/ Pazar Vaazlarι / Üzüntü, Keder, Kaygı

Üzüntü, Keder, Kaygı

Üzüntü, Keder, Kaygı

Aziz Porfirios tarafından…

Kiliseye paydaş olma konusundaki en önemli mesele, mümin kardeşlerimizin tümünün keder ve sevinçlerine ortak olmak, onların dertlerini kendi derdimiz görmek, hepsi için dua etmek, kurtuluşları için can atmak ve tıpkı Mesih’in bizim için yaptığı gibi kendimizi unutarak her şeyi başkaları için yapmaktır. Kilisede her kederli, dertli ve günahkar insanla bir oluruz. Hiç kimse başkalarının kurtuluşunu düşünmeden yalnızca kendi kurtuluşunu dilememelidir. Bir kimsenin yalnızca kendi kurtuluşu için dua etmesi doğru değildir. Herkesi sevmeli ve hiç kimsenin mahvolmaması için dua etmeli, öyle ki herkes kiliseye paydaş olabilsin. Mesele budur. Bu arzuya sahip olduktan sonra kişi ancak o zaman manastıra veya çöle gitmek için dünyayı terk edebilir.

Kilise, kurtuluşumuz için gerekli mukaddes gizemlere sahip olduğundan, umutsuzluğa mahal yoktur. Çok günahkar bile olsak, günahlarımızı kilisemizin pederine itiraf ederiz. O da başımızın üzerine rahiplik atkısını koyarak af duasını okuduğunda bağışlanmış sayılırız, böylelikle, kaygı ve korku olmadan ölümsüzlüğe doğru ilerleriz.

Mesih’i her kim severse, onunla ve kiliseyle paydaş olur. Bu olağanüstü bir şeydir! Fani yaşamdan ayrı olarak sevinçli, nurlu, huzur verici ve ruhu şenlendirici bir olaydır. İşte bu kilise hayatıdır, İncil’in bize sunduğu hayattır, Allah’ın hükümdarlığıdır. ‘’Allah’ın melekutu(hükümranlığı) içinizdedir.’’(Luka 17:21) Bu durumda Mesih hem içimize nüfuz eder, hem de biz onda ikamet ederiz. Tıpkı bir parça demir ateşe atıldığında nasıl ki eriyip, ateşle bir olup ışık saçıyorsa; ateşin dışında yeniden soğuyup, koyu karanlık demire dönüşür.

Temsilcilerinin hatalarından dolayı kiliseyi suçlayanlar, sözde onun düzeltilmesine yardımcı olmayı amaçladıklarını iddia edenler, büyük bir yanılgı içindedirler. Bu kişiler kiliseyi sevmezler. Tabi Mesih’i de öyle. Bizlerse kiliseyi severiz, tıpkı Mesih’in yaptığı gibi, dua ederken kilisenin her bir parçasını kucaklarız. Kendimizi feda eder, gerektiği zaman tıpkı O’nun yaptığı gibi her şeyi gözden çıkarırız, ‘’tahkir olunduğunda, karşılık olarak tahkir etmezdi; elem çektiğinde tehdit etmezdi fakat doğruluk üzere hükmedene kendisini teslim ederdi.’’(1. Petrus 2:23)

Temel konulara dahi dikkat etmemiz gerekir. Mukaddes gizemlere, özellikle de Mukaddes Komünyon gizemine ortak olmaya ihtiyacımız var. Ortodoksluk bu gizemlerle var olur. Mesih kendisini gizemlerle, en başta da Mukaddes Komünyon gizemiyle sunar.

Buna rağmen birçok kişi için din, mücadele, ıstırap ve kaygıyı ifade eder. Bu yüzden “dindar’’ insanlar mutsuzdur denir çünkü insanlar onların kötü durumuna şahit olur. Sahiden de kişi, dinin derinliğini göremez ve onu yaşayamazsa, din bir hastalığa dönüşür ve korkunç hale gelir. Hem de öyle korkunç hale gelir ki kişi davranışlarındaki kontrolü kaybeder, iradesiz ve güçsüz olur. Istırap ve stres altındayken, kötü(şeytani) bir ruhun etkisi altında davranır. Secde etmesi, ağlaması, bağırışları sözde alçakgönüllülük ve mütevaziliği tamamen şeytani davranışlardır. Bu gibi insanlar için din bir çeşit cehennemdir. Kilisede secde ederler, haç çıkartırlar, “biz günahkarız, değersiziz” derler sonra da dışarı çıkar çıkmaz birisi onları birazcık bile rahatsız ettiğinde tüm kutsal şeylere küfrederler. Bunda şeytanın işi olduğu aşikardır.

