/ Konuşmalar, aziz pederlerin sesi / Bakire Meryem ve aydınlanma

Bakire Meryem ve aydınlanma

Bakire Meryem ve aydınlanma
 
“Sevin ey Kutsal Üçlü sevenlerinin aydınlığı”
 
Övgü ayininin metinleri, anlam, resim ve konu açısından kilise şükür dualarının en güzeli ve en zenginidir. Bu yirmi dört beyit arasından dokuzuncu beyitte, yıldız bilimcilerin Bakire Meryem’e yaptıkları ziyarete değinilir. Keldani çocukları olan bu yıldız bilimciler beden alıp insan kimliğine bürünen Tanrı’yı görüp onun doğumunun gizemini idrak edince Tanrı validesine şöyle haykırırlar : Bizler doğal bir günü gösteren ve birkaç saat devam eden sıradan bir yıldız vasıtasıyla geldik. Ama sen sonsuza dek sürecek olan gizemli bir gün doğuşunun yıldızısın. Bir gün toprağımız Babil’de üç delikanlıyı yakmak üzere tutuşturulan ateşli kazanı, şimdi sen gerçek ilahı doğuruşunla söndürüyorsun. Ama sen, Oğul Tanrı’nın aleni olarak beden almasıyla zuhur eden kutsal üçlemeye iman edenlere bugün gerçeğin ateş kulesini yakıyorsun. Rabbi doğurmakla insanların düşmanı olan şeytanı azledip insanları seven Rabbi ortaya çıkarıyorsun. Seninle putların dininden kurtulduk ve o tapınmaların rengi olan eylemlerin kötülüğünden kurtarıldık ey Tanrı validesi. Dinlerdeki ateşe tapınma seninle iptal oldu ve Rabbi doğurmanla bizler heveslerin ve zevklerin ateşini söndürüp nimetin barışı içinde yaşamaya başladık. Ve beyitlerin yazarı harika bir ibare ile bitiriyor: Mesih’in bakireden doğuşu insanlığa getirdiği yegane şey Sevinç ve İffettir.
Yıldız bilimcilere görünen yıldız ile batmayan bir yıldız olarak Bakire Meryem arasında, eski ahlak dışı tapınmalar ile ruh ve hakta yapılan yeni ibadetler arasında ve eski kötü gidişat ile sevinç ve iffet arasında yapılan bu mukayeseler tanrısal tasarıma harika bir güzellik vermektedir. Beyitlerin yazarı bütün bu görüntüleri, gökyüzü ve yıldızları gözetleme suretiyle gerçekleri araştıran yıldızbilimcilerin dilinden anlatmaktadır.
Bütün bu güzel övgü beyitleri aracılığıyla metin yazarı derin anlamda hayatımızda önemli olan bir meseleye maruz kalıyor, o da gerçeği bilmenin yolları ve kaynaklarının ne olduğudur. Terennümlerde ve gerçekte bilginin iki kaynağı vardır: Burada bir yandan yıldızbilimciler diğer yanda ise tanrı validesi Bakire Meryem bulunmaktadır. Öte taraftan yıldızbilimci âlimlerin araştırma yolu ile yaşam gerçeklerinin keşfi hususunda ki Kutsal Üçlünün yolu. Yıldızbilimciler sahtekâr bir sihirbaz değillerdi. O zamanın gökbilimcisiydiler. Ama onların bilgi kaynakları kainat idi başkası değildi. Onlar yaşamın ve geleceğin gerçeklerini araştırarak kainatın bilinmeyenlerini çözmeye çalışan araştırmacı bilim adamı gurubuydu. Araştırmacı ve bilim adamları için kainat bilginin hem kaynağı hem aracı ve hem de amacıydı. Kainat var olmanın , hareketin ve yaşamın otomatiği idi. Kainat bir şekilde ezeli idi . Başlangıçta şekli olmayan ve belkide daha sonra oluşan bir patlama ile gezegenlere güneşlere ve yıldızlara dönüşen bir maddeydi. Bize düşen bunun bilinmeyenlerini, kanunlarını ve düzenini bilimsel olarak çözmek ve böylece ona hakim olup onu kullanmaktır. Bu alanda kim önde giderse bu kainatın verimliliğini önce o kullanır ve diğer beşeri varlıkları kendi egemenliği altına alır. Çünkü kainat sahip olduğu verimli kaynaklarıyla araştırmacılar açısından yaşam vasıtasıdır.
