/ Konuşmalar, aziz pederlerin sesi / İslamiyet’e Karşı Anti-Tezler

İslamiyet’e Karşı Anti-Tezler

İslamiyet’e Karşı Anti-Tezler

Sayısız Müslüman’ı Vaftiz Etmiş Olan Rus Şehidinin Dersleri

(Bölüm 1)

 

Bu seride Peder Daniel Sysoev, geleneksel Ortodoks karşılaştırmalı teolojisi çerçevesinde Muhammed’in yaşamının ve çalışmasının teolojik ve mistik yönlerinin yanı sıra İslami doktrinin eleştirel bir analizini sunar. . .

 

  1. Bölüm – İslam’a Dair

Bugün yalnızca İslam’ı olduğu gibi konuşmayacağız. Elbette, bu konuya değinmemiz gerekiyor çünkü pek çok insan bu din hakkında hiçbir şey bilmiyor, yalnızca geleneksel ve pozitif yanlarından haberdarlar… Bundan da bahsedeceğiz, ancak günümüzde var olan belirli eğilimler ve biçimler hakkında da konuşacağız çünkü neler olup bittiğine dair en ufak bir fikri olmayan pek çok insan şunları söylüyor: “Eh, Müslümanlar terör saldırıları yaparlar ve hepsi teröristtir” veya tam tersine: “Müslümanlar terörist değildir çünkü inançlı bir Müslüman terör saldırıları düzenlemez”. Bunun söylenmesinin nedeni, Arapça’da ümmet olarak adlandırılan Müslüman toplumun iç yapısını bilmemeleridir. Bu dini eğilimi, yalnızca Tanrı’nın bakış açısından değerlendirebiliriz.

Niçin ‘’Tanrı’nın bakış açısından’’ dedim? Biz Hristiyanlar kendi bakış açımızla değerlendirmemeye gayret ederiz. Bu şaşılası değildir. İngiliz bir yazarın söylediği gibi: ‘’Tek doğruyu bulamamışsan yüz binlerce bakış açısına sahip olursun. Bu yüzden tek bakış açısına sahip olacaksın -doğru olana’’

İlk olarak, İslam’ın olduğu gibi ne olduğunu söylemek gerekir. Sıklıkla, insanlar İslam hakkında konuştuklarında onu bir din olarak adlandırırlar. “Din” kavramı, insanların dua etmek ve bazı manevi sorunları çözmek için bir araya geldikleri bazı dini organizasyonları, kiliseleri veya mezhebi karakterize eder.

Özünde bu çok da doğru sayılmaz. Bize göre İslam, geleneksel dinden uzaktır. Bunu hatırlamak çok önemlidir çünkü konuşmamız genellikle iki sağırın konuşmasına dönüşür. Müslümanlarla konuştuğumuzda biz bir şeyden bahsediyoruz, onlar farklı bir şeyden bahsediyorlar. Sonuç olarak, birbirimizi anlayamıyoruz çünkü bir ve aynı kelimelere kesinlikle farklı anlamlar yüklüyoruz.

Geçenlerde çok iyi bir adam tarafından İslam’a davet edildim, İslam’a geçme nedenlerini ve neden gerçek bir din olduğunun açıklamasını yaptı. O adam bana İslam’ın gerçek bir din olduğunu açıklamaya çalışıyordu çünkü Müslümanlar sigara veya uyuşturucu kullanmıyorlardı, bütün kızlar bakireydi ve israf kabul edilemezdi bu yüzden de İslam çok iyi bir dindi ve gelişmiş insanlık için tek umuttu.

Aslında bu büyük oranda doğru değil, 80% oranında eroin İslami ülkelerde yetiştiriliyor. Ama mesele şu ki, insan dine bir yaşam biçimi olarak bakar. İslamiyet’in bu konuda kendine has bir yanı var. Islam.ru veya koran.ru gibi siteleri ziyaret edersek sunulan ürünlerin çoğunun inananın hayatını inşa etmesi için ayrıldığını görürüz. Arap mutfağı ve pazarı, sakalın uzunluğu ve standartları, iç çamaşırlar veya şeriatta olan herhangi bir şey. Gördüğünüz gibi Tanrı’nın yetkisine bağlı yaşamımızın yüzeysel sistemini inşa etme girişimidir. Bu anlamda İslam, nasyonal-sosyalist ve komünist inşa, modern küreselleşme vb. projelerle karşılaştırılabilir, ancak -Ortodoks veya Katolik- kiliseyle karşılaştırılamaz. Bu ilahi araçların yardımıyla ve Tanrı’nın yetkisi altında O’nun krallığını yer yüzünde yaratma projesidir.

Daha da fazlası bir Müslüman asla din ve siyaseti birbirinden ayırmaz. Bunu idrak etmek çok önemlidir, çünkü bu İslam’ın tipik bir özelliğidir. Örneğin Amerika ve Papua Yeni Gine arasında bir yerde, yani Müslümanlar arasında yaşayan bir Ortodoks düşünebiliriz. Gördüğünüz gibi, bir insanın tüm yaşamını saran Ortodoksluk, hala tam olarak yabancı bir düzenle birlikte yaşayabileceğini varsayıyor. Ayrıca, Ortodoksluk’ta bunun normal bir durum olduğunu biliyoruz, çünkü Tanrı’mızın dediği gibi Mesih’in krallığının “bu dünyadan olmadığını” biliyoruz. Bu nedenle Ortodoks bir Hristiyan, Hristiyanlık karşıtı ortamda bile Ortodoks kalabilir. Elbette böyle bir ortamın olması bizim için normal değil ama kıyamete kadar kaçınılmaz bir durum gibi görünüyor. Filozof Aziz Yustin’in dediği gibi ‘’Biliyoruz ki Tanrı’nın geri döneceği ve hepimize özgürlük bağışlayacağı kıyamet gününe kadar kilise zulüm görecektir.’’ Bu yüzden zulüm bizim için sıradan bir durumdur.

Niçin, çünkü biz yabancıyız, bu Dünya’da Tanrı’nın krallığını temsil ediyoruz. Sanki öyle değilmişiz gibi hissediyoruz ama aslında düşman bölgeye gönderilen casuslarız. Ortalamanın üstünde veya altında rahatlığa sahip olabiliriz, ancak bu dünya bizim var olabileceğimiz bir yer olmasına rağmen insani çabalarımızla bu dünyanın Tanrı’nın krallığı olacağını ummuyoruz. Tanrı’nın kendisinin müdahale edeceğini ve evreni yeniden yapılandıracağını umuyoruz.

İslamiyet’ten oldukça farklı. İslam’a göre yalnızca şeriat kanunlarıyla, hukukuyla, gerçekleştirilen Tanrı’nın hizmeti vardır.  Bu yasa, insanın fiziksel, ruhsal ve sosyal hayatını alt üst eder, diğer tüm faaliyet alanları gibi aile hayatına müdahale eder. Dolayısıyla, şeriat küresel bir projedir ve en ilginç yanı, Tanrı’nın kendi müdahalesini içermez. Ortodoksluk’ta her şey Yüce Tanrı tarafından yapılır, İslam’da Tanrı’nın müdahalesi siliktir.

Açıklamaya çalışacağım. İslam’da insan, melek veya bir atom tarafından yapılan bütün eylemler Tanrı-Allah tarafından gerçekleştirilmiş sayılır. Bu da insanın her şeyi kendi başına yapması gerektiği bir paradoksa yol açar. Tanrı’nın müdahalesinin çok fazla olmasından dolayı insanın özgürlüğü için pratikte yer yoktur ve sahip olduğu tek özgürlük kırıntısı seçme özgürlüğüdür, bu da yardımıyla her şeyi yapabileceği tek araçtır. Bu bir paradokstur ve İslami zihniyeti tanımlar.

Diğer yandan, insan her şeyi yapabilir örneğin bir terör saldırısı düzenleyebilir ve bunu bir erdem olarak görebilir. Neden? Çünkü bunu insan aracılığıyla Allah gerçekleştirmiş sayılır. Aynı zamanda insan Allah’ın yardımını beklemesi gerekmediğini de bilir. Neden kendi yapmasın ki?  Çünkü Allah her şeyi kendi yapar ve sen bir kukla olduğun için hiçbir şey istemeye hakkın yoktur. Yalnızca ufak bir özgürlüğe sahipsindir.

Ömer Hayyam diyor ki: ‘’Top, evet veya hayır diyemez. Oyuncunun vuruşuna bağlı olarak ya buradadır ya orada.’’ Vuruşu Allah yaptığı için bizler de öyleyiz. Gördüğümüz şey, bu dünyada Tanrı’nın krallığını inşa etmek için garip bir girişimdir, ancak Tanrı’nın kendisi olmadan bu İslam’ı sadece komünizm veya nasyonal sosyalizm gibi gösterir. Bu arada İslam ülkelerinin sosyalizmi hevesle kabul etmeleri de dikkat çekicidir. Suriye ve Saddam Hüseyin’in iktidar olduğu dönemde Irak ve birçok İslam ülkesi sosyalisttir. Yine birçok İslam ülkesi Sovyetler birliğiyle müttefikti. İttifak sadece silah ihracatına değil, aynı zamanda ortak ideolojiye de dayanıyordu.

Şimdi İslam’ın ne olduğunu tanımlamak gerekiyor.

İslami bakış açısına göre dünya ikiye ayrılır: Darü-l İslam ve Darü’l harp. Darü’l İslam, şeriat kanunlarının hüküm sürdüğü yerlerdir. Bu ülkeler Darü’l İslam’dırlar ve Allah’ın kanunlarına göre yaşarlar. Bu yasalara uymayanlar özel yaptırımlara uğrarlar. Şeriat ve şeriatın uyarlanmış olduğu Kuran’a göre bütün Müslüman olmayanlar da iki gruba ayrılırlar: Putperestler ve Ehl-i Kitap. Putperestler kutsal yazıları otorite olarak kabul etmeyen ve yaratıcıya saygı duymayan insanlardır örneğin ateistler, Budistler, Hindular, Şamanistler vb. Zorla İslam’a girmeye veya ölüm cezasına mahkumdurlar, üçüncü bir seçenek yoktur. Kuran’da bahsedilen Hristiyan, Yahudi ve Zerdüştilerin dahil olduğu kitap ehli ise yaşama hakkına sahiptir. Onlara İslam’a karşı gelmemek, İslam’ı eleştirmemek, vaaz etmemek, cizye vermek, sırtlarına haç takmak(Hristiyanlar için), tek katlı evlerde yaşamak, binek sahibi olamamak vb. bazı kısıtlamalara uymak şartıyla fahri yaşam hakkı verilir. Gündelik yaşamla bağlantılı başka kısıtlamalar da vardır.