Hakikatte, Hristiyanlık insanı iyi yönde değiştirir ve iyileştirir. Ancak hakikati algılaması ve ayırt edebilmesi için en önemli ön koşul alçakgönüllülüktür. Egoizm insanın zihnini karartır, kafasını karıştırır, onu aldatmaya, sapkınlığa sürükler. İnsanın hakikati kavraması çok önemlidir.

Tüm ehl-i delalet(yoldan sapanlar), sapkın oluşumlara yönelirler -sapkın ataların sapkın nesilleri.

Çoğu zaman, ne çaba, ne tövbe, ne de haç işareti yapmak lütfu hayatımıza çeker. Bu bir sırdır. En önemlisi ise gösterişten kaçınıp öze inmektir. Yani, yapılan her şey sevgiyle yapılmalıdır.

Mesih’i sevmediğinizde üzüntü, keder, stres ve acı içinde yaşarsınız. O halde bu, doğru yaşamıyorsunuz demektir. Bu yüzden vücutta da pek çok anormallik vuku bulur. Vücut etkilenir, onunla birlikte endokrin bezleri, karaciğer, dalak, pankreas, mide… Şöyle denir, “Sağlıklı olmak için sabahları süt içmeli, yumurta yemeli, tereyağı ve bir çift kızarmış ekmek tüketmelisiniz.’’ Ama hayır, doğru yaşamak için Mesih’i sevmelisiniz o zaman bir elmayla ve bir portakalla bile iyi olursunuz. İlaçların en iyisi kişinin kendini tam manasıyla Mesih’e adamasıdır. O zaman her şey iyileşir. Her şey düzgün çalışır. Allah’ın sevgisi her şeyi dönüştürür; değiştirir, kutsallaştırır, ve her şeyi en doğru doğru, en iyi hale getirir.

Mesih aşkı hiçbir şeye benzemez. Asla sonu gelmez, asla bıkkınlık vermez. Hayat verir, güç verir, sağlık verir, verir de verir ve verdikçe insan daha da fazla tutulur bu sevgiye. İnsana duyulan aşk yıpratsa da kişiyi mecnun eder. Mesih’i sevdiğimizdeyse diğer tüm tutkular geride kalır. Diğer şeylere duyulan aşkın bir sonu vardır ancak Mesih’e duyulan aşkın bir sonu yoktur. Cinsel sevginin bir sonu vardır. Kıskançlığa, tartışmaya hatta cinayete kadar gidebilir. Nefrete dönüşebilir. Mesih aşkıysa bozulmaz. Dünyevi aşk bir süre korunabilir ve sonra yavaş yavaş kaybolur, ilahi aşk ise büyümeye ve derinleşmeye devam eder. Dünyevi aşk insana hayal kırıklığı yaşatabilir. Oysa ilahi aşk, bizi Allah’ın hükümranlığına yükseltir, dinginlik, neşe, huzur verir. Diğer zevklere doyarken, Mesih’e doyamazsınız. Kimsenin bıkmayacağı, doyumsuz bir zevktir. Servetlerin en büyüğüdür.

Mesih’i sevdiğinizde, tüm zayıflıklarınızın bilinçli bir şekilde farkında olacak olmanıza rağmen, ölümün üstesinden geldiğinizden hala emin olursunuz, çünkü Mukaddes Komünyon vasıtasıyla Mesih’in sevgisinde yaşarsınız.

