/ Konuşmalar, aziz pederlerin sesi / Yuhanna ed-Dımaşkī’nin Islam hakkında yazısı

Yuhanna ed-Dımaşkī’nin Islam hakkında yazısı

Yuhanna ed-Dımaşkī’nin Islam hakkında yazısı

                       

Yuhanna ed-Dımaşkī  olarak da bilinen Şamlı aziz Yuhanna, 675 yılında Şam’da (Suriye) zengin ve dindar anne-babanın oğlu olarak doğmuştu. Babası Sergiyos’un evlat edindiği Kozmas (14 Ekimde anılır) ile birlikte büyüdü ve yine Kozmas adında, bazı Araplar tarafından İtalya’da esir alınan ve babası tarafından kurtarılmış bir keşişin öğrencisi oldu. Döneminin büyük bir filozofu ve aydınlatıcısı haline geldi. Halifeler (Muhammed’in soyundan gelenler) tarafından danışmanlık rütbesiyle onurlandırıldı; ancak kısa süre sonra 710 yılına doğru manastır yaşamına çağrı duydu. Bunun üzerine, Kudüs ile Ölü Deniz arasında, Yahuda çölünde. Aziz Savas manastırına yerleşti ve manastırında çilekeş yaşam sürmeye başladı; orada papaz atandı. Buradan ancak Kudüs’e gidip vaazlar vermek için çıktı. “Ortodoks İmanının açıklaması” isimli eserini burada yazdı; kutsal resimleri mukaddes saymayı da yine burada bulunduğu sırada kuvvetle savundu. Teoloji, ahlak, asetizm ve Islam’a karşı yorum’la ilgili eserler yazmıştır. Bize bir çok homeli ve şiir de bırakmıştır.Yazdığı yazılarla ikona kırıcılar İzavriyan Leo ve Konstantin Kopronimus’a karşı cesurca mücadele etti. Hristoloji’nin en iyi temsilcilerinden biridir. Yeteneğinden ve sözlerinin güzelliğinden dolayı ona ‘Chryssoroas’ (altın akan) adı verildi ki bu unvan aynı zamanda Şam yakınında akan nehrin de adıydı. Ortodoks inancı düzgün bir şekilde gözler önüne serdiğinden sistematiğin başlatıcısı ve skolâstik tanrıbilimin babasıydı. 760 yılında huzur içinde öldü. Tanrıbilimsel yazıları arasında şiir ve düzyazı şeklinde yazılmış ilahileri ve bal tadındaki şarkıları, Mesih’in Kilisesini süslemektedir. 

 

Tarikatlar hakkında (Peri Ereseon )

Çev. Dr. İsmail Taşpınar*

 

Giriş

Bir de günümüzde hala ciddi olarak varlığını sürdürmekte olan, kavimleri yoldan çıkaran ve deccalın (α̉ντιχρίστου) geleceğini haber veren İsmaililer vardır. Onların kökeni, İbrahim ve Hacer’in oğlu olan İsmail’e dayanmaktadır. Bundan dolayı, onlara Hacerîler (Άγαρηνοὶ) ve İsmailîler (Ίσµαηλι̃ται) de denmektedir. Bunlar ayrıca Sarasinler (Σαρακηνοὺς) olarak da isimlendirilmektedir. Bu, ‘Sare tarafından [mirastan] mahrum bırakılmışlar’ anlamına gelmektedir. Gerçekten de Hacer, meleğe “Sare beni mahrum bırakarak kovdu” şeklinde cevap vermiştir.

Onlar, putperest idiler ve Sabah yıldızı ile, kendi dillerinde tam olarak Kabar diye isimlendirdikleri ve ‘büyük’ anlamına gelen Afrodit’e tapmakta idiler.

İslâm’ın Zuhuru

Böylece, Heraklius’un dönemine kadar açıkça putperestlikle amel ettiler. Bu dönemden günümüze kadar, kendi aralarından Mamed (Μάµεδ) adında bir yalancı peygamber (ψευδοπροφήτη) ortaya çıktı. Eski ve Yeni Ahid ile ilgili bilgileri tesadüfen öğrendikten ve, aynı zamanda, muhtemelen bir ariusçu rahib ile sık sık görüştükten sonra, kendi sapkınlığının temelini attı. Dindar görünerek halkın teveccühünü kazandıktan sonra, gökyüzünden gelen bir metnin (γραϕην) Tanrı tarafından kendisine vahyedildiğini söylemeye başladı. Kitabında bazı gülünç doktrinler kâleme alarak, onlara Tanrı’ya ibadetin bu şekilde olacağını nakletti.

