/ Makaleler / Dogma gelişir mi?

Dogma gelişir mi?

Dogma gelişir mi?

Burada, Şikago  ve Orta Amerika’daki Rusya Dışındaki Rusya Ortodoks Kilisesi’den Pastoral School mezunu Diyakon Kevin J. Kalish’in doktora tezini sunuyoruz.

Pastoral School, Pastoral İlahiyat(PtH.D) ve Ortodoks çalışmalar(OS.D) yapmaya yönelik bir program sunar. Program, mevcut aileleri veya mesleki durumları nedeniyle bir ilahiyat seminerine katılması engellenenler için tasarlanmıştır. Ortodoks ilahiyatını incelemekle ilgilenen herhangi bir Ortodoks Hristiyan’a ve inanç bilgilerini artırmakla ilgilenen Ortodoks ruhbanlara veya ruhban olmayanlara açıktır.

 

Giriş

Bu tez temel bir soruyla başlıyor: dogma gelişir mi? Bunu cevaplamak için, tez öncelikle bu terimlerin ne anlama geldiğini ortaya koymaktadır. Bu konunun orta çıkmasının nedeniyse, Ortodoks ve Roma Katoliklerinin bu soruya nasıl yaklaştıkları arasındaki farktan kaynaklanmaktadır. Ortodokslar için dogma açıkça gelişmez. Roma Katolikleri içinse cevap kesinlikle farklıdır. Ortodoks Kilisesi dogmanın bizatihi kendisinin gelişmediğinde hem fikir olsa da, tanımlamaların zamanla değiştiğini kabul eder. Ayrıca, dogma ile ilgilenen öğrenme dalı gelişmelerden geçmektedir. Son olarak, tez neyin ebedi ve değişmez kaldığını ve Kilise’nin hangi yönlerinin değişime açık olduğunu netleştirmeyi amaçlar.

 

  1. Konunun Arka Planı

Bu tezin yanıtlamaya çalıştığı temel soru şudur: dogma değişmeyen ve sabit bir şey midir, yoksa çeşitli etkenlere bağlı olarak zaman içinde değişen ve gelişen bir şey midir? Temelde, ifade biçimleri zamanla değiştiğinden, dogma gelişiyor gibi görünebilir. Örneğin, Birinci Ekümenik Konsil’de (İznik, MS 325) ilan edilen inanç, Kutsal Ruh hakkında çok az şey söylemektedir; Daha sonra, İkinci Ekümenik Konsil’de (Konstantinopolis, MS 381) inancın bu kısmı detaylandırıldı ve Kilise’nin o zamandan beri bildiği ve kullandığı son haline geldi. Bu, Kutsal Ruh’la ilgili dogmanın Birinci ve İkinci Ekümenik Konsil arasında geliştiği anlamına mı geliyor? Veya daha radikal olarak, dördüncü yüzyılda formüle edilen inanç, havariler tarafından bilinmeyen yeni bir vahiy miydi? Ayrıca kilisenin diğer alanlarında da gelişmeler görüyoruz. Değişen tarihsel koşullara müteakip kilise tutumu da değişir. İlk başta kilisenin kanonu bölgesel episkoposların yılda iki kez konsil için toplanması çağrısında bulundu (Apostolik Kanon 37; 1 İznik Kanonu 5; Antakya Kanonu 20; Kadıköy Kanonu 19);[2] ancak bu daha sonraları bazı episkoposların seyahat etmesini zorlaştıran barbar istilaları nedeniyle yılda bir kez olarak değiştirildi.[3] Havariler zamanında ne beş patrikhane vardı (451’deki Dördüncü Ekümenik Konsil’de görünür hale gelmiştir) ne de kutsal ayin(kutsal litürji, ayin-i rabbani), dördüncü yüzyıl ve sonrasından günümüze kadarki şekliyle olduğu gibi aynıydı.

 

Görünen bu değişim ve gelişmeler karşısında farklı çözümler önerilmiştir. Belki de bu değişiklikleri hesaba katan en belirgin model Kardinal Newman’ın modelidir. John Henry Newman bir on dokuzuncu yüzyıl İngiliz’iydi, patristik canlanmanın lideriydi ve Katolikliğe kalıcı bir dönüş yaptı, daha sonra ise bir kardinal oldu. Etkileyici eseri ‘’An Essay on the Development of Christian Doctrine’’[4] zaman içinde ve çeşitli faktörlere bağlı olarak gelişen dogma fikrini ilk kez formüle etti. Newman’ın modeline göre, doktrin, üstü kapalı da olsa, havarisel temelli inançtan kaynaklanmaktadır. Fikirlerin bir düşüncenin tohumundan geliştiği gibi, doktrin de havarisel inancın tohumundan gelişir. Bu çalışmanın etkisi büyüktü. Yaroslav Pelikan’ın The Christian Tradition: A History of the Development of Doctrine adlı kitabı gibi Hıristiyan ilahiyatının tarihsel araştırmalarında kabul edilir.[5]

 