Mesih’i dostumuz olarak görmemiz gerekir. O bizim dostumuzdur. ‘’Benim dostlarımsınız…’’(Yuhanna 15:14) diyerek bunu kendisi teyit etmiş olur. O’na bakmamız ve dost olarak O’nu izlememiz gerekir. Düştük mü? Günah mı işledik? Samimiyetle, sevgi ve güvenle, cezalandırılma korkusu olmadan, dostluk duygusunun verdiği cesaretle ona koşmalıyız. Şöyle demeliyiz: “Rabbim, günah işledim, düştüm, bağışla beni.’’ Ama aynı zamanda O’nun bizi sevdiğini ve bizi sevgiyle şefkatle kabul ettiğini ve bağışladığını hissetmemiz gerekir. Günah yüzünden Mesih’ten ayrılmamalıyız. Bizi sevdiğini ve bizim de onu sevdiğimize iman ediyorsak, günah işlediğimizde bile yabancılaşmış ve kopmuş hissetmeyiz. Biz O’nun sevgisi altında güvendeyiz ve nasıl davranırsak davranalım O bizi seviyor.

İncil emin bir şekilde zalimlerin, “ağlayışın ve diş gıcırtısının” olduğu yerde bulunacağını belirtir; Allah’tan uzak olmak işte böyle bir şeydir. Buna müteakiben kilisemizin aziz pederlerinin birçoğu ölüm ve cehennem korkusundan bahsederler. “Her zaman ölümü aklında tut” derler. Bu sözleri derinlemesine incelersek, bir cehennem korkusu yaratırlar. İnsan günahtan kaçınmaya çalışırken, bu düşünceleri aklına getirir ki, ruhu ölüm, cehennem ve şeytan korkusuna kapılsın.

Hepsinin manası, zamanı ve özel bir durumu vardır. Korku, kavram olarak yeni başlayanlar, eski benliklerini hala yaşayanlar için ilk aşamalarda iyidir. İmanda taze kişi bu korku vasıtasıyla kötüden korunur. Ve biz hala maddesel ve mağlupken korku gereklidir. Ama bu bir aşamadır, ilahi olanla düşük seviyede bir ilişki. Cenneti kazanalım ya da cehennemden kurtulalım diye bunu bir aşama olarak kabul ederiz. Farklı bir açıdan incelersek, kişisel çıkara, faydaya işaret eder. Bu yolu sevmiyorum. İnsan imanda ilerleyip Allah’ın sevgisinin farkına vardığında, korkuya ne gerek var? O zaman ne yaparsa yapsın sevgiden yapar ve bu çok daha değerlidir. Sevgiden değil, Allah’tan korkarak iyi olmanın pek de bir yararı yoktur.

Her kim Hristiyan olmak istiyorsa öncelikle şair olmalıdır. Eğer ruh hakirleşir ve Mesih’in sevgisine layık olmazsa, Mesih onunla ilişkisini keser, çünkü O, “ham(arıtılmamış)’’ ruhları yanında istemez.

Gerekirse kimse sizin ilahi olana karşı olan adanmışlığınızı anlamasın. Her şeyi tıpkı sofular(münzeviler) gibi gizlilik içinde yapın. Bülbüller hakkında ne söylediğimi hatırlıyor musunuz?  Ormanda öterler. Tenhada. Sanki biri onları dinliyor da övüyor mu? Vahşi doğada ne güzel cıvıl cıvıl! Gırtlaklarının nasıl şiştiğini görüyor musunuz? Mesih’e aşık olan da işte aynen böyle olur. Severlerse “boğazları şişer, mest olurlar, övgüden dilleri susmaz”. Bir mağaraya, bir vadiye gider, Allah’ı ​​gizlice yaşarlar, “sessizce, iç çekerek”.

İhtiraslarınızı küçümseyin, kendinizi şeytanla meşgul etmeyin. Mesih’e dönün.

İlahi lütuf bize sorumluluğumuzu öğretir. Dikkat edin, sevgi ve hasret duymamız lazım. Allah’ın lütfu için ilahi sevgi gerekir. Sevgi, doğru dua için gerekli koşulları sağlar. Mesih, kendisini hoşnut eden “iyi niyet, alçakgönüllülük ve sevgi’’ gibi şeyler bulabildiği sürece, yüreğimizi varlığıyla dolduracaktır. Bunlar olmadan, “Rab İsa Mesih bana merhamet eyle” diyemeyiz.

Komşunuza karşı en ufak bir homurdanma bile ruhunuzu olumsuz etkiler ve dua edemez olursunuz. Kutsal Ruh, ruhu bu durumda bulduğunda yaklaşmaya cüret edemez.