Kur’an İlâhiyatı

 Bir tek Tanrı’nın olduğunu, O’nun her şeyin yaratıcısı olduğunu, doğurulmadığını (µήτε γεννηθέντα) ve doğurmadığını (µήτε γεγεννηκότα) söylüyor. Onun söylediklerine göre Mesih, Tanrı’nın kelâmıdır ve ruhudur; ancak o, mahluktur ve onun kuludur; Mûsâ ve Harun’un kız kardeşi olan Meryem’den cinsel ilişki (döllenme) olmadan doğmuştur. O, Tanrı’nın kelâmı ve ruhunun Meryem’e gerçekten dahil olduğunu ve Tanrı’nın bir kulu ve peygamberi olan Îsâ’yı meydana getirdiklerini (έγέννησε) söylemektedir. Ona göre, yahudiler kanuna (şeriata) aykırı olarak onu haça germek istemişler; ancak, yakaladıktan sonra sadece onun gölgesini haça gerebilmişlerdir. O, bizzat Mesih’in kendisinin ne haça gerilmeyi ne de ölümü tattığını belirtmektedir. Gerçek’den Tanrı onu gökyüzünde kendi yanına almıştır, zira onu seviyordu. O, aynı şekilde, Mesih gökyüzüne çıkar çıkmaz, Tanrı’nın onu sorguya çektiğini de söylemektedir: “Ey Îsâ! Sen mi: Tanrı’nın oğluyum ve Tanrı’yım, dedin?”. Ona göre, Îsâ şöyle cevap verdi: “Rabbim, bana karşı merhametli ol! Benim böyle bir şey söylemediğimi ve sana kul olmaktan şikâyet etmediğimi biliyorsun. Ancak, kötü insanlar, benim böyle bir açıklamada bulunduğumu yazdılar; onlar, benim adıma yalan söylediler ve hata yapmaktalar.” Onun dediğine göre, Tanrı ona şöyle cevap verdi: “Ben, senin böyle bir açıklamada bulunmadığını biliyorum.”

Vahyin Eleştirisi

Bu kitapta daha başka gerçekten birçok gülünç ifade de yer almaktadır; bir de bunun kendisine Tanrı tarafından inzal edildiğini iddia ediyor. Biz diyoruz ki: Tanrı’nın ona kitap verdiğine kim şahit olmuş; veya peygamberlerden hangisi, böyle bir peygamberin gelmesi gerektiğini haber vermiş? Şu sözümüzle onları zor durumda bırakırız: Tanrı bulutun, ateşin, karanlıkların ve fırtınanın ortasında tecelli ettiğinde, Mûsâ Tevrat’ı Sina’da bütün halkın gözü önünde almıştı. Mûsâ’dan sonra gelen peygamberlerden her biri, Mesih’in geleceğini, Mesih’in Tanrı olduğunu ve Tanrı’nın oğlunun bedenlenerek geleceğini, haça gerileceğini, öleceğini ve tekrar dirileceğini ve yaşayanları ve ölüleri onun hesaba çekeceğini tebliğ etmişlerdir. Biz onlara: “Neden sizin peygamberiniz de, kendisine başkaları şahitlik edecek şekilde gelmedi; aynı şekilde, neden halkın gözü önünde duman tüten bir dağın üzerinde Mûsâ’ya Tevrat’ı veren Tanrı, sizin bahsettiğiniz kitabı ona aynı şekilde, sizin huzurunuzda, sizi ikna edecek şekilde vermedi?” Onlar, “Tanrı dilediğini yapar” şeklinde cevap veriyorlar. Bunu biz de iyi biliyoruz; ancak biz, kitabın peygamberinize nasıl vahyedildiğini size soruyoruz, diyoruz. Onlar, kitabın ona uyurken inzal olduğu şeklinde cevap veriyorlar. Onlarla alay etmek için onlara şu soruyu soruyoruz: Madem ki, kitabı uyurken, kendisi farkında olmadan almış; o zaman halk arasında söylenen söz ona çok uygun gelmekte.** Onlara tekrar şu soruyu yöneltiyoruz: Madem ki kitabınızda bizzat o, şahit olmadan hiçbir şey yapmamanızı veya hiçbir şey almamanızı sizden istemekte; öyleyse neden siz de ona: önce sen, Tanrı’nın peygamberi ve resulü olduğunu şahitlerle ispat et; ve hangi Kitap, senin lehinde şahitlik yapmakta, diye sormadınız? Utanmış bir vaziyette, cevap veremez duruma düşerler. Haklı olarak onlara şunu söylüyoruz: Madem ki, şahit olmadan tek bir kadınla evlenmenize, alışveriş yapmanıza ve mal sahibi olmanıza müsaade edilmedi ve yine, tek bir şahit olmadan ne merkeplere ne de davara sahip olunabileceğini kabul ediyorsunuz; yani, kadınları, malları, merkepleri ve diğer şeyleri ancak şahitler huzurunda alıyorsunuz; sadece îmanı ve kitabı hiçbir şahit aramadan kabul ediyorsunuz! Zira, size bu kitabı nakleden kişi, hiçbir güvenceye sahip değil, ve önceden onun lehine şahitlik eden hiç kimseyi de tanımıyoruz. Dahası, onu uyurken almış!

