/ Kitaplar / Bir Rus Gezgincinin Anıları ALTINCI ANLATI

Bir Rus Gezgincinin Anıları ALTINCI ANLATI

Bir Rus Gezgincinin Anıları ALTINCI ANLATI

Yazar: Çeviren: Dominik Pamir

ALTINCI ANLATI

Gezginci:
– Tanışmak istediğiniz, esenlikli konuşmasıyla yolculuğumun nasıl geçtiğini anlamadığım, saygıdeğer yol arkadaşımı da dün size söz verdiğim gibi birlikte getirdim.
               Starets:
– Sizleri görmekten çok memnun oldum, ümit ederim ki, saygıdeğer konuklarım da yolculuğunuzda edindiğiniz deneyimleri duymaktan memnun olacaktır. Aramızda saygıdeğer bir Skhimnik(7) ile bir peder bulunuyor. İsa, benim adıma iki ya da üç kişi bir araya gelirse onların arasında olurum demişti. Oysa bugün onun adına beş kişi bir araya gelmiş durumdayız, bu durumda her halde nurunu bizlere daha bolca verecektir. Sevgili dostum, yol arkadaşınızın kutsal İncil’e olan düşkünlüğünüz konusunda dün akşam anlattıkları bana son derece anlamlı ve eğitici geldi. Bu kutsal yola nasıl ulaştığınızı öğrenmek ilginç olsa gerek.

Profesör:
– Bütün insanların kurtulmasını ve gerçeğe ulaşmasını isteyen sevgi dolu Tanrı inayet göstererek insan müdahalesi olmadan bunu bana şahane bir biçimde esinledi. Bir yüksek okulda beş yıl süre ile profesörlük yaptım. İçim kararmış bir vaziyette boş bir yaşantı sürmekteydim. Boş felsefeyle uğraşıyordum, İsa’nın öğretisine uygun bir felsefeyle değil. Dindar anacığımla ve olgun bir kadın olan kız kardeşimle birlikte oturmam beni belki bir dereceye kadar tamamen mahvolmaktan kurtardı.
               Bir gün gezinti yerinde aylak aylak dolaşırken Fransız olduğunu söyleyen bir gençle tanıştım, kendisi yüksek tahsilli imiş, Paris’ten geleli daha çok olmamış, özel dersler vermek istiyormuş. Genç adamın yüksek kültürüne hayran kalmıştım, ülkemizin yabancısı olan bu adamı evime davet ettim. Böylece arkadaş olduk. Tanışmamızı izleyen iki ay boyunca beni sık sık ziyarete geldi. Bazen birlikte geziyor ve hoşça vakit geçiriyorduk. Birlikte kadınlarla tahmin edeceğiniz gibi sakıncalı ilişkilere giriyorduk.
               Günün birinde beni böyle bir davete götürmek için geldi. Beni daha çabuk ikna etmek için de evine gideceğimiz kadının sevimliliğini, neşeli oluşunu övdü. Kısa bir süre konuştuktan sonra birden bana bulunduğumuz çalışma odamdan çıkıp salonda oturmamızı önerdi. Bu isteğini garipsedim. Daha önceleri de çalışma odamda pek isteyerek kalmadığını fark etmiştim, bunun nedenini kendisinden sordum. Salonun annemle kız kardeşimin kaldıkları odaya bitişik olduğunu, orada bu tür bir konuşmayı sürdürmemizin uygun kaçmayacağını söyledim. Önceleri öne birkaç bahane sürdüyse de sonunda açıkça itiraf etti:
– Kitaplığınızda kitaplar arasında bir de İncil bulunuyor; bu kitaba karşı saygım sonsuzdur, onun önünde kendi kötü meselelerimizi konuşmaktan sıkılıyorum. Onu dışarı götürün o zaman rahatça konuşabiliriz – dedi.
               Bu sözlere gülmekten kendimi alamadım. İncil’i kitaplıktan çıkararak:
– Bunu bana daha önce söylemeliydiniz – dedim. Ve ona kitabı uzatarak:
– Kitabı alın ve yandaki odada istediğiniz yere koyun – dedim. Ona İncil’le henüz dokunmuştum ki zangır zangır titremeye başladığını ve birden yok olduğunu gördüm. Bu olay beni öylesine şaşkınlığa uğrattı ki, korkudan bayılarak yere yığıldım. Gürültüyü duyan evdekiler koşuştular, beni kendime getirmek için yarım saatten fazla uğraşmışlar. Kendime geldiğimde hâlâ korkudan tir tir titriyordum. Tam anlamıyla allak bullak olmuştum, bir kolumla bir ayağım tamamen hissizleşmişti, onları bir türlü kımıldatamıyordum. Doktor şiddetli bir korku ya da şok sonucunda felce uğradığımı söyledi. Teşhisi buydu.
               Bu olaydan sonra tam bir yıl boyunca yerimden kımıldayamadım; en iyi doktorların tedavisi de bende en ufak bir iyileşme getirmedi; hastalığım yüzünden kariyerimi de bırakmak zorunda kaldım. O zamanlar annem zaten oldukça yaşlıydı; çok yaşamadı. Kız kardeşim de manastıra girmeye hazırlanıyordu. Bütün bunlar hastalığıma tuz biber ekti. Hastalığım sırasında bir tek avuntu kaynağım vardı; o da hasta olduğum günden beri elimden düşürmediğim İncil’i okumaktı. Bu bir bakıma başıma gelen o inanılmaz olayın doğruluğunu kanıtlamaktaydı. Günün birinde tanımadığım bir keşiş beni ziyarete geldi. Manastırı için bağış toplamaktaydı. Benimle ikna edici bir şekilde konuştu. Bana sırf ilaçlara güvenmemek gerektiğini, ilaçların beni Tanrı’nın yardımı olmadan iyileştiremeyeceğini, bu nedenle Tanrı’ya yakarmak ve coşkuyla dua etmek gerektiğini, duanın hem bedensel hem ruhsal her türlü hastalığı iyileştirme gücü olduğunu söyledi.