Allah’ın arzusunun yerine gelmesini istememiz gerekir; bu bizim için ve dua ettiğimiz kimseler için en hayırlısı, en güveniliridir. Mesih bize her şeyi bol bol verecektir. Birazcık bencillik dahi olduğundaysa hiçbir şey olmaz.

Allah, ısrarla istediğimiz şeyi bize vermediğindeyse muhakkak bir sebebi vardır. Allah’ın da sırları vardır.

Eğer manevi pederinize itaat etmiyorsanız ve alçakgönüllü değilseniz, dua (yani, Rab İsa Mesih bana merhamet eyle) etkisini göstermeyecek ve hatta vesveseye neden olacaktır.

Dua (Rab İsa Mesih bana merhamet eyle) bir görev haline gelmesin. Baskı, iç benliğinizde sakıncalı bir reaksiyona sebebiyet verebilir ve sizin için zararlı olabilir. Pek çok insan kendini zorladığı için bu dua yüzünden hastalandı. Elbette, görev icabı dua edebilirsiniz ancak bu sağlıklı değildir.

Dua etmeye özellikle odaklanmaya çalışmak gerekli değildir. İlahi aşka sahip olduğunuzda bunun için çaba harcamanıza gerek yoktur. Nerede olursanız olun, bir taburede, bir sandalyede, bir arabada, herhangi bir yerde, sokakta, okulda, ofiste, işte, “Rab İsa Mesih bana merhamet eyle” duasını sükunetle, baskı ve zorlama olmadan söyleyebilirsiniz.

Duada önemli olan süre değil, içtenliktir. Gerekirse sadece beş dakika dua edin ama Allah’a sevgi ve özlemle yapın bunu. Birisi bütün gece dua edebilir, ancak bu şekilde ettiğiniz 5 dakikalık dua daha üstündür. Bu bir gizemdir, ama durum böyle.

Mesih’in bir mümini her durumda dua eder. Zorluk ve kederi duaya çevirir. Başına ne gelirse gelsin hemen “Rab İsa Mesih…” der. Dua, en basit şeylerde bile fayda sağlar. Örneğin, uykusuzluk mu çekiyorsunuz, uykuyu düşünmeyin. Kalkın, dışarı çıkın, odaya geri dönün, uyuyup uyuyamayacağınızı düşünmeden ilk kezmiş gibi yatağınıza dönün. Konsantre olun, izzet duasını okuyun ve ardından üç kez “Rab İsa Mesih…” deyin ve hemen ardından uykuya dalacaksınız.

İçimizdeki her şey, içgüdülerimiz ve diğer duygularımız, tatmin olmak ister. Eğer onları tatmin etmezsek, daha yükseklere, Allah’a yönlendirmezsek ve başka şeylere yönlendirirsek o zaman gün gelince intikamlarını alacaklardır.

Kötüyü alt ederek kutsal olamazsınız. Kötüyü unutun. Mesih’e bakın, o zaman sizi kurtaracaktır. Kapının dışında durup kötüyü savuşturmak yerine onu görmezden gelin. Kötü olan bu tarafa mı geliyor? Sakince diğer tarafa yönelin. Bu şu anlama gelir, kötü olan size saldırmaya geldiğinde, dikkatinizi iyi olana, Mesih’e yönlendirin. “Rab İsa Mesih bana merhamet eyle.’’ diye yalvarın. O size hangi yolla nasıl merhamet edeceğini biliyor. Ve iyiliğe mazhar olduğunuzda, artık kötü olana dönmeyeceksiniz. Allah’ın inayetiyle iyi olacaksınız. Kötü olan artık nasıl bir yol izleyebilir ki, kaybolacaktır!

Bir fobi(korku) veya hayal kırıklığı mı esir aldı sizi? Mesih’e dönün. Basitçe, alçakgönüllülükle, zorlama olmadan O’nu sevin. O sizi mustarip olduğunuz durumdan kurtaracaktır.

Kendinizi düzeltmek için olumsuz yollara başvurmayın. Şeytandan, cehennemden veya başka şeyden korkmanıza gerek yok. Böyle yapmak onlara alan yaratır. Benim de bu konuda ufak deneyimlerim var. Önemli olan oturup kendinizi paralamak ya da gelişmek için zorlamak değildir. Mesele yaşamak, çalışmak, dua etmek, sevgide, Mesih’in sevgisinde, kilisenin sevgisinde ilerlemektir.