Cizye vergisi genellikle gelirin yüzde seksenini kapsıyordu. Bu arada eğer bir Hristiyan ikinci sınıf vatandaş olarak saldırıya maruz kaldıysa, hayatı tehlikede sayılmaz. Bu, doğru olarak kabul edilmelidir, çünkü İslam’ın tüm Hıristiyanların yok edilmesini talep ettiğini düşünmek kesinlikle yanlıştır.

Diğer yandan İslamiyet’e geçiş teşvik edilir. Çünkü İslam’da özgür irade doktrini olmadığı için(zamanı gelince tartışacağız), bir kişi veya bireyin iradesi yok sayılabilir. Kuran’a göre ‘’Onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerdeki ve yerdekilerin hepsi, isteyerek veya istemeyerek ona teslim olmuştur ve O’na döndürüleceklerdir.(Ali İmran 83. Ayet)’’ İsteyerek veya istemeyerek tabiri özgürlüğün yokluğunu, esareti ve köleliği ifade eder. Bu, örneğin iki Müslümanın huzurunda İslam’ı kabul etmek istediğini bildiren bir Hristiyan’ın Müslüman kabul edildiği ve vazgeçmek isteyenin ölüme mahkum edildiği gibi korkunç ifadelere yol açmaktadır. Gerçekten de, İslam’dan ayrılık, idam veya müebbet hapis anlamına gelir. İkincisi nadir durumlarda uygulanır. İdam hala uygulanan en popüler cezalandırma biçimidir. Vaftiz sebebiyle yakın tarihli bir idam  vakası, 2005 yılında Suudi Arabistan’da Filipinli bir Hristiyan’ın infazıydı. Bir başka Hıristiyan olan George, 2004 yılında Yemen’de idam edildi. Şeriat ülkelerinde bu düzenlemeler hala geçerlidir.

Dünya’nın diğer kısmıysa iki bölüme ayrılan darü’l harptır bunlar darü’l cihad ve darü’l ahd olarak ikiye ayrılır. Darü’l harp şeriat yasaları olmayan, düzensiz ve İslam’ın götürülmesi gereken bir topluluktur. Bu birçok biçimde kendini gösteren, kutsal savaş denilen cihat vasıtasıyla gerçekleştirilir. Karakteristik olarak cihatın dostane cihat denilen misyonerlik biçimi de vardır. Müslüman misyonerliği cihat olarak adlandırılır. Ve cihat gerçekten misyonerliktir ancak hepsi bu kadarla kalmıyor. İçerisinde düşmanlığı, pogromları, düşmanın suyunu zehirlemeyi içerebilir. Suudi Arabistan’da sözüm ona vahhabi denilen bazı Müslüman liderler tarafından sunulan mevcut yoruma göre cihat, eroin ticaretini de içeriyor. Afganistan’da eroinin esas olarak düşman gücünü baltalamak için bir araç olarak yetiştirilmesinin nedeni budur. Düşman insan gücünü yok etmek savaşın bir parçasıdır.

Daha önce belirttiğim gibi darü’l harp iki kategoriye ayrılır. İlk olarak düşman bir ülke var. Darü’l cihat şu veya bu şekilde orayı yok edecektir çünkü orası İslam’a öyle ya da böyle karşıdır. Bu tür ülkelere karşı mümkün olan her yol mübahtır. Cihat kuralları listelenir. Buna göre her erkek ve yaşlı insan öldürülmelidir, kadınlar seks kölesi olarak kullanılmak, çocuklarsa zorla Müslüman yapılmak üzere esir alınmalıdırlar. Cihat üzerine özel risaleler yazılır. Kurallar, 7. yüzyılda Muhammed’in günlerinden bu yana İslam’da benimsenmiştir.

Darü’l ahd, İslam ülkelerinin, İslam olmayan yönetimlerle antlaşma yaptığı yerlerdir. Bu, Müslümanların İslami olmayan topluluk içinde şeriatı daha fazla izleyebileceği veya başka bir şekilde izleyebileceği anlamına gelir.  Burası darü’l ahd, niçin? Çünkü Müslümanların şeriatı takip etmesine izin veren Müslüman olmayan halk, daha doğrusu topluluk, anormaldir ve bu nedenle Müslüman kardeşleri mağdur etmeden yok edilmeli ve İslami hale getirilmelidir. Bu nedenle, tüm topluluk İslam’a indirgenene kadar bir ateşkes yapılır.

Bir kişi nasıl İslam’a geçer? Neden geçmelidir? Nasıl ki Ortodoks Hristiyanlık, Teslis, Tanrı-insan, Yaratılış, vaftiz ve komünyon inancını içeriyorsa, İslam da bir Müslüman’ı Müslüman yapan kuralları ve olayları belirler. Dolayısıyla İslam’ın genellikle imanın altı şartıyla karıştırılan ünlü beş şartı vardır.

İslam’ın beş şartı içerisinde ilk ve muhtemelen önemlisi şahadettir. Bir kişi en az 2 veya daha ideal olarak 4 kişinin önünde şahadet getirerek imanını ikrar eder ve Müslüman olur.

Bir kişinin “din” hanesine adını yazıp “İslam’ı kabul ediyorum”a tıklayıp otomatik olarak Müslüman olabileceği bazı web siteleri vardır. Zira bu, o anda interneti ziyaret eden tüm Müslümanların önünde inancını ikrar etmek demektir. Nitekim şahadet(şahadete şahitlik eden kimse, ikrarcı veya şehit, tanık) Allah’tan başka ilah olmadığını ve Muhammed’in O’nun peygamberi olduğunu ikrar etmektir(“Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah’ın elçisidir”). Şahadet prensip olarak Arapça getirilse de Rusça veya başka herhangi bir dil de kabul edilebilir.

Kalan 4 şart da ayrıca kabul edilmelidir.

İkinci şart, mecburi dua yani namaz kılmaktır. Üçüncü şart zekat vermektir, zorunlu hayır işi yapmak. Bu genellikle gelirin kırkta birine tekabül eder ve Ramazan ayında yıllık olarak verilir. Dördüncü şart ise Ramazan’da oruç tutmaktır ve beşinci şart Mekke’ye hacca gitmektir.

Birçokları, cihadın İslam’ın altıncı zorunlu şartı olduğuna inanıyor. Ancak katı Sünni yorumda cihat sadece İslam’a baskı yapan ülkelerde, yani darü’l cihatta zorunludur. Başka yerde geçmez.

İslam’ın şartları Ortodoks Kilisesi açısından nasıl tanımlanmalı ve yorumlanmalıdır?

(1) Birinci şart, iman ikrarı, hiçbir şekilde “Tanrı’dan başka ilah yoktur ve Muhammed Tanrı’nın elçisidir” ile sınırlı değildir ve ilk olarak Allah’ı içeren sözde akideyi asla bir insan olarak tanımlanmayan bir varlık olarak ekler(çok önemli bir konu). İslam Allah’ı asla kişileştirmez.

Bir zamanlar Roma Katolik Kilisesi ile İslam ümmeti arasındaki görüşmelerde Allah’ın bir kişi olarak anılıp anılamayacağı sorusu ortaya atılmıştı. Bu kavram için Arapça bir terim olmadığı ortaya çıktı. Bizim “şahsiyetimiz“ Arapça ”adam” olarak işlenmiştir. Bir kişi ‘’adam’’ kelimesi ile tanımlanır…  Bu oldukça yanlış ve kullanamayız. Tanrı’dan bir ‘’adam’’ olarak bahsedilemez! Ve kişi olarak Allah için başka bir terim yoktur.

Müslümanlarla konuyu tartışırken ya da sadece gündelik sorunları tartışırken… mesela bu yaz Türkiye’deki bir Müslümanla konuşurken sordum: “Allah sizin neyiniz? Dedi ki: “Benim için Allah büyük bir güçtür, çok uzaktır ve çok belirsizdir””

Allah’ın ne olduğunu hiçbir Müslüman bilmez. Dünyayı yaratan, yasaları veren, her şeyi yöneten ve oldukça belirsiz bir güçtür. Kuran bu konuda şöyle söyler ‘’Allah kullarından dilediğine bol rızık verir dilediğinden de kısar.(Ankebut 62. Ayet)’’  Bunun sonucuysa İsraillilerin ve Hristiyanların kendilerinin Allah’ın doğal veya edinilmiş çocukları olarak görmeleri laneti ve Tanrı’nın, tapınmayı talep eden ve aslında anlaşılmaz bir uzak güç olarak kavranmasıdır!

Allah’ın sıfatlarına dair bir anlayış vardır. Hangi özellikler? Bunlar sadece nitelikler değil, Allah’ın kendisi hakkında keşfettiği özelliklerdir. Önemli olan onun doğasıyla uyumlu olup olmadıklarıdır. Ortaçağ İslam’ında iki okul bu konuya itiraz etti: bazıları Allah’ın kendisinde bazı nitelikler keşfettiğini, kendine özgü özellikleri olduğunu iddia etti; diğerleri ise Allah’ın istediği gibi göründüğünü, özünü kendine sakladığını savundu. İslam meseleyi çözemese de sıfatlar büyük önem taşıyor. Allah’ın 99 ismi olarak bilinirler.

Arabalarda asılı tesbihler ya da yeşil boncuklar çeken Müslümanlar görmüş olabilirsiniz. Allah’ın isimlerini sayarlar. Sufiler bunun bir kişinin Allah’a olan sevgisini diri tutmanın bir yolu olduğunu düşünse de, eylemin sihirli bir yanı var. Her neyse, sonuçta bu Hristiyanlık’tan alındığının bir delilidir.