Bilim için kainat çıkış noktası ve amaçtır. Böyle bir araştırma şeklinde kainat, dinlerde tamamen Allah’ın yerine geçer. Araştırma açısından burada harici bir el veya müdahale eden bir başka şahıs veya yönlendiren bir güç yoktur. Bu tür araştırmacılar için böyle bir teori, sebebi kainat düzeninin gizemlerini yorumlamada insanın cehaleti olan “Kuruntu ve dinsel bir mitolojidir” Kainat, başlangıcı ve sonu olmayan, var olmanın ve devinimin otomatiği ve kendi kendisinin gayesidir. Oysa bunun aksine kitabı mukaddes ve Hıristiyanlık gerçeklere başka bir ışık tutmaktadır. Kainat yaratıcı Rab tarafından yaratılmıştır. Kainat rabbin bir hediyesidir. Kainat bir ilişki tesis edilmek için verilmiştir. Kainatın varlığı mekanik bir varlık olarak anlaşılmamalı. Kainat tanrısal çağrıdır. Nasıl ki sen oğluna bir hediye getirip verdiğin zaman bu oğlun hediyeyi alıp gözlerini ondan ayırmaz ve sana bir teşekkür bakışı vermez ise oğlun bu hediyenin hakikatini anlayamamıştır. Hatta bu hediye ne kadar büyük olursa olsun. Ve bundan da daha önemli olanı oğul babasını ve sevgisini ve bu hediyenin anlamını, gayesini ve misyonunu da kaybetmiştir.
Hıristiyanlık yaratılmışlara, uygulamalı ilimlere, araştırmalara, yaratıcılığa ve buluşlara olumsuz bir şekilde bakmaz. Ve bunun Hıristiyanlarda “Kıskançlık”, “Korku”, veya “Düşmanlık” oluşturması imkânı da yoktur. Hıristiyanlık bilginin bu yollarını ve güçlerini kutsar. Ama Hıristiyanlık şunu izah eder: Araştırmalar ve kâinat kutsallıklarıyla beraber onlara bunu hibe eden yaratıcının gerçeğini asla ortadan kaldırmaz ve bunu hiçbir şekilde unutmamalılar. Kâinat, sebebi amacı ve kemali olan bir şekilde yaratılmıştır. Bu sebebi ve bu amacı bilimsel araştırmalar yorumlamaz. Hıristiyanlıkta âlim kişi bir araştırmacıdan daha ileri de olmalı. Kainat teorisinde âlim kişi bilgilerden en çoğunu ve en çeşitlisini toplayandır. Bilgi hazinesi çok olan âlim büyük âlim sayılır. Hıristiyanlıkta âlim kişi bu anlamda değildir. Araştırmaya dayalı bilgi, yaşamsal hikmetten başka bir şeydir. Âlim ve dahi kişinin yalnız bilgisi yeterli değildir bütün bunların hikmetini görmemiz lazımdır. Ve örneğin kendimize hayatta hikmet ile davranmasını bilmeyen bir dâhinin veya saygın bir aile oluşturamayan bir yaşamın veya yaşamını buluşlarla geçiren ama bir dost ile ilişki kuramayan bir araştırmacının portresini edinmeyelim. Bütün bu portreler bize örnek bir insanı teşkil etmez. Bunlar insanın süslerini arttıran güzelliklerdir. Ama onun özünü oluşturmaz. Araştırma bize kâinat hakkında “Nasıl”ı öğretir. Oysa ilahi keşif bize “Neden”i haber verir. Dünyanın güneş etrafında nasıl döndüğünü bilmek gerçekten önemli bir şeydir ve dince de kutsaldır. Ama nedenini bilmemek gerçek bir cehalettir. Bilmenin en önemli gerçeklerini kaybetmiş oluyoruz. Kâinatın insan için bir gaye olması mümkün değildir, ancak bir vasıtadır. Bu nedenle “Nasıl” konusu asla “Neden” konusundan daha önemli olamaz. Herhangi bir duruma ilişkin gerçek bilgi öncelikle onun sebebinin ve gayesinin ne olduğunun bilinmesini gerektirir. Ve sonra bunun nasıl olduğu araştırılır.