Bütün zaaflarınızı terk edin ki, kötü olan(şeytan) farkına varmasın, sizi üzmesin ve sizi kedere boğmasın. Bu zaaflardan kurtulmak için herhangi bir çaba göstermeyin. Gerginlik ve kaygı olmadan, alçakgönüllülük ve sadelikle ilerleyin. Kendinize şöyle demeyin: “Şimdi kendimi zorlayacağım, sevgiyi elde etmek, iyi olmak gibi konular için dua edeceğim”. İyi olmak için kendini zorlamak ve paralamak iyi değil. Bu şekilde sadece daha fazla tepki çekeceksiniz. Her şey alçakgönüllülükle, özgürce ve acele etmeden gerçekleşmelidir. Örneğin, öfkeden veya üzüntüden mustaripseniz “Allah’ım beni bunlardan kurtar” dememelisiniz. Belirli bir tutku hakkında düşünmek ve/veya dua etmek iyi değildir. O zaman ruhumuzda başka bir şeyler oluyor ve daha da çıkmaza giriyoruz. Tutkunun üstesinden gelmek için bir hamle yaptığınızda göreceksiniz ki sizi daha da sarıp sarmalayacak ve hiçbir şey yapamayacak hale geleceksiniz.

Kendimizi içsel olarak kafa karışıklığından ve ihtiraslardan kurtarmazsak özgürleşemeyiz.

Bu bizim kilisemiz, neşemiz, her şeyimiz. Bugün insanın aradığı şey budur. Neşelenmek için alkol alır, uyuşturucu kullanır ama bu sahte bir neşedir. O anda iyi hisseder, ertesi günse darmadağın. Bir şey onu için için yer, parçalar, yakar. Kendini Mesih’e veren kişiyse canlanır, neşelenir, hayattan zevk alır, güçlü ve ihtişamlı hisseder.

Ruhumuzu azizleştirmek büyük maharettir. Bir kişi her yerde aziz olabilir. Omonia’da(Atina’da bulunan ana meydan) bile azizleşebilir. Eğer isterseniz iş yerinde bile sükunet, sabır ve sevgiyle aziz olabilirsiniz, hiç önemli değil. Her gün yeni bir başlangıçtır, yeni bir ruh hali yaratın ama stres ve taşlaşmış bir kalple değil; coşkuyla ve sevgiyle, duayla ve sükunetle.

Özenle, basitçe, nazikçe, kaygı duymadan, neşeyle ve memnuniyetle, iyi bir ruh halinde çalışın. Akabinde ilahi lütuf gelecektir.

Ruhunuzda kalan ve sizi strese sokan tüm hoş olmayan şeyler, Allah’a ibadet etmek için neden olabilir ve böylece zaman içinde sizi incitmez hale gelirler. O’na güvenin.

Kendinizi zorlamanıza ve baskı yapmanıza gerek yok. Tüm çabanız nura bakmaya ve ona ulaşmaya odaklı olmalıdır. Bu şekilde, Ruhullah’tan(Aziz Ruh’tan) kaynaklanmayan kedere yönelmek yerine, Allah’ı ​​övmeye yönelirsiniz.

Keder, yaşamımızı Mesih’e teslim etmediğimizi gösterir.

Mesih ile iletişim basit, yumuşak bir şekilde, hiçbir baskı altında olmadığında, şeytanın kaçmasına neden olur. Şeytan baskıdan, zorlamadan kaçmaz. Sakinlikten ve duadan kaçar. Ruhun onu görmezden geldiğini ve sevgiyle Mesih’e döndüğünü görünce geri çekilir. Kibirli olduğu için buna dayanamaz. Ama kendinizi zorladığınızda bunu anlar ve sizinle savaşır. Şeytanla uğraşmayın, kaçmasını bile istemeyin. Ondan kaçmasını ne kadar çok isterseniz, sizi o kadar çok dolandıracaktır. Şeytanı görmezden gelin. Onunla doğrudan savaşmayın. Şeytana karşı inatla savaştığınızda, size bir kaplan, bir yaban kedisi gibi saldırır. Ona kurşun sıktığınızda, size el bombası atar. Ona bir bomba attığınızdaysa füze fırlatır. Kötülüğe odaklanmayın. Kendinizi Allah’ın kollarına bırakın ve yolunuza devam edin.