Şirk Suçlaması

Onlar bizi ‘müşrikler’ diye isimlendiriyorlar. Çünkü, Mesih Tanrı’nın oğludur ve Tanrı’dır dediğimizde, bizim Tanrı’nın yanına bir ortak yerleştirdiğimizi söylüyorlar. Biz onlara bu, peygamberlerin ve Tanrı’nın bize bildirdiği bir şeydir, diyoruz. Siz de peygamberleri kabul ettiğinizi söylüyorsunuz. Şâyet biz, yanlışlıkla Mesih Tanrı’nın oğludur diyorsak, bunu bize öğreten ve nakleden onlardır. Onlardan bazıları, onları mecazî olarak yorumlamak suretiyle peygamberlere bizim atfettiğimizi iddia etmekteler, diğer bir kısmı ise, İbraniler’in bizlere (biz hristiyanlara) besledikleri kin sebebiyle ve bizleri dalâlete düşürmek için bu metinleri peygamberlere atfettiklerini söylemekteler.

Onlara tekrar şu soruyu soruyoruz: Mesih’in, Tanrı’nın kelâmı ve ruhu olduğunu söyleyen sizler, neden bizleri ‘müşrik’ diye suçluyorsunuz? Zira, kelâm ile ruh, içinde tabii olarak bulundukları şeyden ayrılamazlar. Madem ki o, Tanrı’da Tanrı’nın kelâmı olarak mevcut ise, o zaman o da açıkça Tanrı’dır. Ancak, şâyet Tanrı’nın dışında ise, o zaman size göre Tanrı’nın kelâmı ve ruhu yoktur. Böylece Tanrı’ya bir kimseyi şirk koşmaktan sakındırırken, onu âtıl bırakıyorsunuz. Gerçekten de, O’nu âtıl bırakıp taşa, oduna ya da cansız başka herhangi bir şeye benzer bir hal almasına sebep olmaktansa, O’nun bir şeriki olduğunu söylemeniz sizin için daha hayırlıdır. Bundan dolayı, bizlere ‘müşrik’ demekle iftirada bulunuyorsunuz; buna karşılık biz de sizi, Tanrı’yı ‘âtıl bırakanlar’ (προσαγορεύοµεν) olarak isimlendiriyoruz.

