/ Kutsal Kitap / Yaratılış Kitabıyla ilgili sorular

Yaratılış Kitabıyla ilgili sorular

Yaratılış Kitabıyla ilgili sorular

Adem’den Nuh’a kadar olan süreçte neler oldu?  Nuh’tan Musa’ya gelene kadar neler oldu da insanlar binlerce çeşit inançlar üretebildiler?  Allah neden bu kadar karmaşaya izin verdi?  Mesih’ten önce putlara başvuranlar haklı mı?  Allah bunlara nasıl göz yumdu da binlerce yıl bekleyip sonra İsa’yı gönderdi?

 

Eski Ahit’in 1.kitabı olan Yaratılış Kitabı bu soruların çoğuna cevap vermektedir. Ancak Eski Ahit’e inceleyici bir gözle bakmak lazım. Suyun daha düşük seviyeleri işgal etme eğiliminde olduğu gibi insan da günahın hayatına girmesine izin verdiği andan itibaren irtidat eğilimine sahiptir.

 

İsyandan (günaha düşmesinden) sonra Adem’in farklı bir kişiliğe büründüğünü görüyoruz. Kendisini daha önce görmeyi can attığı Tanrı’dan saklanır ve Tanrı’nın sorusuna karşılık ne az ne de fazla ama tam bir cüretle suçun kendisinin değil fakat Havva’nın olduğunu, dolayısıyla ona Havva’yı veren Tanrı’nın hatası olduğu yanıtını verir. Oysa RAB Tanrı Adem’e, “Nerdesin?” diye seslendiğinde ona hatasını farketme ve tövbe etme fırsatını veriyor. Ve eğer Adem, o an “Beni affet, bir hata işledim”  deseydi, mesele hallolmuş olacaktı.

 

Böylece ilk çiftin Cennetten uzaklaştırmasının bir ceza değil, insan ırkı için bir koruma olduğunu anlıyoruz. İnsan, kin ve tutkularıyla Cennette yaşasaydı, bu nasıl bir Cennet olurdu? Al Capone, Hitler, Stalin vs. ile dolu bir cennet ne kadar arzu edilen bir Cennet olabilirdi ki? Ayrıca eğer insan yaşam ağacının meyvelerini tatmış olsaydı (Aden Bahçesinde bulunan ikinci ağaç) kötülük sonsuz olacaktı.

 

Tanrı, Cenneti bozulmuş insandan korur ve aynı zamanda insanı mükemmel cennetine mükemmel bir şekilde geri döndürmek için telafi planını hazırlar. (Tabii bu planın gerçekleşmesi için sevgili Oğlu’nun feda edilmesi şarttı)

 

Tanrı, bütün bunları kendiliğinden olarak yapmaz, zira Kendisi buna izin vermez. İnsanı özgür irade ile yaratmıştır ve bu özgürlüğe her boyutta saygı göstermeye kararlıdır. İnsana verilen en değerli armağan özgürlüğüdür. Rab bu armağanı insana vermiştir ve geri almaz. İnsanın karalarına saygı duyar. Rab insanı doğru yola sokmak için neler neler yapar… ama Kutsal Ruh’un çağrıları bir esinti gibidir. Kimseyi mecbur etmez. Azizler “Rab çok kibardır, hayatımıza kibarca davranır” derler. İnsan bunları ya duymamazlıktan gelir ya da kulak verir ve düzelir. (Βirçok insanın yaptığı gibi). Yüzyıllar boyunca Rab insanlığı bekledi; insanların Sesini duymasını ve Oğlunun gelişi için gerekli hazırlığı yapmalarını bekledi. Tanrı insanı bir çırpıda bir anda kurtarmayı, onu cennete sokmayı hararetle arzuluyordu ama öte yandan insanın işbirliğini istiyordu; zira aksi halde insanı bir robot haline getirecekti ki Rab bunu istemiyordu, istemedi şimdi de istemiyor. Düşünün ki, Evreni yaratmış Yüceler Yücesi, her şeyi çekip çeviren ve gücü her şeye yeten Tanrı, insanoğluna elini uzattı (Peygamberler gönderdi, bilge adamlar gönderdi vs,vs) ve insanın O’nun elini tutmasını bekledi. Ta ki İnsanoğlu “Pekkutsal Meryem” denen meyvesini sundu Tanrı’ya!