Alçakgönüllü bir insan, iç durumunun bilincindedir ve ne kadar çirkin olursa olsun kişiliğini kaybetmez. Dengesini kaybetmez. Aşağılık duygusuna sahip olan egoistte ise bunun tam tersi olur. Başlangıçta mütevazi bir insan gibi görünür ama biri ona biraz dokunsa huzurunu kaybeder, gerilir, üzülür.

İnsan Allah, selamet ve güven olmadan yaşadığında; kaygı, depresyon ve umutsuzluk yüzünden fiziksel ve psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına sebep olur. Psikolojik ve nörolojik hastalıklar, tespit edilemez şeytani durumlardır. Mütevazıymış gibi konuşmak da şeytanidir. Buna aşağılık kompleksi denir. Gerçek alçakgönüllülük konuşmaz, alçakgönüllü taklidi yapmaz, yani: “Ben bir günahkarım, değersizim, en bayağıyım…” gibi gaflar etmez. Alçakgönüllü bir kişi, kibre düşmekten korkar. Allah’ın lütfu böylesine yaklaşmaz. Buna yanı sıra, Allah’ın lütfu, gerçek alçakgönüllülüğün, ilahi alçakgönüllülüğün, Allah’a tam güvenin, O’na gönülden bağlılığın olduğu yerde bulunabilir.

Kibirli kişi, ruhunu sonsuz yaşamdan uzaklaştırır. Şüphesiz ki, egoizm tam bir aptallıktır! Kibir bizi yok eder. Gösteriş yapmaya başladığımızda, tamamen manamızı yitiririz. Her ne yapıyorsak Allah’ı ​​memnun etmek için yapmalıyız; bencil olmadan, kendini beğenmişlik olmadan, gurur duymadan, ego olmadan, olmadan, olmadan…

Nefsimiz isyan edip, “Allah onu neden yaptı, bunu neden yaptı, başka türlü yapamaz mıydı?” dememelidir. Bütün bunlar toyluğun göstergesidir. Kendimiz, gururumuz ve büyük egomuz hakkındaki resmi gösterir. Bu “nedenler” bir kişiye büyük ölçüde işkence eder, insanların “karmaşıklıklar” dediği şeyleri yaratır. Örneğin, “Neden bu kadar uzunum?” veya – tam tersi – “çok mu kısayım?”. Kişi dua edebilir ve tüm gece uyanık kalabilir (cevap almak için), ancak tam tersi sonuç elde edebilir, anlamsızca acı çekilebilir ve kendini çileden çıkarabilir. Mesih ile birlikte, lütufla, hepsi yok olur. Derinlerde “neden” anlamına gelen bu “şey” kalır, ancak Allah’ın lütfu insanı gölgede bırakır ve kökü karmaşık olsa da, üzerinde güzel güllerle bir fidan büyür. İnsan onu iman, sevgi, sabır ve alçakgönüllülükle suladığında kötülük gücünü kaybeder ve varlığı sona erer. Gül çalısı ne kadar sulanmazsa, o kadar çok solar, kurur, yok olur ve yerine dikenler çıkar.

Allah’tan bir şey istediğimizde ​​dikkatini çekeriz, ancak hayatımız O’ndan uzaktır. O’nun dikkatini çekeriz ama hayatımız isteminden uzaktır, örneğin O’nun isteğinin aksine şeyler isteriz. Bir yandan stres ve kaygı duyar, diğer yandan O’na yalvarırız.

Manevi babanız size şöyle diyebilir: “Sessiz bir yerde, diğer tüm işlerden uzak olmayı ve hayatınızı en başından, kendinizi hissettiğiniz andan itibaren duymayı ne kadar isterdim; hatırlayabildiğin her şeyi ve onlarla nasıl başa çıktığını, sadece nahoşları değil, aynı zamanda hoşlarını da, sadece günahlarını değil, aynı zamanda iyiliklerini de. Başarılar ve başarısızlıklar birlikte. Her şeyi, hayatınızın bir parçası olan her şeyi…”

Bu tür genel itirafları birçok kez uyguladım ve mucizelerin gerçekleştiğini gördüm. Manevi pederinizle konuştuğunuz süre boyunca, ilahi lütuf sizi tüm çilelerinizden ve yaralarınızdan, psikolojik travmalarınızdan ve suçluluklarınızdan kurtarmak için nüfuz eder çünkü siz konuşurken manevi pederiniz içtenlikle kurtuluşunuz için dua ediyordur.