Putperestlik Suçlaması

Onlar bizi nefret ettikleri haçın önünde eğildiğimiz için putperestlikle de suçlamaktalar. O zaman biz de onlara şöyle diyoruz: Neden ellerinizi Kabe’nizdeki taşa sürüyor ve onu kucaklayacak kadar seviyorsunuz? Onlardan bazıları, İbrahim’le Hacer’in bu taşın üstünde birleştiğini; diğer bazıları ise, (İbrahim’in) İshak’ı kurban ederken dişi deveyi ona bağladığını söylemekteler. Biz onlara şöyle cevap veriyoruz: Kitaba göre orada üstünde çalıların ve ağaçların olduğu bir dağ varmış; İbrahim, ateşte yakılacak kurban için onlardan keser ve İshak’a bunları yükler, eşekleri de hizmetçilerle birlikte geride bırakır. Öyleyse, bütün bu saçmalıklara ne gerek var? Gerçekten de, bu yerde ormandan kalma bir ağaçlık yok ve buralardan eşekler de geçmiyor. Sonra yüzleri kızarıyor; o zaman da İbrahim’in taşı olduğunu iddia ediyorlar. Buna karşılık biz şöyle diyoruz: Saçmalayarak söylediğiniz gibi, var sayalım ki İbrahim’e ait! Pekalâ siz, sadece İbrahim bunun üzerinde bir kadınla birleşti diye veya bir dişi deveyi bağladı diye ona sarılmaktan utanmıyor musunuz? Oysa siz, kötü ruhların gücünü yok eden ve şeytanın iğvalarını boşa çıkaran Mesih’in haçı önünde eğildiğimiz için bizleri ayıplıyorsunuz! Zaten, onların önünde eğildikleri ve Kabar diye isimlendirdikleri bu taşın, Afrodit’in başı olduğu söylenmektedir. Halen günümüzde dahi, taşı dikkatli bir şekilde izleyenler, orada bir baş izinin olduğunu fark edebilmekteler.

Kadın Sûresi

Daha önce de belirtildiği gibi, bu söz konusu Muhammed, birçok saçma metin telif etmiş ve her birine de birer başlık vermiştir. Bunlardan biri de Kadın Sûresi’dir (ή γραφή); burada açıkça herkesin dört kadın ve, bu dört kadının dışında elinin altında bulundurma kudreti ne kadar imkân veriyorsa, bin adet cariye almaları açıkça emredilmiştir; kişi, dilerse birini boşar ve başkasını alabilir. O, bu kanunu şu gerekçe ile tesis etmiştir: Muhammed’in, Zeyd adında bir arkadaşı vardı. Bu adamın, Muhammed’in kendisine vurulduğu güzel bir eşi vardı. Birlikte oturuyorlar iken, Muhammed şöyle dedi: Arkadaşım, Allah ben-den senin eşini almamı istedi. Zeyd, ona şöyle cevap verdi: Sen bir peygambersin, Allah sana ne emrediyorsa onu yap. Veya, rivâyeti baştan aktaracak olursak, o şöyle söylemiştir: Allah bana, eşini boşamanı emretti. O da eşini boşar. Birkaç gün sonra o, şöyle der: Allah bana, onu kendime almamı emretti. Onu kendine eş olarak aldıktan ve onunla zina ettikten sonra, şu kanunu yayınlar: Kim, eşini boşamak istiyorsa onu boşasın. Ancak, onu boşadıktan sonra tekrar onunla evlenecekse, öncelikle kadınla bir başkası evlenmeli. Gerçekten de, bir başkası onunla evlenmediği müddetçe onunla evlenemez. Şâyet kadını boşayan kardeşi ise, dilerse onunla kardeşi evlenebilir. Söz konusu yazıda bu mealde tavsiyelere de yer vermektedir: “Allah’ın sana verdiği toprağı sür, ve bunu itina ile yap; işte bunu yap, ve bu şekilde icra et” – Onun kullandığı müstehcen ifadeleri kullanmamak için böyle ifade ediyoruz.