 

Yukardakiler Tanrı’nın beden almak için binlerce yıl beklediğini sorunuza cevap verir. Çünkü bu Tanrı’nın büyüklüğüdür. Ham ve olgunlaşmamış insanlığın olgunlaşmasını gayretle ve sabırla bekledi, “zamanın dolması”nı bekledi. Pavlus’un dediği gibi “Ama zaman dolunca Tanrı, Yasa altında olanları özgürlüğe kavuşturmak için kadından doğan, Yasa altında doğan öz Oğlunu gönderdi. Öyle ki, bizler oğulluk hakkını alalım.” (Gal.4,4-5)

 

Başka bir deyişle, günahtan ve kendi yolsuzluğundan iğrenen insanlığın kendi kurtuluşunu aramaya, O’nu kabul etmeye ve O’nun kurtarıcı kurbanını kabul etmeye hazır olmasını bekledi.

 

Ayrıca insanlığın en saf çiçeğini, en değerli meyvesini sunabileceği anı, bu planı uygulayacak yetenek ve iradeye sahip olan Meryem Ana’yı bekledi.

 

Adem’den Nuh’a kadar olan süreçte neler oluyor? İnsanlık iyi bildiği şeyi yapmaya devam ediyor: Tanrı’dan ve O’nun emirlerinden uzaklaşmaya. Gittikçe daha da yabancılaşıyor, her şeyi hatta kendini bile tanrılaştırıyor ve Tanrı ile alay ediyor. Dünyada O’na ibadet edecek sadece bir aile, Nuh’un ailesi kalıyor. Bu koşullar altında kurtuluş planı gerçekleştirilemez. Tanrı planını tamamen yok etmek istemediği için onu adeta yeniliyor, elinde var olan en iyi maya ile, Nuh’la yeni bir başlangıç ​​fırsatı veriyor.

 

Nuh’tan Musa’ya kadar neler oluyor? Daha doğrusu Nuh’tan ara bir etap olan İbrahim’e kadar neler oluyor? Yine, insanlar en iyi bildikleri şeyi yapmaya devam ediyor; Tanrı’dan uzaklaşıyorlar. Dolayısıyla Tanrı’nın, tüm insanlığı geliştirip hazırlamasına engel oluyorlar. Böylece, bir bütün olarak insanlığı “işlemesine” engel olduğumuz Tanrı, en azından ahlakı, tek ve gerçek Tanrı’ya olan inancı ve Mesih beklentisini koruyacak bir “alanı” çitle çevirmek zorunda kalır. Bu alan Bakire’nin doğacağı yuva, yerleşeceği rahimdir. Ve bu alan İsrail’dir.

 

Diğerleriyle de, hatta her biriyle ayrı ayrı ilgilenmeyi de ihmal etmez. Her insana vicdan sesini, içinde ona iyiyi hatırlatacak bir ses verir. Diğer insanlara karşı da kayıtsız kalmadı. Örneğin. Ninovalılara bir peygamber gönderdi; Yunus’u gönderdi, çünkü onu işitip tövbe edeceklerini biliyordu. Tek bir kilisede birleşebilecekleri zaman gelene kadar tüm halklara nimetler gönderdi; bunları halkların geleneklerinde görebiliyoruz.

 

Örneğin Yunanlılarda, MÖ 450 yılında kendisine baldıran zehrini içmemesini yalvaran öğrencilerine “Ölümden sonra ıstıraplı bir Cehennem olduğunu fakat güzel bir sonsuzluk olmadığını nereden biliyorsunuz?” diyen Sokrates figürü var. Ama yine, neden İsrail? Neden Mısırlılar, Babilliler, Sümerler, Yunanlılar veya Çinliler değil? Çünkü Tanrı İsraillileri etnik kökeni ya da dış özelliklerine göre seçmemiştir. İman kriterlerine göre seçmiştir. İbrahim’de sevdiği şey onun imanıydı, İbrahim’in DNA’sı değil. Mukaddes Kitap şöyle der: “Avram RAB’be inandı. RAB bunu ona doğruluk saydı.” (Yaratılış 15:6 & Rom. 4: 3)  