İtiraf ettiğimiz günahları hatırımıza getirmeyelim. Günahların anılması yaralar. Af diledik mi? Bitti. Allah itiraf yoluyla her şeyi affeder. Ben de günah işlediğime inanıyorum. Doğru yolda değilim. Ama beni ne rahatsız ediyorsa onun için dua ediyorum; içimde tutmuyorum. Manevi babama gidiyorum, itiraf ediyorum, bitti! Geri dönüp yapmadıklarımızdan bahsetmeyelim. Önemli olan şu andan itibaren ne yapacağımız.

Çaresizlik ve hayal kırıklığı en korkunç şeylerdir. İnsanın manevi şeylere olan şevkini kaybetmek ve çaresizliğe sevk etmek şeytanın tuzağıdır.

Hemen hemen tüm hastalıklar Allah’a olan güven eksikliğinden kaynaklanır ve bu da strese neden olur. Stres, dini duyguların ortadan kalkmasından kaynaklanır. Mesih’e sevgi duymuyorsanız, kendinizi kutsal işlerle meşgul etmiyorsanız, kesinlikle kendinizi üzüntü ve kötü düşüncelerle doldurmuş olacaksınız.

Depresyonda olanlara da yardımcı olabilecek şey bir meşguliyet, bir ilgi alanı olabilir. Bahçe, bitkiler, çiçekler, ağaçlar, kır, açık havada yürüyüş, gezinti, tüm bunlar insanı tembellikten kurtarabilir ve onun için başka ilgi alanları yaratabilir. İlaç yerine geçerler. Kendini sanatla, müzikle vb. meşgul etmek çok faydalıdır. Ama en büyük değeri kiliseye, mukaddes yazıları incelemeye ve aşa-i rabbaniye(ilahi litürji) veriyorum. Allah’ın sözünü inceleyerek, kişi farkında olmadan iyileşir.

Umudumuzu kaybetmeyelim, acele etmeyelim, yüzeysel ve dışsal şeylere göre hüküm vermeyelim. Örneğin, açık veya müstehcen giyinmiş bir kadın görürseniz, dış görüntüde kalmayın, ruhunun derinliklerine inin. Varoluşsal soruları olan çok iyi bir ruh olabilir ve bu aşırı görünümüyle tezahür edebilir. İçsel gücü var, yansıtma gücü var, insanların ona bakmasını istiyor. Ancak, cehalet içinde, işleri çarpıttı. Onun Mesih ile tanıştığını hayal edin. İnanacak ve tüm bu tutkuyu Mesih’e çevirecek olduğunu… Allah’ın lütfunu mazhar olmak için her şeyi yapardı ve azize olurdu.

Çoğu zaman kaygılarımız, korkularımız ve zayıf ruhsal durumumuzla, bilmeden ve istemeden diğer insanları, onları çok sevsek bile, örneğin bir annenin çocuğunu incittiği gibi incitebiliriz. Bir anne çocuğuna yaşamı, sağlığı, gelişimi ile ilgili tüm stresini, onunla doğrudan konuşmadan veya hissettiklerini göstermeden bile aktarabilir. Bu aşk, bu doğal aşk bir noktada çocuğun canını yakabilir. Ancak bu, duaya bağlı olan ve doğru bir yaşam sürenlerde vuku bulmaz. Bu kişiler Mesih aşkıyla bunu yaparlar. Bu aşk insanı kutsallaştırır, sakinleştirir, çünkü Allah sevgidir.

Hayat ve Kelimeler, Kutsal Hrisopigi Manastırı, Hanya, 2003, Üstat Porfirios

İngilizce: https://www.impantokratoros.gr/melancholy-sadness-anxiety.en.aspx

Yunanca: https://www.impantokratoros.gr/melagxolia_thlipsh_agxos.el.aspx

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Üzüntü, Keder, Kaygı