Yine de Ortodoks Kilisesi, dogmanın ebedi ve değişmez olduğunu kabul eder. Üçleme, enkarnasyondan(Kelam’ın beden alması) öncesinde bizden gizlenmiş olabilir. Ortodoks Kilisesi, dogmanın havarilerden çıkma inancın birikimi olduğunu öğretir. Tartışmalara ve meydan okumalara yanıt olarak yeni bir dil ortaya çıkabiliyorken, ifade biçimlerindeki bu gelişmeler dogmaların kendilerindeki gelişmeler değildir. Episkopos Kallistos, Ortodoks Kilisesi’nin yaklaşımını şöyle anlatıyor:

 

Ortodoks, geçmişten gelen bu mirasa hürmet ederken, geçmişten alınan her şeyin aynı değerde olmadığının da bilincindedir. Geleneğin, İncil, İman İkrarı, Ekümenik konsillerin doktriner tanımları gibi çeşitli unsurlarının kayda değer bir üstünlüğü vardır: Ortodokslar bu şeyleri mutlak ve değişmez, iptal edilemez veya revize edilemez bir şey olarak kabul eder.[ 6]

 

Değişmeyen şeyler -yani dogma- ile Kilise yaşamının dış organizasyonu ve pratiği gibi değişen şeyler arasında bir ayrım vardır. Başından beri bu ayrım önemlidir, çünkü hem dogma hem de kilise organizasyonu kanunlar kanonlar girer. Yine de bazı kanonlar kutsal üçleme gibi dogmatik meselelerle ilgilenirken, diğerleri daha idari meselelerle ilgilenir. Bu nedenle, Ortodoks dogma anlayışının – ve daha spesifik olarak, dogmanın nasıl ortaya çıktığının – diğer oluşumların dogmayı nasıl anladığıyla çeliştiği açıktır.

 

  1. Konunun Gerekçesi

Ortodoksluğun bu hayati meseleyi nasıl anladığını göstermek için bir Ortodoks dogma savunması ve onun değişmeyen konumunu sunmak gereklidir. Gelişim fikri genellikle diğer çevrelerde ele alındığında, doğal olarak gösterilir. Kardinal Newman, makalesinde bunu tam olarak böyle sunuyor. Fikirler ve teoriler zamanla gelişip değiştikçe, dogmanın da değiştiğini varsaymak kolay görünüyor. Dogma, Allah ve kurtuluş hakkındaki fikirler ve teoriler olsaydı durum böyle olurdu. Ancak Ortodoks bir bakış açısından dogma, fikirlerden ve teorilerden daha fazlasıdır. Dogma vahyedilmiş hakikattir ve temelini, enkarnasyonu ve dünyevi hizmetiyle inancın temellerini ortaya koyan Rab İsa Mesih’in şahsında bulur. Teofani(Mesih’in vaftiz yortusu) troparyonunda(bir tür ilahi) da beyan edildiği gibi, Mesih Ürdün’de vaftiz edildiğinde “Üçlemeye tapınma tezahür etti”. Üçlemeye tapınma, teolojik spekülasyonlarla veya Allah’ın ne olduğuna dair insan anlayışının gelişmesiyle ortaya çıkmadı. Bunun yerine, üçlemeye tapınma enkarnasyon tarafınca ifşa edildi. Bu inancın dile getirilmesi, kilisenin inançlarını ifade etmek için dilin gelişiminde görülebileceği gibi zamanla değişebilir; ama dilde bir değişiklik dogmada bir değişiklik değildir.

 

İfadedeki gelişme ile dogmanın değişmeyen doğası arasındaki bu ayrımlar, açıkça ifade edilmezse, Ortodoks Kilisesi’nin anlayışının yanlış anlaşılmasına yol açar. Eğer dogma gelişirse, o zaman inançta yenilikler getirmek mümkün olacaktır; bu düşünceye göre, papalığın merkezi otoritesi veya Validetullah’ın günahsız rahmet düşüşü, havarisel inancın doğal gelişmeleri olarak yorumlanabilir. Gerçekten de Kardinal Newman’ın kanıtlamaya çalıştığı şey tam olarak budur. Dolayısı ile dogmanın gelişimi konusunda Ortodoks duruşu açıklamanın temel nedenlerinden savunma yapmaktır.

 

Ortodoks ilahiyatçılar bu konuyu daha önce de ele aldılar. Lyonlu Aziz Irenaeus ve Nazianzuslu Aziz Gregoryus’un yazılarında, kilisenin öğretisinin temelleri “inanç birikimi” üzerinde bulunur. Konuyla ilgili modern literatürde konu, dolaylı olarak daha geniş tartışmalar bağlamında ele alınmaktadır. Bu nedenle, bu çalışmanın amacı, bu konunun kısa ve öz bir açıklamasını sunmaktır. Bu tez, yeni bir şey iddia etme iddiasında değildir; daha ziyade amacı, Kilise’nin bu konuda öğrettiklerini özlü bir tartışmada ifade etmektir. Bu tezin, Ortodoks Kilisesi’nin dogmayı Roma Katolikliği’nde ve çağdaş bilimde nasıl anlaşıldığına ilişkin olarak nasıl gördüğünü bilmek isteyenler için bir genel bakış sağlayacağı umulmaktadır.