Nitelikler çelişkilidir. Örneğin, sevgi dolu, nazik, hayırsever -seven değil ama kendisini sevenleri seven. Konuşma niteliği var. Başkaları arasında tiran. Kötülüğün yazarı. İşte bu, İslam geleneğinde Allah, iyinin ve kötünün ötesindedir, hem iyiliğin hem de kötülüğün yaratıcısıdır. Kuran diyor ki, ‘’Halbuki bu iki melek, ‘’Biz ancak imtihan vasıtasıyız, sakın küfre sapma!’’ demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi. Fakat onlar bu iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi(Bakara 102. Ayet). Birini saptırır birini doğru yolda tutar. İyilik de kötülük de ondadır.

Muhammed’e atfedilen bir hadis şöyledir, ‘’Allah’ın doğru yola yönelttiği kişi, hidayettedir. O’nun sapıklık içinde bıraktığı kimselere gelince, onlar kaybedenlerin ta kendileridir.(Araf 178. Ayet)’’ Böylelikle de kadere devreye girer.

İslam görüşüne göre, başmelek Cebrail, gebeliğin kırkıncı gününde Allah’a gider ve her bir bebek için neyin kaderinde olduğunu sorar. Ve Allah ona bir isim listesi verir. Başmelek Cebrail, gelecekteki iyi ve kötü işlerin kaydını adama eklemek için hemen bir melek atar. Buna ek olarak, liste kişinin kaderini açıklar: yani cennette mi yoksa cehennemde mi olacaktır. Bütün bunlar, gebe kalmanın kırkıncı gününde birine bağlanır.

Daha köktendinci Müslümanlar Allah’ın boyutsal kısıtlamasına inanırlar. “Daha ileri giden” Vahhabiler, Allah’ın seyahat edebileceğini savunurlar. Yedinci cennette ikamet eder ve duaları en iyi şekilde duymak için Kadir gecesinde birinci kat cennete iner. O halde kişi, yakın olduğu ve dinlediği Kadir gecesinde daima Allah’a yalvarmalıdır.

İslam kutsal üçlemeyi reddeder: birkaç sure teslise itiraz eder. İlginç bir şekilde, hepsi doğru görünüyor. Allah’ı üçün üçüncüsü, yani üç İlahtan biri olarak tasavvur etmek affedilmez bir günahtır. Herkes nedenini görebilir! Üç ayrı Tanrı olabilir mi?! Kur’an’daki bir ayette Allah İsa’ya şöyle buyuruyor: “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara “Allah’tan başka beni ve annemi iki ilah edineceksiniz” dedin? Elbette, İsa asla yapmadığını söylüyor.

Muhammed basitçe Hristiyanlığı yanlış anlamıştı. Dahası, Hıristiyanların Kuran’daki tüm kınamaları tamamen haklı görünüyor. Biz de böyle düşünenleri aforoz ediyoruz. Üç Tanrı fikrini kabul edebilir miyiz? Üç Tanrı 1 yerde olabilr mi? Tanrı her zaman her yerdedir.

Öyleyse Allah’ın kim ve ne olduğu konusuna nasıl bakmalıyız? Elbette 1180’de Konstantinopolis Konsili Muhammed’in ilahının Kutsal Kitap Tanrısı ile tamamen alakasız olduğuna karar verdi. Allah, Eski ve Yeni Ahit’i yanlış yorumlayan Muhammed tarafından icat edildi. Gerçekten de, biçimsel mantık, Allah’ın İncil’in Tanrısı ile özdeşleşmesini kabul etmez. Tanrı ilahi özniteliklere sahip olmalı. Temel ilahi nitelikler, Muhammed’in Tanrı doktrininde, belirsiz niteliklere sahip uzak bir güç olarak hiçbir şekilde belirgin değildir. Tek önemli özellik ebedi Kuran’dır.

Allah’a paralel olarak var olan ebedi Kur’an fikri çok sorunludur. Bazıları Allah’ın huzurunda dikilmiş olan ve Kuran’da sözü edilen, ayetlerin yazılı olduğu yeşil bir tahtı anlatır(Zukhruf 43:4). Başmelek Cebrail her sureyi kopyalar ve Muhammed’in kalbine naklederek öğretir. Böylelikle Kuran Dünya’ya taşınır. Bu yeşil tahtta ne yazılı olduğunu Müslümanlar nereden biliyorlar? Yeşil tahtın ana süslemesinde “Muhammed’e” yazısı olduğu anlaşılıyor. Yine de bu gayri resmi bir doktrin gibi görünüyor.

Bu arada, Ebedi Allah’a paralel olan ebedi Kur’an’ın dogması hayatta kalır ve Müslümanların tevhidden vazgeçtiklerini bu kadar şiddetle savunduklarını gösterir. İki ebedi varlığın bir arada bulunması paradoksaldır.

Dahası, Kur’an tarihi, şirk koşmayı kınamak için ilginç bir yol göstermektedir. Kur’an, Arapları Allah’ın kızları olarak inandıkları üç Tanrıça hakkında kınamaktadır. “Hiç düşündünüz mü niçin taptığınızı El-Lat ve El-Uzza’ya. Üçüncü olarak da öteki put Menat’a? Demek erkek çocuklar sizin dişiler Allah’ın öyle mi? Şu halde bu gerçekten çok insafsızca bir bölüştürme. Aslında bu putlar sizin ve atalarınızın uydurduğu bir takım kuru isimlerden, gerçekliği olmayan boş lafızlardan ibarettir. Allah onların ilahlığı hakkında hiçbir delil indirmemiştir.” (Necm Suresi 19-23. Ayetler)

Araplar aslında üç dişil ilaha tapıyorlardı, Venüs, Ay ve Seher yıldızı -Ayrıca başka göksel ilahlar vardı. Bu üç Tanrıça Mekke’deki ana ilahın kızları olarak düşünülüyordu. Daha sonraki bir zamanda, Müslümanlar Arabistan’ın sapkın sakinleri yerine gerçek hayattaki Yahudiler ve Hıristiyanlarla tanıştıklarında, Allah’larını Kutsal Kitap’ta vahyedilen Tanrı ile özdeşleştirmeye başladılar. Ancak Kutsal Kitap’ta vahyedilen Tanrı’yı asla Müslümanların taptığı Tanrı ile özdeşleştirmemeliyiz. Onlar farklıdır ve biz ve Müslümanların tek bir Tanrı’ya sahip olduğunu söyleyemeyiz.

Bugün bu konuda tarafsız bir tavır alabilir miyiz? Nesnel olarak konuşursak, Muhammed tarafından yaratılmış zihinsel bir put vardır. Yani Kuran’ın tarif ettiği Allah yoktur, bu çarpık bir resim, gerçek Tanrı’nın bir parodisi, Muhammed’e kötücül bir güç tarafından dayatılan bir parodidir. Bu, Allah kavramının bugüne kadarki en olası tarafsız yargısıdır.

Sırp Aziz Nikolas, insanların Tanrı’yı çok uzak bir kamp ateşi veya ışığı olarak algıladıkları eski günlerin ilginç bir hikayesini anlattı. Ne olduğunu bilmeden uzaktan görüyorlardı. Ama Tanrı yaklaştığında ve oldukça yakın olduğunda, Kutsallığın üçlü ateşini görüyoruz. Dolayısıyla, İslam’da Tanrı’nın çok uzak bir İlah, gerçek Tanrı’nın bir parıltısı olarak Muhammed’in zihninde çarpıtılmış ve böylece gerçek Tanrı’yı gölgede bıraktığı söylenebilir. Gerçek kavramların zihinsel bir yansımasıydı.

Kuran’da Allah hakkında akıl almaz fikirler bulunur! Örneğin, Tanrı’nın düşmanları için sofistike işkenceler icat ettiği söylenir. Onu seveni sevdiği ve ondan nefret edenden nefret ettiği söylenir. Ondan nefret eden, katıksız bir işkenceye maruz kalır; cehennemde yanarlar ve onlara her seferinde yeni bir deri verilir ki böylece acı uzasın. Bu sonsuza dek sürecektir ve içmeleri için de erimiş demir verilecektir.

Kırgın ve acılarının üstesinden gelemeyen basit, sıradan bir adam düşünün. Ne yapardı? Kendisine karşı suç işleyenden intikamını alır mıydı? Ya sonsuz güce sahip olsaydı? Sonsuza kadar kendisinin intikamını alırdı. Bu, insanın Tanrı’yı kendi doğasından çektiği anlamına gelir. Ama insanın doğası mükemmel değil! Tanrı İncil’de diyor ki, ‘’Eğer yalnız sizi sevenleri seviyorsanız ne ödülünüz olur? Putperestler de öyle yapmıyor mu? Ama ben size diyorum ki düşmanlarınızı sevin, size lanet edenler için iyilik dileyin. Böylelikle göklerdeki babanızın çocukları olursunuz. Çünkü O güneşini hem kötünün hem iyinin üzerine doğdurur, yağmuru hem kötünün hem iyinin üzerine yağdırır.’’ Mantıksal olarak Hristiyan Tanrı tanımının, oldukça fazla insani özellikler taşıyan İslami Tanrı tanımına göre gerçek Tanrı’yla daha çok ortak noktaları olduğunu söyleyebiliriz. Bu bir antromorfizm vakasıdır.

Müslümanlar için imanın ikinci şartı şöyledir: Müslümanlar meleklere inanmalıdır. Kesin olarak imanın şartları, Müslümanın Allah’a, meleklerine, kitaplara, elçilere, kadere ve ahiret gününe inanması gerektiğini buyurur. Bunlar imanın altı şartıdır.