Başlangıç ve sonuç açılarından bu sebebiyet, kâinat neden vardı? Ve kâinat ne anlama geliyor? Sorularıdır. Bütün bu sorular, dünya nasıl dönüyor sorusundan daha az önemde sorular değildir. Aynı zamanda Hıristiyanlık insanı cehalete ve tembelliğe ve araştırmamacılığa teslim olmaya iten bir felsefi din değildir. Aksine Hıristiyanlık gerçeklerin düzenlenmesidir. Yaşamda sorunların istenen öncelik ve düzende toplanmasıdır.
Dağda ki denemede İsa’nın meşhur cevabı “İnsan yalnızca ekmekle yaşamaz, ama Allah’ın ağzından çıkan her sözle yaşar” iki gerçeği ortaya çıkarır. İlki, İsa “Yalnız” sözünü söylerken ekmeğin de gerekli olduğunu belirtir. İkincisi ise “Ama” kelimesini kullanmakla da düzenlemede tanrı sözünün birinci sırayı aldığını belirtir. Hangisi en iyi olanı, insanın beşeri haklarından mahrum edilip yedirilmesi mi, yoksa – mecbur kalırsak – insani olan her şeyin korunarak yemekten mahrum edilmesi mi? Bunlardan hangisini seçmeliyiz? İsa Mesih burada dengeli olmaya davet ediyor. Ekmekten ihtiyacımız kadar olanı almak “Gündelik ekmeğimizi bize bugün de ver” ve ruhun önceliğini ve hükümranlığını korumak “Öncelikle Allah’ın egemenliğini ve doğruluğunu isteyiniz”
Sonuçta söylenecek son söz olan “İffet” budur. Dünyadaki her şeyi alalım ama üç şartla: Birincisi, sebebe şükredelim yani bunu verene şükredelim ve onu daima analım, ikincisi, onu mümkün olan en iyi şekilde alalım yani bilimsel araştırmaları geliştirerek aratıcılık ve akılla bunu yapalım, üçüncüsü de, bunları niçin aldığımızı ilelim, yani kısaca kâinatla birlikte onun amacına ulaşalım başka bir deyişle onu egemenlik olarak Allah’a yükseltelim. Çünkü bunu ondan bir hediye olarak aldık ve ona bunu bir şükür duası olarak iade edelim. O halde hayatta gerçekleri bilmenin iki yolu vardır birincisi dar ve kesilmiş olan yoldur o da dünyevi ve bilimsel araştırmalardır ki kâinatın gerçek nedenlerine daha geniş bir şekilde bakmayan yoldur, ikincisi ise, tanrısal keşif yoludur, bu yol başlangıcları ve sonları sebepleri ve gayeleri yorumlayan yoldur. Bu yol bilimi ve araştırmaları güçlendirir geliştirir ve tavsiyelerde bulunur ki gerçekler en iyi şekilde kullanılsın ve bu da Allah nezdinde değerli olandır.
Birinci yol kâinatla başlar ve onunla biter. İkinci yol Allah ile başlar ve ona varır. Birinci yol Allah’ı dışlar. İkinci yol dünyayı kucaklar ve Allah’ı içinde hazır bulundurur. Birinci yol beşeri bir buluştur, ikinci yol ise tanrısal bir keşiftir. Yıldız bilimciler ile bakire Meryem arasında ki farklılık açıkça ortaya çıkar. Bunlar hikmeti olmayan araştırmacılar idi. Ve Meryem sıradan bir genç kızdı ama onda ilahi bir hikmet vardı. Ve yıldız onları bakireye yöneltti ve kainatın tarihi ilahi bir müdahele ile tanrısal hikmeti bulmak için asıl gayesine yöneldi. Ve Allah araştırmanın aracı olan yıldızı yönlendirerek o yıldız da araştırmacıları asıl gayeye yöneltmiştir. İlim cehalet mikrobunun en tehlikeli olanını içerir. O da tanrısal keşfin ortaya çıkardığı başlangıç ve gaye unsurlarının bilinmemesidir.
Beyitlerin yazarı bu nedenle şöyle haykırır: ,
“Sevin ey Kutsal Üçlemeyi sevenlerin aydınlanması”

 

Bakire Meryem ve aydınlanma