 

Bu konunun incelenmesinin gerekliliği Peder Andrew Louth’un aşağıdaki açıklamasında açıkça görülmektedir. Peder John Behr’in İznik Yolu adlı kitabının önsözüne şunları yazmıştır:

Hıristiyan ilahiyatı, Hıristiyan doktrininin gelişimi değildir (Ortodoks teologlar, Kardinal Newman tarafından popüler hale getirilen bu fikirle, olduğundan daha fazla uğraşmalıdırlar): Mesih’in havarisel öğretisinin ötesine asla geçemeyiz. Daha ziyade Hıristiyan ilahiyatının oluşumu, Paskalya(diriliş) gizeminin gerektirdiğini kavramaya çalışanlar tarafından sürdürülen dua, düşünme ve meditasyonun sonucudur.[7]

 

Peder Andrew Louth tarafından ortaya atılan fikir daha fazla ilgiyi hak ediyor. Bu tez, Ortodoks ilahiyatçıların gelişen dogma modeline neden direnmeleri gerektiğini gösterecektir; ama aynı zamanda diğer türdeki değişikliklerin nasıl gerçekleştiğini de gösterecek. Başka bir deyişle, bu tez neyin değiştiğini ve neyin sonsuza kadar aynı kaldığını göstermek için yola çıkıyor. Peder Andrew Louth, gelişen dogma ve gelişen ilahiyat kavramları arasında ince bir ayrım yapar. Peder John Behr’in İznik Yolu adlı kitabı konuyu tarihsel bir bakış açısıyla ele almakta ve “düşüncenin düşünürlerden ayrı olarak var olmadığını” göstermektedir.[8] Buradaki amaç tarihsel bir açıklama sunmak değildir. Bunun yerine, bu tez, Peder Andrew Louth’un bu önemli meselenin kısa bir açıklamasını formüle ederek gelişen dogma modeline direnme çağrısına cevap vermeye çalışır. Yazarın umudu, Ortodoks Kilisesi’nin bu konuda ne söylediğini bilmek isteyenler için tezin kısa ve öz bir cevap sunmasıdır.

 

  1. Tanımlama

Daha fazla ilerlemeden önce, bazı tanımları yapmak gerekir. Dogma ve doktrin sıklıkla birbirinin yerine kullanılır, ancak daha spesifik olduğu için dogmanın kullanılmasını tercih ederim. Aşağıdaki bölüm, dogma, doktrin ve gelişme gibi terimleri nasıl anlamamız gerektiğini ortaya koyacaktır.

 

Dogma. Peder Michael Pomazansky bu terim hakkında iyi bir argüman sunuyor.[9] Eski Yunanlılar için dogmata’nın (dogmanın çoğul biçimi) felsefi kavramlara, yasal direktiflere ve kararnamelere eşit olarak uygulanabileceğini belirtiyor. Peder Michael’ın tartışmasını detaylandırmak için, bu dogma teriminin antik çağda nasıl kullanıldığına daha yakından bakalım. Kelimenin çeşitli kullanımları vardı: basitçe ‘görüş’ten daha yasal bir anlayış yani ‘kararname’ anlamına gelirdi. Dogma (δόγμα) kelimesi, “düşünmek, varsaymak, hayal etmek” anlamlarına ek olarak “fikir üretmek, oluşturmak” anlamına gelen δοκεῖν fiilinden gelir[10]. Yunan felsefesinde dogma “kanaat ya da inanç” anlamına gelir; yani bir konu hakkında oluşturulan görüş. Yine de kelimenin daha yasal bir kullanımı var, yani “karar, hüküm” ve “kamu hükmü, kararname” anlamına geliyor. Bu kelimenin iki anlamı ilk başta çelişkili görünüyor, çünkü dogma şimdi genellikle özel görüşün karşıtı olarak görülüyor. Ama ikisi birbiriyle bağlantılı. “Kararname, yönetmelik” yasal anlamı, bir yönetim organının fikir birliğinden kaynaklanmaktadır. Görüşler ve inançlar bir bireyin alanındadır, ancak bir konsey bir görüş veya inanç üzerinde anlaşmaya vardığında, bir karar ve ardından bir yönetmelik haline gelir. Peder Michael Pomazansky, Elçilerin İşleri 16:4’ü bunun bir örneği olarak aktarır: “Ve şehirlerden geçerken, onlara, tutmaları için Kudüs’te bulunan havariler ve ihtiyarlar tarafından verilen, emirleri (dogmata) ilettiler”. Havari Pavlus tarafından taşınan kararnameler(dogmata), Kudüs konsili tarafından belirlendi. Bunlar belirli bir kişinin görüşleri değil, konsil tarafından varılan fikir birliğiydi. Elçilerin İşleri 15:25’e göre konsilden gelen mektup şöyleydi, “uzlaşma içerisinde bir araya gelmek bize iyi göründü. ” Burada iki şeyi fark etmeye değer – birincisi, hemfikir oldukları ve bir uyum içinde oldukları. Daha sonra “bize iyi göründü” tabiri dogma kelimesiyle ilgilidir; ikisinin de kökü δοκεῖν’dir. Antik Yunan yasal kararnameleri “konsil için iyi görünüyordu” ifadesiyle başlıyordu.[11] Daha sonra, kilise konseyleri benzer bir formülle başlıyor: “Kutsal Ruh’a ve bize iyi görünüyordu. ” Dolayısıyla görüş, dogma ile tamamen alakasız değildir. Aradaki fark, Peder Michael Pomazansky’nin ortaya attığı gibi, “Kutsal Ruh tarafından yönlendirilen tek ve ortak evrensel fikir birliği”dir yani evrenselliktir. Konsil, görüşün doğruluğunu onaylar – inancın Kutsal Yazılar ve Apostolik geleneğe uygun olduğunu onaylar – ve sonra dogma haline gelir.[13] Dolayısıyla Kilise’nin dogma için özel bir yeri vardır. Sözcük önce felsefi bir ilke anlamına gelse ve daha sonra yasal kararnamelere atıfta bulunsa da, kilisedeki anlamı, bu önceki anlamlarla ilişkiliyken, dogmanın inancın merkezi meselelerine atıfta bulunması nedeniyle yeni bir anlam kazanır. Dogma icat edilmez veya keşfedilmez, ifşa edilir.

