/ Makaleler / Hayvanlar ve Cennet

Hayvanlar ve Cennet

Hayvanlar ve Cennet

Tüm geyikler arasında Pr. Serafim en çok “Whitey” adlı açık renkli bir geyiği severdi. Büyük, görkemli ve yakışıklı, göğsünde bir tutam tüylü beyaz kürkü olan Whitey, ormanın kralı gibi dolaşırdı. Keşişlerin arkadaşı olduğunu biliyordu. Onların yanında tamamen uysallaşır, onlara yaklaşır, sevilmesine izin verir ve ellerinden yemek yerdi.

Av mevsiminde bir gün Whitey manastır arazisinde dolaşırken, yoldan bir cipin geçtiği duyuldu. Olası tehlikeyi sezmeyen Whitey kiliseye doğru yürümeye başladı, kilisenin ötesinde yaklaşan cip vardı. Biraderlerden biri Whitey’i takip etmeye başladı ve bağırdı: “Whitey, burada kal! Whitey, gitme!” Cip yavaşladı; içindeki avcılar Whitey’yi görmüşlerdi ve şüphesiz biraderin çılgınca bağırışlarını da duymuşlardı. Ama Whitey yürümeye devam etti. Geyik kiliseyi on metre  geçmemişti ki bir el ateş edildi. Whitey yere düşüp öldü. Bu sırada Pr. Herman olay yerine koşuyordu. “Ne yapıyorsunuz?” diye seslendi avcılara, Av Yasağı tabelasını göstererek. “Burası özel mülktür!” Görüldüğü kadarıyla avcılar sarhoştu. Ateş eden adam hala dumanı tüten tüfeğini Pr. Herman’a doğrulttu. “Ne dedin sen?” diye sordu adam tehditkar ve ölçülü bir ses tonuyla. Pr. Herman elbette bu noktada hiçbir şey söylemedi ve bir süre sonra kamyon yoldan geri çekildi.

Pr. Serafim Whitey’nin gereksiz ve acımasız ölümünü öğrendiğinde kiliseye gidip ağladı.

Pederler, sketelerinde yaşarken, Sovyet hükümeti tarafından hayvanlarla ilgili olarak yürütülen bir deneyden haberdar oldular. Çiftlik hayvanları dışındaki tüm evcil hayvanların burjuva lüksü olduğuna inanan Bolşevikler, Rusya’nın belirli bölgelerinde bu tür tüm hayvanları öldürttüler. Yıllar sonra, bu bölgelerdeki insanları, hayvanların kalmasına izin verilen yerlerdeki insanlarla karşılaştıran psikolojik bir çalışma yaptılar. Hayvanlardan mahrum bırakılan insanlarda depresyon, anksiyete ve intihar oranlarının bırakılmayanlara göre çok daha yüksek olduğunu keşfettiler. Buradan çıkan sonuç, hayvanların bir şekilde insanlar üzerinde terapötik bir etkiye sahip olduğuydu.

Pederler bunun doğruluğunu manastırdaki kendi deneyimleriyle gördüler. Pederlerin üzerindeki sürekli iş baskısının ortasında, hayvanlar onlar için bir dinlenme ve rahatlama kaynağıydı. Pederler çalışırken bir kedi kapıyı iterek açıyor ve matbaaya giriyordu ya da bir kızılgerdan ve eşi pencerenin dışında yuvalarını yaparken görülüyordu ve birdenbire insanın dünyasının tüm yükü, insanın da bir parçası olduğu Allah’ın yaratışının gerçekliği karşısında yıkılıyordu. Bu hayvanların ne bozuk kamyonlarla, matbaalarla ve dizgi makineleriyle ne de pederlerin ilgilenmek zorunda oldukları diğer çeşitli sorunlarla hiçbir ilgisi yoktu.

“Bizim kırsal atmosferimizde,” diyor Pr. Herman, “hayvanların bir yeri vardır.  Ötte yandan, çağdaş dünya atmosferinde, insan yapımı dünyayla çeliştikleri için sanki güçleri ellerinden alınmış gibidir. Hayvanların gözlerinin içine baktığınızda, onların sadece sevimli, tüylü oyuncaklar olmadıklarını, son derece ciddi bir fenomen, hayatı ciddiye alan yaratıklar olduklarını görürsünüz. Hayvanlar kendi dünyalarını getirirler ve adeta bize şöyle derler: ”Allah’ın alemine(ilahi aleme) girin (zira) sizler ebediyete aitsiniz, ”

Pr. Herman, Pr. Serafim ile birlikte olduğu ve hayvanlarının yanlarına geldiği sessiz bir anı hatırlıyor: Svir sadık bir şekilde onlara bakıyor ve kuyruğunu sallıyordu; Kisa adında beyaz pençeli sevimli bir kedi de sessizce yanlarında duruyordu. “Sizin bakış açınızdan,” diye sordu Pr. Herman düşünceli bir ruh haliyle, ”Hayvanları neyle ilişkilendirebiliriz?” Pr. Serafim cevap verdi: ”Onların cennetle ilgileri vardır.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hayvanlar ve Cennet