Melekler, Müslümanlar tarafından daima Allah’ın isteklerini takip eden nur ruhları olarak düşünülür. İslam’a göre melekler düşemez. Tek düşmüş melek vakası iblis denilen şeytandır. Ancak İblis’in bir melek mi yoksa üstün bir cin mi olduğu tartışılır. Bazı otoriteler İblis’in isyankar bir melek olduğunu söylerken, diğerleri onu cin olarak algılamaktadır. Meleklerin kanatları değişkendir ve onlar hakkında çeşitli hikayeler anlatılır. Örneğin, Başmelek Cebrail’in yaklaşık 600 kanadı vardır ve kanatlarından dökülenler inciye dönüştüğünde her gün bir kaynakta yıkanır. Arabistan’ın fantastik hikayeleri, idealist bir melek kavramını tasvir eder.

Meleklere ek olarak, cin olarak belirtilmiş ruhlar da vardır. Cinler, sönmüş ateşten yaratılmış ve iki tipte var olan, melek olmayan maddelerdir: Müslüman cinler ve kafir cinler.

Müslüman cin kavramı nereden geliyor? Yaşamının başlarında bir gün Muhammed Arabistan’da bir kasabayı ziyaret etti. Kendi ordusu yoktu ve Sözünü duyurmak istiyordu. Uzaklaştı ve çok üzüldü ancak bütün Arabistanlı cinlerin vaazını dinlemeye gelmeleri ve İslam’ı benimsemelerinden dolayı boşa çaba harcamadığını düşünerek sevindi Bu onun görevini başardığı anlamına geliyordu. Muhammed’in bu tesellisi vardı. Ve bu Müslüman cinlerin ortaya çıkışının kökeniydi.

Cinler meleklerin aksine dişi ve erkektir. İnsanlarla evlenebilirler. Şeriatın cinlerle evliliği onaylayıp onaylamaması 2004 yılında Tataristan’ın islami gazetelerinde geniş spekülasyonlara konu oldu! 2004 Yılında Tataristan’da konunun neden bu kadar acil olduğunu bilmiyorum ama dava kayda geçti.

Cinler insana zarar verebilirlar: onları boğun ya da lanetleyin. İsyankar, kafir cinler İblis tarafından yönetiliyor. İblis ve cinleri sonunda cezalandırılacak ve İslam’a karşı olanlarla birlikte cehennem ateşine atılacaklardır.

Bu görüşü nasıl yorumlayabiliriz? Masal veya doğru olup olmadığını sorgulamıyorum ama mesele manevi gerçeklerin ciddi biçimde çarpıtılmasıdır. Ruhların canlı ve aktif dünyası ve o dünya kavramı, insanın kötü ruhlara karşı mücadelesini engellemek için çarpıtılmıştır. Çünkü eğer bir cin, herhangi bir çekince olmaksızın İslam’a geçebiliyorsa, neden onunla bu konuda istişare etmiyorsunuz?!

İslam, kötü ruhlar dünyasına karşı sistemli bir mücadele önerir. Allah’ın bizzat insanı koruduğu varsayılır. Kendisine cin musallat olunan biri -İslam dünyasında yaygın bir durum (İzhevsk’te vaaz verirken, İncil okunurken titreyen ve bayılan Müslüman bir kadın gördüm)- cinleri yatıştırmak için Kuran okumalıdır.

Ancak bu, İslam dünyası için pek mümkün değil, lanetten çok korkuyorlar gibi görünüyor. Türkiye, Mısır ve genel olarak Doğu’daki ziyaretçiler, birçok apotropaik nesnenin cazibesini fark edeceklerdir. Oldukça ciddiye alırlar: Örneğin, bir Fatima gömleği, saldıran cinleri defetmenin tek yoludur. Bu yüzden Müslümanlar her zaman endişeli içinde görünürler. Hıristiyan deyimiyle bu, insanın şeytanın saldırılarına karşı çaresiz kalması, vaftiz tarafından korunmadıkça ölümün gölgesinde yaşamasıyla açıklanır.

Hıristiyanların aksine Müslümanlar için imanın ikinci maddesi kitaplara imandır. Müslümanlar için Kuran, Allah ile birlikte ebedi bir varlıktır. Sadece Arapça metinde olması gerektiği için, çeviriler hiçbir zaman yeterli görülmemektedir. Kuran’daki ilk ifadeler arasında “duyuların çevirisi” vardır. Bu, islami açıdan Kur’an için yeterli çevirinin imkansızlığını ifade etmektedir. Kur’an, Allah’ın doğrudan Arapça konuşmasını temsil eder. Tanrı’nın sonsuzluktan konuşmak için zamansal bir dil kullanması fikri de antromorfiktir. Tanrı olmadan Tanrı’ya paralel sonsuz bir gerçeklik fikrinin kesinlikle çok tanrılı olduğu gerçeğinden bahsetmiyorum bile.

Bu nedenle, Kutsal kitapla ilgili olarak Müslümanlar, “İncil’iniz İlahi Kelam değildir, çünkü hem Tanrı’nın sözlerini hem de olayların anlatılarını içerir” derler.

Müslümanlara nasıl Kutsal yazıların ilahi olduğunu açıklayabiliriz? Kutsal Yazı bizim için ilahidir çünkü Tanrı Sözde ve eylemde konuşur. Bir eğitim örneğini ele alalım: eğitim sitemi sözlü ders vermeyi ve bunu tahtada göstermeyi içerir. Veya bir başkası pratik modellerden faydalanabilir. Bu yüzden Tanrı insanlığa kelamının ilahi vahyi, eylem, ceza yoluyla öğretir. Daha da fazlası, Kuran’ın aksine, Kutsal Kitap, Tanrı ve insanlık arasındaki antlaşmanın ve birleşmenin kitabıdır. Diğer yandan Kuran, Tanrı ve insanlık arasındaki bir antlaşma olarak kendini tanıtmaz. Tek yollu bir iletişim, insanlığa verilen emirler ve bir dizi talimatlar bütünüdür.

Kurandaki hikayeler çoğunlukla Kutsal Kitap ile çelişki içerisindedir. Süleyman’ın harika işleri hakkında Kuran, bu işlerin cinler ve yaratıklar vasıtasıyla olduğunu öğretir. Yine bir başka örnekte Kuran, Bakire Meryem’i Musa ve Ester kitabındaki vezir Aman’ın kız kardeşi olarak betimler. Daha başka pek çok hata vardır. Pek çoğu Müslümanlar tarafından bile farkedilen 225 çelişkili ayet vardır. Bunlar nesh edilen(hükmü kaldırılan ve geçerliliğini yitiren) ayetler olarak ifade edilir.

Bu nedenle Kilise, Kuran’ı, Muhammed’in büyük ölçüde kötü güçlerden ilham alarak yarattığı icadı olarak görür. Neden peki? Çünkü vahiy yoluyla iletildiğine ikna olduk… Vahiy alış gerçekleşti ! Muhammed’in hakiki bir vahiy aldığını bilmeliyiz, bu apaçık ortadadır. Muhammed’in en sevdiği karısı  Ayşe’ye göre, Muhammed vahiy geldiğinde titrerdi, sararır veya kızarır veya terledi. Sık sık bayılır, bazen köpürürdü. Muhammed zaman zaman başının ağrıdığını ya da kafasında çınlayan, daha yüksek ve korkunç bir acı veren çanlar duyduğunu ve sonra ne aktarıldığını hatırlayamadığını söylerdi.

Tabii ki, belirtileri vahyin kanıtı olarak kabul edebiliriz. Hiçbir şekilde Tanrısal olmasa da kesinlikle manevi bir müdahale vardı. Hristiyanlar, Muhammed’in takipçilerinin hikayelerini şeytani bir iş olarak tanımlayacaklardır. Böylece Tabor Dağı’ndaki  metamorfoz(İsa Mesih’in görüntüsünün değişmesi) olayından sonra İsa Mesih tarafından tedavi edilen bir çocuk vakası (çocuğun semptomları), Muhammed’inkilerle aynı doğrultuda görünmektedir. Üstelik bu, Muhammed’in kendisi tarafından da doğrulanmıştır. Muhammed boğulurken önce kötü bir ruhun saldırısına uğradığını düşündü. Başmelek Cebrail’in ortaya çıktığını, onu boğduğunu ve anlamadığı bir metni kendisine okuttuğunu söyledi. Muhammed uzun süre kötü bir ruhun saldırısına uğradığına inandı ve hatta intihar etmek istedi. İlk vahiyden sonra intihar düşünceleriyle işkence gördü, ki bu bizim için çarpıcı bir baştan çıkarıcı hile vakası. İlk karısı Hatice tarafından bunu yapmaktan vazgeçirildi.

Ne yazık ki, Muhammed, Tanrı’nın peygamberi olduğuna ikna oldu. Bu nedenle Kilise, Kuran’ı reddeder ve onu asla Tanrı’nın Sözü olarak görmez ve Kuran ile Tanrı’nın gerçek Sözü’nün bir araya getirilmesine asla izin vermez.

Peygamberlere olan inanç, İslam’ı Hıristiyanlık ve Yahudilikten de ayırır. İlginç bir şekilde, Allah’ın mesajının ebedi kimliği, İslam’ın temel bir kavramıdır. Hıristiyanlıkta ve Eski ve hatta Yeni – modern Talmudik – Yahudilikte kavramlar az çok değişkendir… Bu anlamda İslam’ın Hıristiyanlık ile, Hıristiyanlığın gerçek bir öncüsü olan Eski Yahudilik bir yana, modern Talmudik Yahudilikten daha az ilgisi vardır.

Peygamberler, belirli bir kişiye, Allah’ın o adama bağlı olarak antlaşma yapmak istemesi üzere gönderilir. Yani, bir peygamber, Tanrı ile yavaş yavaş vahyedilen bir antlaşmayı müjdeler. Hıristiyan görüşünde vahiy, insanın veya daha doğrusu, insanın ruhsal gelişimine bağlı olarak büyür, Kelam’da(İsa Mesih’te) değil, Tanrı’nın kendisinin görünüşünde, Mesih’in enkarnasyonuyla yani insan olmasıyla sonuçlanır. Orada peygamberlik görevi, peygamberler nihai vahiy olan enkarnasyonu müjdelediğinde sona erer. Bu, Noel arifesinde Yahudilere okunan mektupta anlatılır. Eski zamanlarda birçok kez ve birçok şekilde peygamberler vasıtasıyla konuşan Tanrı bu çağda her şeyin başına koyduğu ve aracılığıyla zamanları yarattığı Oğlu vasıtasıyla bizimle konuştu.