 

Diğer yandan doktrin, öğretilen her şeye atıfta bulunabilir. Oxford English Dictionary doktrini şu şekilde tanımlar: “2. Öğretilen şey. a. En genel anlamıyla: Öğretim, eğitim; bir talimat veya öğretim organı. b. esp. Din, siyaset, bilim vb. gibi belirli bir konu veya bilgi bölümü ile ilgili olarak öğretilen veya doğru olarak ortaya konan; bir inanç, teorik görüş; bir dogma, ilke.”[14] Doktrinin bu kadar geniş bir uygulanabilirliği olduğundan, dogmayı daha rafine kullanımında kullanmak ve doktrinin herhangi bir talimat veya öğretim dizisinin daha geniş alanına atıfta bulunmasına izin vermek daha iyi görünüyor.

 

Gelişim ilk başta bariz görünebilir, ancak kelime İngilizce’de nispeten yenidir ve belirli bir bilimsel bağlamdan ortaya çıkar. Sadece İngilizce olarak (Fransızca’dan) 18. yüzyılın sonlarında kullanılmaya başlanmıştır. Sözcük, 19. yüzyılda formüle edilen evrim fikirleriyle yakından bağlantılıdır. Aslında Oxford İngilizce Sözlüğü, anlamlardan biri olarak aşağıdakileri verir: “b. Bitki ve hayvan ırklarının evrim süreci ve sonucu. kalkınma teorisi veya hipotezi (Biol.): Evrim doktrini; özellikle Lamarck (ö. 1829) tarafından öğretilen doktrinin bu biçimine uygulanması.”[15] Yani, Darwin’in bu konudaki ünlü eserini yazmadan önce bile “gelişim” ve “evrim” fikirleri ortadaydı. Kardinal Newman’ın gelişen doktrin konusundaki çalışmasının arkasındaki temelleri daha iyi anlamak için bunu belirtmekte fayda var. Ayrıca, gelişim fikrinin kültüre özgü olduğunu anlamak önemlidir; 19. yüzyılın daha geniş entelektüel hareketleri bağlamında ortaya çıkar. Bu nedenle, bu gelişme teorisinin doğal olduğunu ve hatta her zaman bu şekilde tartışıldığını varsaymak yanlış olur.

 

  1. Problemin Analizi

Söz konusu olan konu şekilde özetlenebilir. Ortodoks Kilisesi, Aziz Yahuda’nın Mektubu’nda belirtildiği gibi, inancın dolgunluğunun havarilere verildiği fikrine bağlıdır: “. . . kutsallara ilk ve son kez emanet edilen inanç” (ayet 3). Ortodoks Kilisesi, bu görüşe bağlı kalarak, diğer oluşumlar arasında ve pek çok bilim dalında temel bir varsayımı olan gelişen doktrin teorisiyle çelişmektedir. Ortodoks ilahiyatçılar bu konuyu ele alsalar da çoğu zaman dolaylı olarak başka konuları tartışıyorlar.

 

İlk problem, Kardinal Newman’ın gelişme modelinin Ortodokslar için neden problemler arz ettiğini göstermektir. Belki de buradaki en büyük zorluk, gelişen doktrin modelinin ‘doğal’ olarak sunulması ve maddelerin doğada veya düşüncede geliştiğini gördüğümüz çeşitli durumlarına atıfta bulunmasıdır. O halde yine ayrım yapmak gerekir; evet, tıpkı canlı organizmaların gelişip değişmesi gibi fikirler de gelişebilir ve değişebilir. Ancak dogma sadece bir fikirler dizisi değildir. Kilise yaşayan bir organizma iken, kaynağı olan Kutsal Üçlü değişmeye meyilli değildir.

 

Peder Nicholas Afanasiev, “Fakat kilisedeki değiştirilemez olanı nasıl anlamalıyız ve neye atfetmeliyiz? Kilisede her şey değişmez midir ve Kilisenin kendisi ne anlamda değişmezdir?”[16] Makalesinde açıkladığı gibi, Kilise dünyadadır ve dünya değişir; peki kilise nasıl uyum sağlıyor? Bazı şeyler değişen dünyayla, diğerleri ise ebedi olanla ilgilidir: “Kilisede yalnızca değiştirilemez olan değil, aynı zamanda değişen de olmalıdır; ebedi olanla birlikte, geçici olan. O halde kilisede ebedi ve zamansal olan nerede, aralarındaki ayrım çizgisi nerede ve aralarındaki ilişkiler nelerdir?”[17] Bu, ikinci sorun olarak duruyor – neyin değişmediğini ve neyin değişmeye açık olduğunu ayırt etmek…

 

  1. Konuyla İlgili Kaynak Taraması

Dogmanın gelişip gelişmediğine ilişkin bu soru, Newman’ın konuyla ilgili denemesinden kaynaklandığı için, başlangıç noktası onun çalışması olacaktır. Bu bölüm konuya çeşitli yaklaşımları kısaca sunacak, sonraki bölüm ise sorunu ele almak için bu kaynakları kullanacaktır.