Tanrı’nın Dişi Devesi Sûresi

Aynı şekilde, bir de Tanrı’nın Dişi Devesi Sûresi var. Bu konuda, bir dişi devenin Tanrı tarafından gönderildiği, nehrin tamamını içtiği ve yeterli boşluk olmadığı için iki dağ arasından geçemediğinden bahsetmektedir. Dediğine göre, orada bir kavim yaşamakta idi: Bir gün o kavim sudan içmekte idi, daha sonra, dişi deve sudan içiyordu. O suyu içtiğinde onlara su yerine süt vermek suretiyle onları beslemekte idi. Ancak, onun dediğine göre, bu insanlar çok kötü kimselerdi ve kalkıp dişi deveyi öldürürler. Oysa, onun küçük bir dişi yavrusu olmuştu ve dediğine göre, annesinin ölümünden sonra Tanrı’ya yakarır ve bunun üzerine Tanrı onu kendi yanına alır. Biz onlara şunu soruyoruz: ‘Bu dişi deve nereden geliyordu?’ Onlar, ‘Tanrı’dan’, diyorlar. Daha sonra şöyle diyoruz: ‘Başka bir deve, onunla birleşti mi?’ Onlar, ‘hayır’ diyorlar. Bunun üzerine biz de, ‘Öyleyse, onun nasıl yavrusu oldu?’ diyoruz. ‘Gerçekten de, gördüğümüz gibi, dişi devenizin ne bir babası, ne annesi, ne de atası var ve yavrusu olunca da belâya dûçar oldu. Ancak, erkek deve ortada olmayınca, yavru dişi deve yukarı alındı. Öyleyse, kendisine Tanrı’nın konuştuğunu söylediğiniz peygamberiniz, bu dişi deve konusuyla ilgili onun nerede yayıldığı ve sütünü içmek için kimlerin onu sağdığını öğrenmedi? Belki o da birgün kötü kimselerle karşılaştı veya sizden önce cennete girdi ve kendisi hakkında saçma sözler sarfettiğiniz sütten nehrin kaynağı odur? Siz, cennetinizde üç nehrin aktığını söylüyorsunuz: biri su, biri şarap ve biri de süt. Sizden önce giden dişi deve cennetin dışında ise, açlıktan ve susuzluktan zayıflamıştır veya başkaları onun sütünden istifade ediyorlardır; o zaman sizin peygamberinizin Tanrı ile irtibatta olduğunu söyleyerek böbürlenmesi boşunadır. Zira, dişi devenin sırrı kendisine aşikâr olmamıştır. Ancak, şâyet cennette ise, oradaki suyu da içiyordur. Böylece cennet nimetlerinin ortasında susuz kalacaksınız. Şâyet, yakınından geçen şarap nehrinden içmek isterseniz, su olmadığı için onu katışıksız içersiniz -çünkü dişi deve suyun tamamını içmiş olur-, o zaman da sizi ateş basar, sarhoşluk başınızı döndürür ve uyursunuz. Uykusuzluktan başınız şişeceği ve şaraptan tamamiyle sarhoş olacağınız için, cennetin nimetlerini de unutursunuz. Nasıl oluyor da peygamberiniz, nimetler cennetinde başınıza bu işlerin gelmemesi için bu olacakları düşünmedi; ve yine neden dişi deve ile, onun şimdi nerede yaşadığı ile ilgilenmedi? Ancak sizler de o rüyada iken sizlere üç nehrin detayları ile ilgili bilgiler verirken, onu sorgulamadınız. Size gelince, şunu size açıkça söylüyoruz ki, sizin mucizevî dişi deveniz eşeklerin ruhlarına sizden önce girdi; siz de hayvanlar gibi oraya gitmek üzeresiniz. İşte; dış karanlıklar, ebedî ceza, sönmeyen ateş, uyumayan kurtçuk ve cehennemin kötü şeytanları orada.

Sofra Sûresi

Muhammed, Sofra Sûresi’nden de bahseder. O, Mesih’in Tanrı’dan bir sofra istediğini ve onun kendisine verildiğini bildirir. Ona göre Tanrı, ona: “Sana ve seninkilere hiç bozulmayacak bir sofra verdim” şeklinde cevap vermiştir.

İnek Sûresi

O, aynı şekilde, İnek Sûresi’nden ve daha başka gülünç sözlerden bahsetmektedir ki, ben sayıları çok olduğu için bunları söylemeden geçmek zorundayım.

Emirler ve Yasaklar

O, onlara ve eşlerine sünnet olmalarını emretti. Şabat’ı yerine getirmemeyi ve vaftiz olmamayı emretti, Tora’nın yasakladığı bazı gıdaları yemeye izin verirken diğer bazılarından sakındırmıştır. Yine o, şarap içmeyi kesinlikle yasaklamıştır.

 

*Tercümede esas alınan metin, Raymond Le Coz’un Yunanca aslından Fransızca’ya yaptığı tercümedir. bk. Jean Damascène, Écrits sur l’Islam (yay. haz. Raymond Le Coz), Paris 1992, s.211-227.

**Burada, atasözü tam olarak ifade edilmemiş. A. Th. Khoury, bu konuda Zigabène’in Panoplie adlı eserindeki atasözüne işaret ediyor: “Yatağının dışında uyuyan kimse, sık sık ilgisiz ve garip rüyalar görür.”

 

Yuhanna ed-Dımaşkī’nin Islam hakkında yazısı