 

Peki, İbrahim’den Musa’ya kadar ne oluyor? İsraillilerin sürekli bir isyanda olduklarını ve Tanrı’nın olgunlaşmalarını beklerken daha da alçaldığını görüyoruz. Bu yüzden, ona da uymayacaklarını bilerek onlara yazılı kanunu (Yasa’yı) verdi, ama şimdi ölçülmek ve ne kadar eksik olduklarını anlamak için bir ölçütleri vardı. Ve bu Yasa, kusurlu ve eksik olarak, Tanrı tarafından, kusurlu, ham ve kaba insanlara sunulmaktadır. İnsanlara vermek istediği mükemmelliği ve yüksekliği sunmak adına olgunlaşmaları için doğru zaman gelene kadar, uyum sağladığını ve beklediğini görüyoruz.

 

        İşte zaman dolduğunda Rab beden aldı.  Daha önce değil, çünkü O’nun fedakarlığı anlaşılmaz ve kabul edilemez olurdu, boşa giderdi. Daha sonra da değil. Yozlaşmış insanlığın yarını yoktu, yozlaşma insanın geleceğini mahvediyordu. Her Şeyi Bilen O, gelmesi gereken doğru zamanı bildi ve o zamanda yeryüzüne geldi. Yani daha da alçaldı. Çünkü beden alması, meleklerin gördüğü ve hayran kaldıkları akıl almaz bir alçalıştan başka neydi ki? Melekler Tanrının büyüklüğü ve yarattığı insana gösterdiği sevgi için O’na şükrettiler.

 

Öyleyse İsrail dışındaki Hıristiyanlık öncesi halklar haklı mı? Tam olarak değil. Elbette gerçek Tanrı’ya yaklaşmaları imkansızdı. Tanrı kendini ifşa eder, O’na aklımızla dokunamayız. Ancak Elçi Pavlus’un Romalılara yazdığı mektupta dediği gibi, onların da (İsrail dışındaki Hırıstiyanlık öncesi halklar) sorumlulukları vardır. Böylesine harika bir yaratılışı yaşayarak ve tanık olarak, genellikle kendi tutkularını atfettikleri intikamcı, kötü, kıskanç, ayyaş, fahişe ve zina yapan tanrılar yaratmak yerine, “gerçek” Tanrı hakkında iyi bir şey düşünebilirlerdi.

 

        Ve Tanrı niçin bugüne kadar O’nu kabul etmeyen ve O’nu tanımayan insanların olmasına izin verir? Kendilerine O’nu tanıma şansı verilmeyenler, farklı şekilde yargılanacaklardır. Ancak O’nu kabul etmeyenler için başka şeyler geçerlidir. Rab, varlığını ve inancı hiçbir cana zorla kabul ettirmez. Bize şöyle dedi: “kim istiyorsa ardımdan gelsin” O, talepkar bir patron olarak değil, kibarca ruhumuzun kapısının dışında duran ve O’na açılmamızı bekleyen bir ziyaretçi olarak gelir (Vahiy 3:20) “İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim, ben onunla ve o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz.” O’nu kapıda iyi karşılamak, her birimizin ayrı ayrı sorumluluğu ve kararıdır.

 

        Ne yazık ki, gördüğümüz gibi, o zamanlar da şimdi de karışıklık bizim eserimizdir. Ve Tanrı saygı duymayı, çağırmayı ve beklemeyi bilir. Bazen O’nun pedagojik yöntemleri/eğitimi sert görünebilir. Hayatımızda zorluklara izin verdiği zamanlar vardır.  Buna, zorluklar bizi yeniden düşündürdükleri ve O’na yaklaştırdıkları zaman izin verir. Ve bu zorluklara sonsuz hayatın bedeli olduğuna inandığımızda buna katlanabiliriz.

 

 

 

 

 

 

 

Yaratılış Kitabıyla ilgili sorular