 

Ian Ker’in An Essay on the Development of Christian Doctrine adlı kitabına önsözünde belirttiği gibi, Kardinal Newman’ın eseri Katolik çevrelerde bu konudaki son söz olmuştur: “Henüz başka hiçbir ilahiyatçı aynı ölçekte veya benzer kapsamda bir şey denemedi.” [18] Kardinal Newman’ın hedefleri, Ortodoks ilahiyatçının hedefleriyle alakasız değildir, çünkü Hristiyanlığın gerçekten tarihsel olduğunu ve havarilen inancını temsil ettiğini göstermek için yola çıkar. Bu havarisel inanç hemen bozulmadı veya çürümeye maruz kalmadı.[19] Kardinal Newman, güçlü bir şekilde Protestan olan bir ülkenin ortasında Katolikliğin savunucusu olarak yazdığı bağlamda, “İsa ve Havarilerinin ilk başta öğrettiği dinin ta kendisi”ni ortaya çıkarmak için büyük çaba sarf ediyor.[20] Yine de görünen zorlukları gözden kaçırmaz; kendisinin de belirttiği gibi, “[Kilisenin] öğretisinde açıklanması gereken bazı belirgin farklılıklar var.”[21] “Devam ettiği 1800 yıl boyunca, kilisenin öğretisinde ve ibadetinde, onu araştıran herkesin karşı konulmaz bir şekilde dikkatini çeken bazı bariz tutarsızlıklar ve değişiklikler bulunabilir” diyerek devam ediyor. “Hristiyanlığı araştıranların profilleri iki ayrı kesme ayrılmıştır, her türlü tutarsızlığı bulan ve böylece tarihsel Hıristiyanlığın olmadığı, ancak daha sonra var olduğu sonucuna varan şüpheciler; ve inancın kaynağının gelenek değil, yalnızca İncil olduğunu savunanlar. Kardinal Newman, Ortodoks ilahiyatçılarla geleneği savunma ihtiyacını paylaşıyor olsa da, yöntemleri farklı sonuçlara yol açıyor. Gösterileceği gibi, Katoliklik içindeki gelişmeleri savunmaya çalıştığı için Ortodoks ilahiyatçılarla bu noktada ayrılmak zorunda kalıyorlar.

 

Kardinal Newman’a derinden borçlu olan bir eser Pelikan’ın The Christian Tradition’ıdır. Pelikan’ın çalışması, doktrinin nasıl geliştiğini göstermeyi amaçlıyor. Onun belirttiği gibi, inanmak, öğretmek ve ikrar etmek arasındaki ilişki aynı zamanda doktrinin gelişim tarihi için hem konu hem de kaynak materyalin, biz kilisenin tarihi boyunca izini sürdükçe, yavaş yavaş ama istikrarlı bir şekilde değişeceğini ima eder.[23]

 

Bu ciltlerde yer alan araştırma zenginliği büyük bir kaynaktır. Pelikan’ın yaklaşımı teorik olmaktan çok tarihseldir, çünkü onun ihtisası doktriner formülasyonun tarihidir. Daha yakın tarihli çalışması Credo[24] özellikle inançların tarihine odaklanır; Bu kitap, süreklilik ve değişimin birbiriyle çelişmediği iddiasıyla başlıyor.

 

Peder Michael Pomazansky’nin Ortodoks Dogmatik İlahiyatı, dogmanın, kaynaklarının ve Kilise için anlamının özlü ama kapsamlı bir sunumunu sunar. Kilise babalarından, özellikle de Nazianzuslu Aziz Gregorius’tan büyük ölçüde yararlanır. Bir ilahiyat el kitabı olarak Ortodoks Dogmatik İlahiyatı, bu özel gelişme sorununun derinlemesine bir analizinden ziyade bir genel bakış sunmayı amaçlamaktadır. Ortodoks Dogmatik İlahiyatının tercümanı olan Peder Seraphim Rose, tercümesinde doktrinin gelişiminin tartışıldığı bir ekleme yapar. Peder Michael Pomozansky’nin metinde söylediklerinin çoğunu tekrar ederken, Peder Seraphim Rose bu konuyu Sofiolojinin öğretilerine karşı çıkmak için gündeme getirmiştir.