İslam’da tek tanrıcılık tek mesajdır. Allah kendisinden başkasına ibadet edilmeyeceğini insanlığa bildirir. Ayrıca bazı hadis rivayetlerinde, Allah’tan başka itaat edilmesi gereken kimsenin ibadete layık olmadığını iddia eden 124 bin elçiden söz edildiğini de göz önünde bulundurun. Anlatılanın hepsi bu kadar!

İnternette Müslümanlarla yapılan bir tartışma, Kuran’ın İncil’e kıyasla yeni bir mesaj olduğuyla ilgiliydi. Muhammed neyle suçlandı? İncil’deki hangi boşluklar Kuran tarafından doldurulacaktı?

Kuran, İncil’in vermediği hiçbir şeyi sunmaz. Kuran’da varsa, önemsiz bir öğretidir. Kuran’ın Kitab-ı Mukaddes’e ekleyecek ve Tanrı’dan vahyedeceği hiçbir şeyi yoktur, sadece doğru ifadeleri geçersiz kılar ve bazı vahiyleri reddeder.

Şimdi peygamberler meselesine geliyoruz. Kuran’da anlatılanlar bizim ortak düşüncelerimizden büyük ölçüde farklıdır. Hepsinin Nuh, Yusuf, İbrahim, İshak ve Yakup, Adem ve Havva, Meryem Ana, İsa Mesih, Vaftizci Yahya, Kral Davut veya Süleyman gibi İncil’de geçen isimleri vardır. Ama aslında hem Kutsal Yazıdan hem de basit tarihsel gerçeklikten ayrılırlar. Gerçekten de, birçok kutsal karakter, Kutsal Yazı metinlerini destekleyen tarihsel çalışmalardan bilinmektedir. Örnek olarak, Hıristiyanlıkta kritik olan İsa Mesih’e karşı tutumu ele alalım. Müslümanların İsa Mesih’e saygı duydukları söylenebilir, ancak bu yanlıştır, çünkü İsa Mesih’i tanımazlar. Kur’an’ın İsa Mesih’i, Yesua Mesih’ten temel olarak farklıdır. İlk olarak, adıyla. İsa’nın Arapça çevirisi, Yesua veya Yesuah’dır ancak asla Isa değildir. Arap Hristiyanlar, Tanrı’nın Sözünü mümkün olduğunca doğru bir şekilde tercüme etmek için İsa Mesih’e asla İsa değil, her zaman Yesua olarak atıfta bulunurlar. Karakteristik olarak, Muhammed, ödünç alınan çeviriyi, gerçek adı bildiği ancak Kuran’ın ritmine göre ayarlayamadığı gerçeğiyle açıklar. İsa Mesih’in adının Kuran’a göre uydurulmuş olduğunu hayal edebiliyor musunuz?

Neyse isim tartışmasına girmeyeceğiz. Mesele şu ki, İsa, İncil’in ve İlk Peygamberlerin aksine, Tanrı olarak değil, bir beşer olarak görülüyor. Küçük bir çocukken kilden yapma kuşlarını canlandırmak veya doğumda konuşmak gibi akıl almaz mucizeleri, uydurma hikayeleri vardır. İlginç bir şekilde, Muhammed’in hikayesi için kullandığı apokrif “Arapça Çocukluk İncili”, yeni doğan İsa’yı “Ben, Babam tarafından Dünya’ya gönderilen Tanrı’yım” diyerek tanımlarken, Muhammed’in versiyonu “Ben ancak bir beşerim” yazar. Yani Muhammed apokrif metni bile tahrif etmiştir.

Mucizeler oldukça saçma. Yine de Hristiyan ve İslami Mesih kavramları, Mesih’in ölümünü yorumlamalarında esas olarak farklılık gösterir. Yahudiler ve ateistlerin Diriliş fikrini reddettikleri bilinmektedir. Müslümanlar çarmıha gerilmeyi reddederler. İsa Mesih’in çarmıha gerilmediğine, Allah tarafından başka bir kurbanı ikame ederek gizlendiğine inanırlar. Çarmıha gerilen ya haçı taşımak için orada olan Kireneli Simon ya da Yahuda İskariot’tu. Ancak Mesih göğe alındı ve zamanın sonunda Hıristiyan âlemini yok etmek, haçları kırmak, evlenip ölmek ve Muhammed’in yanına gömülmek için geri dönecektir. Muhammed’in yattığı Medine’de İsa Mesih için mezarlık ayrılmıştır.

Bu nedenle, Kuran’ın tarif ettiği İsa Mesih, gerçek Mesih’ten ve hatta tarihsel Mesih’ten kökten farklıdır, çünkü Çarmıha Gerilme teorisi her tarihçi tarafından desteklenir. Bir kişi olarak İsa Mesih ile ilgili Kutsal Yazılar dışındaki tüm kaynaklar başlangıçta çarmıha gerilmeyi tanımlar. Bizim için kilit mesaj budur. “Fakat biz çarmıhtaki Mesih’in müjdesini, Yahudilere zor, ve uluslara akılsızca bir şey olarak veriyoruz; Ama Tanrı’nın seçtiği Yahudiler ve Grekler için Mesih, Tanrı’nın gücü ve bilgeliğidir”

Bu arada, haça karşı duyulan korkunç nefretin kökenleri burada yatar. Haçı yok etmek, işgal altındaki topraklarda Müslümanların başlıca eylemleri arasında yer aldı. Ve tekrarlamak gerekirse, inanışa göre Müslüman İsa zamanın sonunda haçları yok edecekti.

Ayrıca Müslümanların şarap içmeleri de yasaktır. Kuran şarabı yasakladı, ancak o sırada halihazırda kullanımda olan uyuşturucuyu yasaklamadı. Şüpheli bir hadis, haşhaştan çıkan her şeyin mübarek olduğunu söyler. Her neyse, Müslümanlar her zaman uyuşturucu madde kullanmışlardır. Bu yalın bir gerçektir ve Muhammed’in günlerinden beri böyledir.

O zaman neden şarap yasaktır? Bizim için bu, Kutsal Komünyon yasağı anlamına gelir. İslam ülkelerinde Hıristiyanlar, komünyon şarabı nedeniyle periyodik olarak zulme uğradılar. Bu yüzden baskıdan kaçmak için kuru üzüm şarabı kullanmak zorunda kaldılar.

Ve en ilginç olanı, Müslümanlar Makedonyalı İskender’e bir peygamber olarak hürmet ederler. Allah’ın peygamberi olduğu söylenir. Ancak İskender kendisinin Zeus’un oğlu olduğuna inanıyordu ve çok tanrıcılığın ateşli bir taraftarıydı. Yine de gerçek bir peygamber olarak saygı görür. Güneşin her gece alçaldığı pis kokulu bir balçığa batışının büyüleyici bir hikayesi vardır. Muhammed’e göre, kokuşmuş balçık Uzak Batı’dadır. Günümüz Müslümanları kendilerini çok garip hissedip bu karışıklıktan kurtulmaya çalışırken, Kuran metni kesinlikle Güneş’in o kokuşmuş balçığa battığını öğretiyor. Bu, Muhammed’in cehaletinden kaynaklanan popüler hataların bir örneğidir.

Müslümanların Kıyamet Günü inancı da hristiyanlıkla çelişir. Müslüman doktrininde ölüm şu şekilde gerçekleşir: ruh, belirli bir meleğin yardımıyla bedeni terk eder; sonra Allah tarafından hükmedilir ve bedene geri döner. Müslümanın ruhu, kıyamet gününe kadar ölünün içinde kalır ve bundan zevk alır. Müslümanlara kabirden ne zevk alınır diye boş yere sorup durdum. Sıradan insanlara ve imamlara sordum, kimse bana anlatmadı. Ekseriyetle cevap şuydu: “Bu asla anlayamayacağınız gizemli bir zevktir”. Ve hepsi buydu.

Buna göre, günahkarın ruhu ölü bedende kalır ve melekler tarafından işkence görür. Böylece kişi, kıyâmet gününe kadar kabrinde yatar, ya zevk alır ya da acı çeker.

İslam, dünyanın sonu gelmeden önce şunları belirtir: İsa dünyaya dönecek, tüm Hıristiyanları yok edecek, tüm haçları kıracak, evlenecek ve Allah’a ibadet edecektir. Zamanın önde gelen imamı Mehdi’ye yardım edecek. Sonra Deccal’imizin muadili olan Deccal, Allah tarafından öldürülmek üzere ortaya çıkacaktır. Sonunda melek İsrafil borazanını çalacak ve tüm dünya ölecek: insanlar, cinler ve melekler. Sonra İsrafil Allah’ın emriyle kendini öldürecek. Akabinde Allah ölüleri diriltecek, onları huzuruna çıkaracak ve Allah onlara hükmedecektir. Müslümanların günahları ortaya çıkarılacak, itiraf edilecek ve affedilecektir. Daha günahkar Müslümanlar cehenneme atılacak, ancak bin yıl sonra Muhammed tarafından çıkarılacak. Cihat’ta, Kutsal Savaş’ta ölenler -teröristler ve benzerleri- yargılanmayacak, doğruca cennete götürülecektir. Hadisler, yaralarının açılacağını ve kıyâmet günü misk döküleceğini söylemektedir. Şahsen ben sahneden pek memnun değilim ama beğenmiş görünüyorlar, nedenini bilmiyorum. Bu, akla meydan okuyor.

Diğerleri cennete gitmek için sırat köprüsünden geçecektir. Köprü günahkarlar için ustura gibi olacak, ama doğrular için geniş ve pürüzsüz olacak. Müslümanlar, kurban bayramında için kurban ettikleri koçlara binecekler Değersiz olan kurbanlar sendeleyip ateşe düşecekler. İyi koçlara binenler, yani iyi fedakarlıklar yapanlarsa cennete gidecekler.

