardı*(Yuhanna 20:2)*. 

Öte yandan Allah’ın Bakire Anası, diğer kadınlarla birlikte geldiği yere geri döndü. Ve işte, Matta’nın dediği gibi, “o anda onları İsa karşıladı ve kendilerine, “Sizlere esenlik olsun” dedi.(Matta 28:9)*. Anlıyoruz ki Allahdoğuran, kurtuluşumuz için bedende acı çekeni, gömüleni ve dirileni Medelli Meryem’den bile evvel görmüştür. ’’Ve geldiler, ayaklarına kapanarak O’na tapındılar’’(Matta 28:9) diyerek devam ediyor. Allahdoğuran Mecdelli Meryem ile birlikteyken, dirilişin müjdesini melekten işitti ve yalnızca kendisi söylenen sözlerin manasını idrak etti. Aynı şekilde şimdi de diğer kadınlarla birlikte Oğlu olan Allah’ı gördüğünde, O’nun dirilmiş olan Rab olduğunu aralarında ilk anlayan kişiydi ve yere kapanarak ayaklarına kapandı ve havarilerin havarisi oldu.

 

Mecdelli Meryem mezardan dönerken Rab onunla karşılaştığında, ona göründüğünde ve ona hitap ettiğinde Allahdoğuran’la birlikte olmadığını Yuhanna’dan öğreniyoruz. Yuhanna, ‘’Mecdelli Meryem’in ‘’koşarak Simun Petrus’a ve İsa’nın sevdiği diğer öğrencinin yanına gelerek, onlara Rabbi mezardan aldıklarını ve nereye götürdüklerini bilmediğini,’’(Yuhanna 20:2) söylüyor. Eğer (İsa Mesih) ona görünseydi, dokunsaydı ve onunla konuşsaydı mezardan alındığını nereye götürüldüğünü bilmediğini söyler miydi? Ama Petrus ve Yuhanna mezara koştuklarında ve kefeni gördüklerinde Meryem’in ‘’mezarda oturmuş ağladığını’’ söyler(Yuhanna 20:11)

 

Dikkat edin, Meryem sadece O’nu değil, aynı zamanda (diriliş) haberini de duymamıştı. Melekler kendisine görünüp ona, “Kadın, neden ağlıyorsun?” diye sorduklarında, yine bir cesetten söz eder gibi yanıt verdi *(Yuhanna 20:13)*. Arkasını dönüp Rabb’i gördüğünde bile hala anlamamıştı, ama O da neden ağladığını sorduğunda, Rab onu adıyla çağırıp kendisinin olduğunu kanıtlayana kadar aynı yanıtı verdi. O zaman o da onun önünde yere kapandı ve hürmet etmek için için ayaklarına kapanmaya çalıştı, ama O’nun “Bana dokunma” dediğini duydu *(Yuhanna 20:15-17)*. Buradan, Rab daha önce annesine ve onunla birlikte olan kadınlara göründüğünde, ayaklarına dokunmasına izin verdiği tek kişinin sadece annesi olduğunu öğreniyoruz, Matta bu eylemi diğer kadınlara da atfetmesine rağmen, başlangıçta belirttiğimiz nedenden dolayı Rabb’in annesini bu tür olaylara tanık olarak öne sürmek istememektedir. 

Mezara ilk gelen ve diriliş müjdesini alan Allahdoğuran’dı, ama daha sonra birçok kadın bir araya geldi ve onlar da taşın yuvarlandığını gördüler ve melekleri duydular. Gördükten ve duyduktan sonra ayrıldılar. Markos’un bize söylediği gibi, bazıları “korkudan titreyerek şaşkına döndükleri için mezardan kaçtılar; korktukları için kimseye bir şey söylemediler.” 

Böylece, şimdi mür taşıyan kadınlarla ilgili olarak her şeyin kapsamlı bir açıklamasına ve başından beri aradığımız gibi, bu konuda dört İncil yazarı arasında bir mutabakata varıyoruz. Dirilişin hemen ertesi günü elçiler mür taşıyan kadınlardan, Petrus’tan *(Luka 24:34)*, Luka’dan ve Kleopas’tan *(Markos 16:12-13, 24:13-35)* Rabb’in yaşadığını ve kendilerine göründüğünü duydular, ama inanmadılar. Bu nedenle daha sonra bir araya toplandıklarında Rab İsa onlara göründüğünde Rab tarafından azarlandılar (Markos 16:14). Ancak, İsa birçok şekilde ve birçok vesileyle hayatta olduğunu gösterdikten sonra, hepsi inanmakla kalmadı, her yerde vaaz ettiler: “Sesleri bütün yeryüzüne, sözleri dünyanın sonuna dek yayıldı” (Mezmurlar 19:6, Romalılar 10:18), “Rab onlarla birlikte çalışıyor, ardından gelen kerametlerle kelamı doğruluyordu” (Markos 16:20). Çünkü kelam, dünyanın her yerinde duyurulana kadar kerametler kesinlikle gerekliydi. Ancak öğretinin doğru olduğunu kanıtlamak ve onaylamak için büyük belirtiler olması gerekiyorsa, sözü alanların gerçekten inanıp inanmadıklarını göstermek için de büyük olmasa da belirtiler olması gerekiyordu. Hangi belirtilerden söz ediyorum? Yaptıklarının tanıklığı. “İmanınızı eylemlerinizle gösterin” (Yakup. 2:18) “Mümin kimdir? İyi hayatıyla eylemlerini gösterendir. (Yakup. 3:13). Eğer bir kişi iğrenç eylemlere sarılırsa ve dünyanın kaygılarıyla meşgul olursa, ilahiliğin gerektirdiği gibi gerçekten yüce, izzetli ve hatta semavi bir anlayışa sahip olduğuna nasıl inanabiliriz?

İmanla birlikte gelen işlere sahip olmayan birinin Allah’a iman ettiğini söylemesi anlamsızdır. Yağı, yani sevgi ve merhameti, bulunmayan, akılsız bakirelerin kandillerinin (Matta 25:1-13) onlara ne yararı oldu? İbrahim’i baba olarak çağırmak, Lazar’a karşı acımasızlığı yüzünden sönmeyen ateşte yanan o zengin adama ne yarar sağladı (Luka 16:19-31)? İlahi düğüne ve ölümsüzlüğün güvey odasına uygun bir giysiyi iyi eylemleri yoluyla elde edemeyen bu adama yapılan davete sözde itaat etmesi neye yarardı? Açıkça iman ettiği için davet edildi, kendisine yaklaşıldı ve kutsal konukların yanına oturtuldu, ama ahlaksız alışkanlıklar ve eylemler giydiği için mahkûm edilip utandırıldığında, acımasızca elleri ve ayakları bağlandı ve ağlayıp diş gıcırdattığı cehennem ateşine atıldı (Matta 22:11-14).

Mesih tarafından çağrılan hiç kimse bu tür şeyleri deneyimlemesin, aksine, hepimiz imanımızla uyumlu bir hayat biçimi sergileyelim ki, solmayan sevincin güvey odasına girebilelim ve sevinenlerin konutunda kutsallarla birlikte sonsuzluğu sürdürelim. Amin.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mür taşıyan kadınlar Pazarı’nda