 

Dogmaların değişip değişmeyeceği konusunda Paris’teki St. Sergius Enstitüsü’nde profesör olan Peder Nicholas Afanasiev (1893-1966) iki önemli katkı sağlıyor. Kilise kanunları üzerine, mevcut tartışmayla en doğrudan yazılan iki makalesi şunlardır: İlk olarak Put’ 39(1933)’te yayınlanan “Dogmalar ve Kanonik Bilinç”,[25] ve “Kilisenin Kanonları: Değiştirilebilir veya Değişmez” ilk kez 1933’te yayınlandı. Zhivoe Predanie’de Rusça ve St. Vladimir’s Theological Quarterly’de yeniden basıldı.[26] Onun etkisi özellikle Peder Alexander Schmemann’ın yazılarında görülebilir ve gelenek ve yaratıcılık üzerine fikirlerinin birçok yirminci ve yirmi birinci yüzyıl ilahiyatçısının, özellikle de Paris’teki St. Sergius Enstitüsü’nde. Örneğin, yaratıcılık ve gelenekle ilgili aşağıdaki iddiaları ele alalım. Peder Nichols Afanasiev, “gelenek ve yaratıcılığın birleşimi ve gelenek, yaratıcılığımızın dayanak noktası ve yaratıcılığımızın bile bizimle bitmeyeceğinin garantisi” ile kanunlara nasıl yaklaşması gerektiğini yazıyor.[27] Bu arada, Episkopos Kallistos diyor ki “Geçmişe dair Ortodoks sadakati her zaman yaratıcı bir sadakat olmalıdır; çünkü gerçek Ortodoksluk, kabul edilmiş formülleri, arkalarında ne olduğunu anlamaya çalışmadan, papağan gibi tekrar eden kısır bir “tekrar ilahiyatı” ile asla tatmin olamaz.[28] Peder John Behr, “Kanon gibi gelenek de kısıtlayıcı edici bir daralma değil, yaratıcı düşünmemizi gerektiren verimli bir yansıma için bir teşviktir.”[29]

 

Peder Georges Florovsky, kilise babalarına dönüşün bir parçası ve geleneğin savunmasını sağlamaktadır. “Gelenek” kulağa soğuk ve cansız gelse de, Peder Greorges Florovsky onu canlı ve diri olarak sunar. Onun etkisi Episkopos Kallistos Ware ve Peder John Behr’in eserlerinde görülebilir. Episkopos Kallistos’un Ortodoks Kilisesi kitabı, Ortodoks Kilisesi’nin öğretilerini açıkça ortaya koymaktadır ve eseri, Kilise’nin inançlarını tartışırken bu gelişme sorununu ele almaktadır. Episkopos Kallistos, Peder Georges Florovksy’ye çok benzeyen bir şekilde şöyle aktarır, “Gelenek, içsel olarak değişmezken (çünkü Tanrı değişmez), sürekli olarak yeni biçimler alır, bunların yerini almadan eskileri tamamlar”[30] Peder Georges Florovsky ve Episkopos Kallistos geleneğinde çok fazla beslenen Peder John Behr’in çalışması, bu soruya tarihsel bir duruştan yaklaşıyor.

 

  1. Ortodoks ilkelerinin uygulanması ve/veya konuya/soruna çözüm

Kardinal Newman’ın modeli neden yetersiz kalıyor? Kardinal Newman’ın modelinin neden Ortodoks bir dogma anlayışıyla uyuşmadığı, modelinin nereye gittiğine baktığımızda açıkça ortaya çıkıyor. Denemesinin birincil amacı, kesinlikle paylaştığımız bir hedef olan tarihsel Hıristiyanlığı savunmaktır. Yine de Kardinal Newman’ın çalışmasında Katolik Kilisesi içindeki gelişmeleri haklı çıkarmak olan ikincil bir amaç var. Bu gelişmeler, Papa’nın önceliği ve Validetullah’ın Günahsız Rahme Düşüşü anlayışı gibi şeyler, bizi kesinlikle bölen doktrinlerdir. Örneğin, argümanında bir kesit olan aşağıdaki iddiayı ele alalım: “Ve Papalık üstünlüğünün ikinci yüzyılda resmen tanınmamış olması, dördüncü yüzyıla kadar Kutsal Üçleme doktrininin kilise tarafından resmi olarak kabul edilmemiş olmasından daha az güçtür.’’[31] Onun argümanı, ilk Kilise’de bir şeyin yokluğunun, o şeyin Kilise’ye yabancı olduğunu göstermediğidir. Dolayısıyla ilk yüzyıllarda papalık otoritesinin ilanı olmamasına rağmen, bu onun var olmadığını göstermez. Newman’a göre bu, Kutsal Ruh doktrininin dördüncü yüzyılın konsillerine kadarki yokluğundan farklı değildir.

 

Newman’ın argümanı nüanslıdır ve kolayca reddedilemez. Argümanının Ortodoks ilahiyatıyla aynı fikirde olan yönleri olduğu için bu bir meydan okuma sunuyor. Örneğin, inancın Havarilerden kaynaklandığını kabul eder: “Böylece kutsal havariler, kendilerinden sonra gelen haleflerinin dindarlık ve tevazuyla formüllere indirgedikleri ve argüman yoluyla geliştirdikleri yüksek teoloji doktrinlerini kelimeler olmadan bileceklerdi”[32] Ortodoks ilahiyatı, inancın bütününün havarilere devredildiği ve bu inançlara Ekümenik konsiller zamanında daha eksiksiz bir ifade verildiği iddiasını kabul eder.