Müslüman cenneti, Hıristiyan cennetinden farklıdır. Basitçe söylemek gerekirse cennet devamlı seks yapmak, doğal güzelliklerden zevk almak, bahçelerde yürümek ve yemeklerin tadını çıkarmak için özel bir yerdir. Bazı hadisler insanın günde üç milyon yemek yiyebileceğini anlatır. Ayrıca günde 124 bin huri sahibi olacaktır. Huri -insan olmayan- farklı görünüşlü, zevk alınacak, inci büyüklüğünde kara gözleri olan bir varlıktır. Selanikli Aziz Simeon’a göre Müslümanlar’a “her türlü israfla dolu cennet bahçeleri” vaad edilmiştir. Bu, ahiret hayatının gerçek vaadidir, göründüğü kadar imkansız.

Kilise Babaları, şehvet şeytanları olan succubi ve incubiden bahseder. Bu bir doyumsuzluk durumudur… yeme bozukluğuna bağlı bulimia, aşırı veya tükenmeyen iştah gibi. Böyle bir şey bizim için daha çok cehennem gibi olurdu.

Hristiyanlar Cennetin Krallığına, Tanrı ile yaşamaya, kişisel ilahi birliğe, ilahi vizyona ve lütuf durumuna inanırlar. Bu nedenle İslami cennetin zevkini ne kabul edebilir ne de tasavvur edebiliriz.

Müslüman doktrininin bir başka noktası da ilahi hükme inanmaktır. Hadislere ve Kuran’a göre Allah, yaratılıştan 50 bin yıl önce bir kaleme yazmasını söylemiş ve kalem kıyamete kadar gelecek her şeyi yazmaya başlamıştır. O halde Allah, hayır ve şerrin bütün amellerinin yaratıcısıdır. İyiyi ve kötüyü yaratır.

3 Şubat’ta yakın zamanda yapılan bir tartışmada Polosin(Sonradan Müslüman olan eski Ortodoks Hristiyan) farkında olmadan Allah’ın kötülüğün yaratıcısı olduğu doktrinini destekledi. Bizim için bu fikir düşünülemez çünkü kötülük yoktur ve var olmayan şey yaratılamaz. Kötülüğün uygun bir özü yoktur, o çarpık iyiliktir, sapkın iyiliktir. İyi ve merhametli, mutlak adil ve kutsal olan Tanrı kötülüğe müsamaha göstermez.

Allah’ın tasdik eden ve tasvip etmeyen olmak üzere iki çeşit iradeye sahip olduğuna inanılır. Bu müsamaha değil, iradedir. İradeyi onaylamamanın bir örneği, bir adamın cinayet işlemesini kaderine yazıp sonra onu bunun için cezalandırmaktır. İslam’da insanın özgürlüğünün tek çizgisi, ince bir seçim çizgisidir. İnsan Allah’ın yolunu takip edebilir veya etmeyebilir. Özgürlüğün kaynağı belirsizdir. İslam, orijinal günahı ve insan doğasının sapkınlığını reddederken, bilinmeyen nedenlerle Allah’ın iradesine karşı çıkan İbranice nefeş (ruh) ile aynı türden bir nefs önerir. Farklı İslami akımların bu konuda farklı görüşleri vardır. Bazıları özgür iradeyi kayıtsız şartsız inkar eder, bazıları ise insanın dileyebileceğine ve yalnızca Allah’ın yerine getirebileceğine inanır. Aslında eski bir yalanı tekrarlıyor. Adem’in kendi günahı için “bana verdiğin kadın” diyerek Havva’yı suçladığını hatırlayın. Yani günah, Tanrı’nın Adem’e verdiği karısı tarafından işlenmiştir. Suçlu eşim, kendim değil. Aslında, suç Tanrı’ya atılır ve insan düzelmeyi reddeder. Bu her zaman teomakiye yol açar. Dolayısıyla İslam ve Hıristiyanlık, doktrinsel temelde tamamen zıt ve uyumsuzdur.

(2) Tapınma (namaz) – tam olarak dua sayılmaz. Namaz metinleri, insanın Allah’a karşı herhangi bir yakarma olmaksızın tutumunu emreder. Kader doktrini nedeniyle pek onaylanmasa da, duada kişisel temyize periyodik olarak izin verilir: ilahi karar kişisel ihtiyaçlarınızı karşılayacaktır.

Elbette, İslam özel duaya izin verir, ancak namaz ibadet ayinidir. İlginç bir şekilde, ritüel, namazın kilit unsurudur. Ayin bozulursa, namaz batıldır ve tekrarı gerekir. Allah, biz Hıristiyanlar için ilk düşünce olan insanın kalbine oldukça kayıtsız görünüyor. Bu nedenle, zihin bir fantezi uçuşuna düşkünse, her biçimde kutlanan bir gece ibadeti bizim için geçersiz olacaktır. Düşüncesiz ve samimi bir ilgi olmadan yapılan dua, Tanrı için değersizdir. “İnsan yüzü, Tanrı ise kalbi görür.” Allah, insanın samimi arzusunu görür. İslamiyet’te Allah sadece dış görüntüye bakıyor ve yüreği umursamıyor.

Namazın bir adamın kalbini göremeyen biri tarafından kaleme alındığı biz Hıristiyanlar için açıktır. Hıristiyan görüşüne göre, yalnızca Tanrı, insanın iç yaşamını bilebilir. Ve Kuran’ı dikte eden melek, esas olarak ritüelle ilgili olduğundan, insanın kalbini bilmiyordu. Benzer şekilde, Hıristiyanları tapınma törenini kutlamaya zorlayan putperestler, bu süreçte hiçbir zaman samimi bir ilgiye ihtiyaç duymadılar. Hatta şöyle derlerdi: Kalbindeki herhangi birine tapabilirsin, ateşe biraz buhur koy, o kadar. İslam’a çok benziyor, değil mi?

(3) Üçüncü sütun genellikle sadaka olarak tanımlanır. Zekat, farz bir sadakadır. Geleneksel olarak, 9 gram gümüşe eşdeğer sabit bir yıllık toplam olmasına rağmen, gelirin 1/40’ı kadardır. Birincisi, halka açık olmalıdır. Zekât genellikle halka açık bir yerde, genellikle bir camide duyurulur: falan filan çok bağış yapar. Bu evrensel değil, en sık görülenidir. Ve sonra, zekat sadece Müslümanlara veya potansiyel mühtedilere bağışlanır. Buna karşılık, Hıristiyanlar herkese sadaka vermelidir. Kim olursa olsun, ister Hristiyan olsun ister olmasın, inananlara ve inanmayanlara herkese yardım etmeliyiz, tıpkı Rab’bin adına herkese yardım etmemiz gerektiği gibi. Sadaka ile ilgili olarak, Tanrı, görünür biçimde sadaka vermeyi yasaklar.

Bu arada, büyük hayırseverlikle övünen, ancak aslında Ortodoks Hıristiyanlardan çok daha az hayırsever olanlar, genellikle yanlış inançlarını desteklemek için hayır kurumunu kullanırlar.

(4) Dördüncü şart, oruç tutmaktır. Muhammed’in günlerinde ilk Müslümanlar, orucunu Hıristiyan bir şekilde tuttular: 40 gün. Bugün Hıristiyanların yaptığı gibi et ve süt ürünlerinden uzak durdular. Sonra Muhammed bunun çok zor olduğunu söyledi ve kendisine gündüz orucunun yeterli olacağı vahyedildi. Buna göre, Ramazan orucu, şafaktan siyah ipliğin dışarıda beyaz olandan ayırt edilemediği ana kadar içki ve yemekten, cinsel ilişkiden uzak durmayı içerir. . Sonra oruçtan sonra ilk öğün gelir, istediğiniz her şeyi yiyebilirsiniz. Bir Ramazan ayında Kahire’yi ziyaret ettim. Acınası bir manzaraydı. Günün ilerleyen saatlerinde, Müslümanlar yemeklerine yetişmek için yarışırken, motosikletler ve hızlı arabalar neredeyse kaldırıma değdiği için sokaklar oldukça tehlikeli. Sofralar şiş kebapla donatılır ve müezzinin ezan okumasını bekleyen herkes hazır gelir. Sonra bir fabrika sireni gibi çağrı gelir ve hepsi aynı anda neredeyse yemeğe dalarlar. Çok komikti çünkü oruç tutmayı bir ruhsal büyüme yolundan ziyade diyet olarak görüyor gibiydiler. Yine de, objektiflik adına, birçok iyi Müslüman’ın Ramazan’da Kuran’ı derinlemesine incelemeyi tercih ettiği bilinmelidir. Bu kesinlikle Kutsal Yazının temel bilgisine adanan orucumuza benziyor. Böylece İslam, Hıristiyan orucunun bazı unsurlarını korur. Öte yandan, İslami oruç, kişinin tutkularını yönlendirmek için hiçbir çaba göstermez. Oruç, namaza paralel olarak daha çok Allah’a bağlılık aracı olarak kullanılır. Hristiyanlar için orucun kilit unsuru oburluk, öfke ve diğer tutkularla mücadeledir. İslam böyle kavramlar tanımaz. İslam’da tutkular güdülmez çünkü hepsi doğaldır. Sadece nefsi yıkmak ve Allah’la birleşmek için de olsa tutkulara karşı mücadeleyi tanıyan sufiler dışında, insanın mevcut durumu İslam için doğaldır.

(5) Sonra beşinci emir, hac olan Mekke’ye yapılan hacdır. Putperest günlerinde ortaya çıkan hac, pagan ayinlerini kopyalar. Mesela neden siyah kayayı öpeyim? Halife Ömer nedenini bilmediğini ve sadece peygamberin örneğini takip ettiğini söyledi. Gelenek batıl inançlı görünüyor. Gerçekten de, fedakarlık önemli değildir ve kurtuluşla hiçbir ilgisi yoktur, sadece anlamsızdır. Ne yazık ki Müslümanlar ve kurban etiyle yaşayan putperestler Allah kavramını terk ettiler. Ne günahı ve kurtuluşu anımsatan İbrani kurban anlayışına ne de Hıristiyanların arındırıcı kurbanına inanmazlar. O zaman neden develeri veya koçları kurban ediyorsun?

Taşlama da aynı şekilde düşünülemez. Mekke’de her yıl birçok insan taş atarken öldürülüyor. Şeytan’ı taşlamak anlamına geldiğini düşünüyorlar. Bu sadece batıl inançtır. Eski ayinler insanları Rab’bin Gelişine hazırlamak için iken, modern hac ayinleri zihinsel olarak geçersizdir ve bu nedenle belirsizdir. Müslümanlar genellikle beyaz cübbelerin manevi saflığı simgelediğini açıklar, hepsi bu. Ortodoks Hıristiyanların da vaftiz için beyaz elbiseler giydikleri bilinmektedir. İbraniler de Kefaret Günü olan Yom Kippur’da beyaz kaftan giyerlerdi.

“Bilmiyoruz” diyorlar. Allah yapmamız gerektiğini söyledi, biz de yapıyoruz” diyorlar. ‘’Niçin namazda bunu bunu yapıyorsun? Fikrim yok.’’ Yani doktrinsel açıdan saçma ve akıl almaz bazı şeyler, sırf kendilerine söylendiği için yapılır. Bunlar gerçekten batıl inançtır.

(6) Ve son olarak, altıncı emir cihattır. Bu, İslam için bir tür misyondur. Bir Müslüman, Kuran’ın 53. ayetinde bahsedildiği için cihada karşı çıkamaz. Ama genellikle cihadın evrensel olamayacağını ve dolayısıyla herkes için bir dayanak olamayacağını açıklarlar.

Dört temel mezhep ve temelde farklı iki İslam türü vardır: sözde Avrupa İslam’ı (Avrupa İslamı) ve Arap dünyasının geleneksel İslam’ı.

Avrupa-İslam’ı, örneğin Rusya’daki tüm Türk milletleri tarafından kabul edilen İslam’ı içerir. 1809’da İslam’ı Başkurtlar, Tatarlar ve diğer Türk halklarının geleneksel kavramlarına ve geleneksel yasalarına uyarlamışlardır. Ortaya çıkan doktrin, Arap Müslümanlar tarafından asla kabul edilmez. Evliyalar, nazar için muskalar vb. gibi İslami olmayan kavramları içerdiğinden yeterince normaldir.

Tatarlar genellikle İslam hakkında muğlak fikirlere sahiptirler ve “Tatar olduğumuz için Müslümanız, ancak İslam’ımız ulusal kimlik demektir. Müslüman değilsem Tatar da değilim” derler. Böylece İslam, milliyetçilikle özdeşleştirilir.

Milliyetçiliğin lanetlenmeden kaynaklandığını unutmayın. İncil’e göre, Babil Kulesi’nden önce hiçbir millet yoktu ve farklı milletler, Tanrı’ya karşı bir şehir inşa etmelerini önlemek için Babil Kulesi’nin lanetlenmesinden kaynaklandı. Böylece ulusu tanrılaştırmak, tüm İnsanların Tanrısı, Evrenin Yaratıcısı olan Tanrı’ya meydan okumaktır. Peder Sophrony Sakharov’a göre, “milliyetçilik aşılmazsa, Hıristiyan misyonu başarısız olur”. İnsanlar mutlak gerçeği aramak yerine milliyete sarılırlarsa, Tanrı’yı asla bulamazlar.

Elbette bu ılımlı İslam, milliyetçi eğilimler nedeniyle yıkıcıdır, bugün Tataristan’da da açıkça görüldüğü gibi, milliyetçiliğin bir simgesi olarak ortaya çıkmaktadır. Buna asla razı olmayacağız. Nitekim Arap Müslümanlar da artık hevesli değiller. Bu konuda Arap Müslümanlara kesinlikle katılacağım: Hakikat milletten daha önemlidir, hakikat milletten bağımsızdır ve Tatar olduğu için kimse Müslüman olamaz. Aynı şekilde, kişi Rus olduğu için Hristiyan olamaz. Hıristiyanlık ulusa değil, Rab’bin tüm insanları “Rum veya Yahudi, barbar ve İskit”in olmadığı ve Babil Kulesi’nin lanetinin kaldırıldığı evrensel Kilise’de birleştiren inancına dayanır. İnsanlar için Tanrı’ya farklı dillerde hizmet ederler, ancak evrensel Kilise’deki tüm insanların Tanrı’sına ibadet ederler. Bu yüzden, bu Perşembe ayinini hem Tatarca hem de Eski Slavca’da Krutitsky şehir evinde, Kilise evrenselliğini kutlayarak yapacağız.

Kafkasya’da, Şeriat veya İslam’ın ilahi Yasası, özel bir sentez üretmek için geleneksel Türk kodu olan adat ile birleştirildi. İslam kisvesi altında ortaya çıkan bazı düzenlemeler aslında onunla çelişmektedir. Feud klasik bir örnektir. Kan davası İslami uygulamalara aykırıdır ve ortak Şeriat Mahkemelerini teşvik eden Muhammed tarafından onaylanmamıştır. Bu arada, feodal uygulamalar, uyarlanmış kafir kodunun bir parçası olarak varlığını sürdürüyor.

Ek olarak, Kafkasya’da kutsal yerlere, ayazmalara ve evliyalara hürmet yaygındır ve bu, Rab ile birlik olarak kutsallıktan habersiz olan İslam’a açıkça aykırıdır. İslam’da tek kutsallık dervişlerin kutsallığıdır. Derviş, genellikle pek hoş karşılanmayan olağanüstü yeteneklere sahip bir adamdır. Mucizelerin, azizlerin ve salihlerin aybaşı, yani salihlerin sahip olduğu murdar şeyler olduğuna dair bir söz vardır. Ayrıca dervişler genellikle okült tabiat mucizeleri yaratırlar ve bunu kabul ederler. Süreci bir trans, Allah’ın değil, cinlerle olan ilişki yoluyla çağırdığı belirli bir durum olarak tanımlarlar.

Kafkas ve bazı Arap milletleri arasında azizlere sürekli saygı gösterilmesi, İslam’ın insanlık dışı olduğunun bir göstergesidir. İnsanlar azizleri isterler çünkü bu onların doğasıdır. İnsan kutsal olmak ister. Tanrı insanı kutsallık için yarattı. Ve insan kutsal nesneleri arar. İslam böyle bir şey sağlamaz ve bu nedenle Tanrı’nın mesajından yoksun kalır.

Ve son olarak, Rusya’da iki İslam tipi daha ortaya çıkıyor. İslam’ı daha güçlü bir yaşam tarzı olarak gören gençler yaygınlaşıyor. Rus Ortodoks Kilisesi’nin yaşlı eşler için iyi olduğunu ve güçlü erkeklerin İslam’ı seçmesi gerektiğini düşünüyorlar. Rus mühtedilerinin İslam’ın daha radikal biçimi olan Vahhabileri benimsemelerinin nedeni budur.

Diğer tip, Müslüman bir Rus kadının eşinin etkisi altında din değiştirmesi durumudur. Şeriat, bir Müslüman erkeğin bir Hıristiyan, bir Yahudi veya bir Zerdüşt ile evlenmesine izin verir, ancak bunun tersi olmaz. Bununla birlikte, ikincisi şimdi oldukça yaygın bir olaydır.

Bugün de benzer şekilde popüler olan tasavvuf, resmi olarak sapkınlıkla mahkûm edilen ve Tanrı’yı, insanı özümsemeye ve çözmeye muktedir gayri şahsi bir güç olarak tanımlayan İslami bir akımdır ki bu, tuhaf bir şekilde, insanın nihai amacıdır! Bu eğilim, bazı entelektüel çevrelerde de çok popüler.

Vahhabileri tartışalım. Başkan Putin bu terimi haklı olarak çürütse de, ciddi şekilde eleştiriliyor ve bazen bir mezhep olarak anılıyor. Ve bunu yaparken kesinlikle haklıydı çünkü Vahhabiler bir mezhep değil. Daha ziyade, çekirdek İslam’ın en saf kalıntısıdır ve Suudi Arabistan’daki diğer bazı Arap ülkeleri ile birlikte Vahhabi versiyonunu benimseyen resmi itiraftır. Hanbeli mezhebinin 8. yüzyıla kadar uzanan bu özel versiyonu, Kur’an ve Sünnet’i -peygamber geleneği- İslam hukukunun tek kaynağı olarak kabul eder ve olası herhangi bir değişikliği reddeder.

Muhammed ibn Abd Al-Wahhab tarafından kurulmuştur. Arabistan’daki tüm kutsal mekanların yıkımını ve Kabe’deki tüm süslemelerin kaldırılmasını başlattı. Vahhabi, Sünnete sıkı sıkıya uyulmasını, Müslümanlar için sosyal adaleti ve kafirlere karşı aktif cihadı savundu. Paganizmin kalıntılarını reddetmek istemeyenler, sadakatsiz olarak mahkum edildi ve bastırılmalıdır. Takipçileri arasında bugün Suudi Arabistan’daki kraliyet ailesi olan Suudiler de vardı. Önce Türklere yenildiler, ancak 20. yüzyılda Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin desteği olmadan yeniden iktidara geldiler.

İlgili bir eğilim, Kafkasya’da Şamil’in müridleriydi. Şamil hareketinin, Muhammed Vahhab’ın Arap hareketiyle genetik bir yakınlığı vardı. Bu, özellikle daha barbar bileşenler olan Eski İslam’ın yeniden canlanmasıdır. İslam dünyasında yakın zamana kadar köle ticareti yapılmaktaydı. Köle ticareti, İslam ülkelerinde ancak 1980’lerde ve 1990’larda kaldırılmış, ancak günümüzde fiilen varlığını sürdürmüştür.