 

Kardinal Newman, Havarilerin Papalık Üstünlüğü gibi şeylerden habersizken teolojinin tüm gerçeklerine nasıl sahip olabileceklerini açıklamak için örtülü ve açık bilginin olduğunu iddia ediyor. Daha sonraki tüm doktrinler, havariler tarafından bildirilen doktrinler içinde olduğu ima ediliyor. Fikirlerin tamamen gelişmesi zaman alır. İma edilen şey zamanla açık hale gelir. Bunu şu sözlerle daha da açıklıyor:

 

En yüksek ve en harika gerçekler, ilham veren öğretmenler(aziz havariler) tarafından dünyaya bir kerede iletilmiş olsa da, dinleyiciler tarafından bir kerede kavranamadı ancak ilham almayan zihinler tarafından ve insanlar aracılığıyla alınıp iletildiği için, bunların tam olarak açıklığa kavuşturulması için daha uzun zaman ve daha derin düşünce gerekmiştir.[33]

 

Newman sık sık doğayla ilgili benzetmeler yapar ve doktrinsel gelişme fikri için de şu teşbihi yapmıştır: “büyük bir zihinsel çerçevede gerçeğin bir kısmının veyahut görünen kısmının filizlenmesi ve olgunlaşması’’.[34]

 

Sonunda Kardinal Newman’ın modeli onu papalık üstünlüğü için bir gerekçeye götürür. O zaman ayrılık nerede? Gelişimi savunması, bu gelişmelerin doğal olduğu varsayımına dayanır:

Hıristiyanlığın gelişmelerinin, zaman geçtikçe, beklendiği gibi, ancak doğal olduğu artık olası kılındı; ve bu doğal ve doğru gelişmeler, doğal ve doğru olarak, elbette eseri tasarlarken meşru sonuçlarını tasarlayan yazarı tarafından düşünüldü ve dikkate alındı.[35]

 

Bu düşünce tarzına göre, papalık üstünlüğünün yükselişi de aynı şekilde doğaldır: “Bu, doğaldır ve her gün meydana gelen olaylara paraleldir ve episkoposluğun veya papalığın ilahi hakkına halel getirmeksizin böyle düşünülebilir. ”[36] Bu gelişmelerin doğal olduğunu savunmanın zorluğu, sırf doğal olduğu için her şeyin olduğu gibi olduğunu öne sürmesidir; bu yüzden başka açıklama olamaz.

 

Ancak doğal olana böylesine bir güven sorunlarla karşılaşır. Newman, merkezi otoritenin gelişmesi doğal bir süreç olduğu gibi, Papalığın iktidara gelmesinin de doğal olduğunu söylemeye devam ediyor:

 

Siyasi bir organ tek bir yönetici olmadan var olamaz ve bu tek yönetici ne kadar büyükse, hükümet o kadar güçlü olmalıdır. Hıristiyan âleminin tamamı tek bir Krallık oluşturacaksa, bir baş esastır; en azından bu bin sekiz yüz yıllık deneyime göre böyledir.[37]

 

Bu monarşist görüş, siyasi yapıların her zaman daha fazla merkezileşmeye meyledeceğini, monarşilerin daha fazla güç toplamasının tarihin doğal seyri olduğunu varsayar. Ancak tarih, bu sözde doğal gelişmelerin de evrimleşebileceğini gösteriyor; büyük imparatorluklar, ancak geç parçalanarak ve birçok küçük devlete bölünerek büyük bir merkezi otorite elde edebilirler. Daha da sorunlu olan, Kilise’nin bu tür organlarla karşılaştırılabilir olduğu fikridir. Siyasi organlar yükselir ve düşer; onlar Kilise gibi ilahi olarak kurulmazlar.

 

Kardinal Newman, Hıristiyanlığı bir fikir olarak, zihinde var olan bir şey olarak gören bir görüşe fazlasıyla bel bağlar[38] Onun argümanında eksik görünen şey, Kilise’nin bir dizi fikirden veya başka bir siyasi düşünceden daha fazlası olduğu gerçeğidir.

 

Kardinal Newman’a karşı en güçlü argüman, ikinci yüzyılda yaşamış Lyonlu Aziz peder Irenaeus’un yazılarında bulunur. Sapkınlıklara Karşı adlı eserinde, nerede olursa olsun veya hangi dilde ifade edilirse edilsin, imanın aynı kaldığını savunur. Sapkınlıklara Karşı (1.10.2) eserinde aşağıdaki örnekleri kullanır:

 

Kilise, daha önce de söylediğimiz gibi, tüm dünyaya yayılmış olmasına rağmen, aldığı öğretiyi inancı, sanki tek bir evde yaşıyormuş gibi dikkatle korur. Ama Allah’ın yarattığı güneş nasıl bütün dünyada bir ve aynıdır, öyle ki, Hakikat’in vaazı olan ışık, her yerde parlar ve Hakikat bilgisine gelmek isteyen tüm insanları aydınlatır. Son derece belagatli olmalarına rağmen, kiliselere başkanlık edenlerin hiçbiri fazladan ne fazladan bir ekleme yapabilecek(çünkü hiç kimse Üstün’den üstün değildir); ne de zayıf bir konuşmacı var olandan bir şey çıkartabilecektir. Zira iman bir ve tek olduğu için, onu ne uzun uzun anlatabilen ona bir şey katar, ne de az bir şey söyleyen ondan çıkarır.[39]

 

Aziz Irenaeus, inancı farklı biçimler alsa da değişmeyen bir şey olarak sunar. Farklı dillerde, hatta farklı dil düzeylerinde var olmasına rağmen, güneş gibidir, tek kaynaktandır ve her yerde aynıdır.