Vahhabilerin ana unsuru kesinlikle hukuktur. Belirli bir yaşın üzerindeki erkeklerin sakal uzunluğunu özellikle kontrol eden bir Vahhabi hareketi olan Taliban’ı hatırlayın. 30 yaşını doldurmuş bir erkeğin, Peygamber sakalı kadar uzun sakal bırakması gerektiği ortaya çıktı. Dahası, Vahhabiler insan hayatını her yönden detaylandırdılar. Bu muhtemelen kurtuluşu garantiledi.

Daha barbarca kalıntıları tartışırken, Vahhabilerin ilahi kısıtlama, Allah’ın kısıtlı hareketliliği kavramını kastettim. Fikir Vahhabilerin doğasında var. Bir Müslüman için asıl amacın adalet krallığını yaratmak olduğunu iddia ederler. Bu aslında imkansızdır, çünkü Tanrı olmadan, aksi takdirde adaleti yok edecek olan ölümü yenmeden Dünya üzerinde hiçbir adalet mümkün değildir. Ve kötülük, Mesih’in müdahalesi olmadan yenilemez.

Kutsal geleneği takip eden Sünniler’e ek olarak İslam majörünün diğer büyük eğilimi Şii’dir . Şii, İran ve Azerbaycan’da izlenen İslami bir akımdır. Şii ayrıca, karakteristik olarak, hem Sünnet’teki gibi bir alimler konseyine hem de İslam’ın doğru yorumu için kalıtsal bir halife olan İslami bir lidere dayanarak beş şartı kabul eder. Dini devamlılığı güvence altına alan bir dizi imam, Kuran’ın yeterli bir şekilde yorumlanmasını garanti edecektir. Bu, Kutsal Yazıların doğru yorumlanması için dini hiyerarşi anlayışımıza biraz benzer. Ancak onlar için bu, genel olarak hiyerarşiden ziyade inisiyelerin hiyerarşisiydi. Bu, en örtük biçimde Gnostiklerle ilgilidir. Şii aslında gnostisizmden başlar. Yani bir dizi imam -toplam on iki kişi- kafirlerin erişemeyeceği gizli bir bilgiyi paylaştılar. Süreç, son imamın gelecekte bir süre yeniden ortaya çıkmak üzere ayrıldığı 10. yüzyıla kadar devam etti.

İlk İmam Ali bir kan davasında öldürülmüş ve daha sonra diğer imamlarla birlikte şehit olarak kabul edilmiştir. Şehitlik, yani kendine eziyet veya kendine işkence, Allah’ın hoşnut olduğu bir şey olarak kabul edilir. Televizyonda görmüş olabileceğiniz sahnenin çıkış noktası şudur: Müslümanlar kendilerini demir parçalarıyla dövüyorlar. Kendi kendine işkencenin liyakat hak ettiğine ve ilahi güç getirdiğine inanıyorlar. Bize daha çok Baal’ın bıçaklayan ve kırbaçlayan rahiplerine benziyor. Hayırlı bir hareket değil. Şiilerin saygı duyduğu şehitler, Hıristiyan şehitleri değildir. Bir Hristiyan şehidi ölümün İsa Mesih’e yenildiğini tasdik ederken, bir Şii şehidi Allah’a itaat ettiğini ve Allah için kendine eziyet etmeye hazır olduğunu gösterir. İki anlayış birbirinden oldukça farklıdır. Bir Şii kavramı köleliktir ve bir Hıristiyan kavramı özgürlüktür.

Ayrıca manevi ışığın koruyucuları olarak imamlar kavramının ilahi vahiy ile ilgili herhangi bir şeyden çok şamanistik olduğunu düşünüyoruz. Şüphesiz Allah tüm insanların yaratıcısıdır ve O’nun tüm insanlara bir mesajı vardır. Tabii ki, farklı insanlar mesajı istedikleri gibi kabul eder. Ancak, Tanrı’nın öğretisi gizem olduğu için ne gizli ilkelerimiz ne de gizli doktrinlerimiz var. Gizli değil, derindir ve yalnızca onunla yaşayan ve kelimelerin anlamını bilenlere ifşa edilir.

Bizim için Ali ve Muhammed’in mezarları büyük Şii mabetleri olan torunu Hasan ibn Ali, Şiilerin taptığı kahramanlar değil, daha çok, Hristiyanları sistematik olarak yok eden ilk halifelerden biri olduğu için ilk düşmanlarımızdır. Hristiyanlara karşı savaşlar Muhammed’in günlerinden beri yaygındı, ancak Hristiyan karşıtı soykırımı başlatan Ali’ydi. Bu onun kişisel başarısıydı.

Şiiler, Sünnilerden geçici evlilikle de farklıdır.

İslam, çeşitli evlilik şemalarını kabul eder. Böylece bir Müslümanın, Kuran’ın ifade ettiği gibi dört meşru karısı ve bir kucak dolusu cariyesi olabilir, yani dilediği kadar cariyesi olabilir. Elbette hepsini desteklemesi gerekir.

Şii, planı 1 ila 99 yıl için sözleşmeli geçici evlilikle veya daha doğrusu 1 saatten 99 yıla kadar genişletiyor. Daha sıklıkla sözleşme 1 saat için yapılır. Şema genellikle tecavüz ve fuhuş için kullanılır. Bu nedenle Şii ülkelerde Sünni İslam ülkelerinden farklı olarak fuhuş yoktur. Bu arada fuhuş da yasak değil. Gerçekten de İslam’ın yüksek ahlaki standartları! Nesnel kanıtlar aksini kanıtlıyor. Bütün Müslümanların böyle olduğunu söylemek yanlış olur. Birçoğu pratikte Sünneti takip ediyor. Ancak doktrinin kökleri tanrısızdır. İnsanlığı ve ilahi iradeyi incitirler.

En kötüsü de, İslam’ın irtidat dışında her türlü günahı kabul etmesidir. Kafirlere karşı bütün günahlar caizdir. Böylece bir Müslüman tarafından yakalanan her kadın, istese de istemese de cariye sayılır. Batılı insan hakları aktivistleri 2001 yılında Sudan’da çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 4500 kişiye fidye verdiğinde, kadınların 3/4’ü düzenli olarak tecavüze uğradıklarına yemin etti. Üstelik kadının evli olup olmadığı da kimsenin umurunda değil. En üzücü davranış kesinlikle çifte standarttı. Bu bizim için düşünülemez çünkü cinayette ayrımcılık yoktur!

Öyleyse İslam ve İslam dünyası hakkında ne düşünmeliyiz? İslam dünyası kesinlikle kötülük meleği tarafından dışavurulan büyük bir fenomendir. Bu mümkün olan tek yorumdur. Öte yandan, İslam dünyası çok geniştir. Eski zamanlarda Tanrı, İbrahim’e, Muhammed’in atası olan oğlu İsmail’den söz etti ve şöyle dedi: “İnsanlar arasında bir dağ eşeği gibi olacak; onun eli herkese, herkesin eli ona karşı olacak ve yerini bütün kardeşlerine karşı tutacaktır”

İslam çok yaygındır, çünkü Hristiyanlar Tanrı’nın yasalarına karşı gelerek Tanrı’nın isteklerine karşı hareket etmişlerdir. Salih bir adamın dediği gibi, İslam tembelleşen Hıristiyanlar için Tanrı’nın belasıdır. Ve bugün Rusya’da İslam ve İslami katliam, İslami terörle karşı karşıya kalan insanlar geviş getirmek için televizyona döndüklerinde ve birçoğu Tanrı’nın rehberliğini reddettiğinde ortaya çıkıyor! Bu, insanların günahları için Tanrı’nın bir ziyaretidir.

O halde Müslümanlara nasıl davranmalıyız? Hristiyanlar tüm insanlarla barış içinde yaşamalıdır. İslam ehlini asla gücendirmemeliyiz. Şahsen ben skandal Batı çizgi filmlerini asla onaylamayacağım. Bu durumda Müslümanların haklı, Batılı “dostların” yanıldığını düşünüyorum. Aslında fikir, herhangi bir biçimde dinle alay etmekti. İsa, İslam, Muhammed ve genel olarak Tanrı ile alay ederler. Bırakın Müslümanlar onları azarlasınlar. Hristiyanların sahte tapınmayı kötüye kullanan karikatüristlerin tarafını tutmaması gerektiğini düşünüyorum. Tapınaklar sahte olsa bile, kötüye kullanım Tanrı adına değildir ve Mesih’i vaaz etmenin yolu bu değildir.

Ayrıca İslam’ın bir din olarak bizimle hiçbir ortak yanı olmadığına dikkat edin. Onların Tanrısı bizim Tanrımız değildir ve onlar Mesih’e saygı göstermezler. Tanrı’nın Annesine saygı duymuyorlar. Dinleri bizim Vahiy inancımızdan çok farklıdır ve elbette tüm Müslümanlar İlahi Vahiy’i henüz kabul etmemiştir. Aksi takdirde, Tanrı’nın Oğlu’na inanmadıkları için kurtuluş ümidi olmadan kesinlikle yok olacaklardır. Rab, Tanrı’nın biricik Oğlu’nu reddeden kişinin “hayatı görmeyeceğini, Tanrı’nın gazabının onun üzerinde olduğunu” söyler. Bunun imkansız olduğunu düşünmeyin. Aslında Kutsal Kitap, Müslümanların bir gün Tanrı’ya geleceğine dair örtük bir kehanet içerir. Mezmur 72:10, modern İslam dünyasının tam kalbinde yer alan Arabistan ve Seba kralları tarafından Mesih’e sunulan hediyelerden bahseder.

Bu nedenle, kurtuluşa güvenerek, insanların geçmesini engelleyen İslami sistemi yok etmesi için Rab’be dua edeceğiz, çünkü şimdi İslam topraklarında İslam’dan ayrılanlar derhal öldürülmelidir. Ve biz sadece dua etmekle kalmayacağız, aynı zamanda onları kardeşlerimiz yapmak için Müslümanlar arasında Mesih’i vaaz edeceğiz. Çoğu iyi insanlar ve ısrar ediyorum.

Bugün söylemek istediğim bu kadardı.

 

                                                                                            Daniel Sysoev

 

 

 

 

 

 

 

 

 

                                                        

İslamiyet’e Karşı Anti-Tezler