 

Aziz Irenaeus bir sonraki bölümde (1.10.3) inancın çeşitli ifadelerinin doktrinleri nasıl değiştirmediğini göstererek devam ediyor:

 

‘’Bazılarının zekası sayesinde daha çok, bazılarının ise daha az bildiği gerçek, doktrinin kendisinin değişimi yüzünden olmaz. Mesellerde söylenenlerin anlamını daha çok ortaya çıkarmak ve onu hakiki doktrine tam olarak uyarlamakla gerçekleşir. [. . .] Bunun nedeni, daha önce de söylendiği gibi, tüm Kilise’nin tüm dünyada tek ve aynı inanca sahip olmasıdır.

 

Burada doktrinin kendisinin değişmediği vurgulanır; tohumdan bitkiye doğal bir büyüme misali sonradan gelişecek hiçbir şey yoktur. Bunun yerine, olan şey, inancın anlamının daha tam olarak ortaya çıkmasıdır. Peder John Behr, Aziz Irenaeus’u referans göstererek bu pasaj hakkında yorum yaparken, “O halde açıktır ki, Irenaeus için ‘geleneğin’ canlı olmadığı, değişemeyeceği, gelişemeyeceği veya başka bir şeye dönüşemeyeceği anlamındadır. Kilise, aldığı ve uyumlu bir şekilde vaaz etmesi, öğretmesi ve aktarması gereken bu vaazı ve bu inancı dikkatli bir şekilde korumakla görevlidir.”[40] Peder John, Irenaeus’un Sapkınlıklara Karşı’nın editörü W. W. Harvey’in, (Newman’ın tezinden on iki yıl sonra ortaya çıktı) Irenaeus’tan yukarıda alıntılanan pasaja aşağıdaki dipnotu ekledi: “En azından burada herhangi bir şekilde gelişen doktrin lehinde bir çekince yok. Hıristiyan antikitesinde bu tehlikeli yanılsamaya dair herhangi bir iz bulursak, bu tekdüze bir sapkınlık savunmasıdır.”[41] Harvey, Aziz Irenaeus’u Kardinal Newman’ın karşısına açıkça koyuyor ve bize, erken dönem kilisede gelişen doktrin teorisinin görülebileceğini hatırlatıyor. Bu doktrin yenilikle eş anlamlıdır ve yenilik her zaman heterodokslardan yana olmuştur.

 

  1. Sonuç

Dogmanın değişmeyen doğasına ilişkin Ortodoks görüşü tam olarak takdir etmek için, paradoksal görünen şeyi benimsemek gerekir. İlahi gerçek her zaman aynıdır, ancak değişen bir dünyada yaşıyoruz. Her şeyin sonsuza kadar aynı kalacağı, yaşanmış deneyimlerimize aykırı görünüyor. Dahası, yaşayan bir organizma olarak Kilise, büyümeye ve gelişmeye yatkın görünüyor. Ancak dogma, insan dilinde formüle edilmiş olmasına rağmen, bir insan yaratımı değildir.

 

Giriş İlahisi’nde, Arhimandrit Vasilios, bazı şeylerin nasıl değişip bazı şeylerin değişmediğinin en anlamlı tasvirlerinden birini verir:

 

Patristik öğretinin, Kutsal Babaların sözünün iletilmesi, sözlerini şu veya bu konuya bir uyum yardımıyla uygulamak meselesi değildir. Besinlerin canlı organizmalar tarafından alındığı, onlar tarafından özümsendiği ve kana, hayata ve güce dönüştüğü bir süreçtir. . . Böylece, yaşayan patristik öğretiler ne mekanik olarak aktarılır, ne arkeolojik olarak korunur, ne de tarihe yapılan gezilerle keşfedilir. Canlı organizmalar aracılığıyla nesilden nesile geçerken, onu kişisel sözü haline getiren ‘kilise babaları’ yaratarak, yeni bir mülk, bir mucize, verildikçe artan bir zenginlik yaratarak bütünüyle aktarılır. Bu asla değişmeyen değişimdir. O, ilahi öğretinin daimi durağan hareketi ve onun sürekli yaşayan değişmezliğidir. Öğreti her gün farklı ve yeni görünüyor ama aynıdır.[60]

 

İnancın merkezi gerçeğin ilahi vahyi, “değişmeyenin değişimidir”. Bu değişmez gerçekler bir kişiden diğerine aktarılırken, “değişmeyen değişim” yeni organizmalarda yaşar ve onlara yeni bir hayat verir. Allah’ın sözü her zaman aynıdır, ancak öğretmenden öğrenciye geçer ve bu şekilde büyür. Dogma ebedidir, ancak Kilise, inancın değişmeyen ilkelerine geri dönerek, yenilenme bulan yaşayan bir organizmadır. Episkopos Kallistos’un gözlemlediği gibi, insanları Ortodoksluğa çeken şey genellikle kalıcılık duygusudur: “Ortodokslukla karşılaştığında bir yabancıya ilk çarpan şey genellikle onun eski çağ havası, görünürdeki değişmezliğidir.”[61]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Dogma gelişir mi?