– Eğilemediğime göre,  haç çıkarmak için kolumu da kımıldatamadığıma göre nasıl dua edebilirim? – diye şaşkınlıkla sordum.
– Nasıl olursa olsun ama dua et – dedi.
               Nasıl dua etmem gerektiğini bana açıklamadı. Ziyaretçim gittikten sonra dua, duanın gücü ve etkileri üstünde düşünmeye, çok eskiden henüz öğrenciyken almış olduğum dinsel bilgileri aklımdan geçirmeye başladım. Bu uğraş hoşuma gidiyordu, böylelikle dinsel konulardaki bilgimi tazeliyordum; bu nedenle ruhum ısındı, içim rahatladı. Mucizeden sonra İncil’e olan inancım çok büyüdü. İncil’i devamlı olarak yanımda bulundurduğumdan kurslarda dua üstüne gördüğüm incelemelerin hepsinin İncil’deki parçalara dayandığı da aklıma gelince Hıristiyanlık tinselliği ve dua üstüne yalnız İncil’in öğretisine dayalı bir çalışmanın yapılmasının çok iyi olacağını düşündüm.
               İncil’i, anlamını çıkartmaya çalışarak okuduğumda oradan verimli bir kaynaktan alıyormuşçasına, kurtuluşa götüren gerçek içten dua ve tinsel yaşam hakkında eksiksiz bir yöntem çıkardım. Bu konuyla ilgili parçaları büyük bir dikkatle inceledim. O günden beri bu Tanrısal öğretiyi öğrenmek için büyük bir çaba harcıyor ve bunu elimden geldiğince uygulamaya çalışıyorum. Böyle bir uğraşı içinde olduğum sıralar sağlığım yavaş yavaş düzelmeye başladı. En sonunda da gördüğünüz gibi tamamen iyileştim. Yalnız başıma yaşarken iyileşmemi ve aklımın aydınlanmasını borçlu olduğum Tanrı’ya, babaca iyiliğine şükretmek için, aynı zamanda yüreğimin eğilimine de uyarak kız kardeşimin gittiği yoldan gitmeğe, yani keşiş olmağa karar verdim. Böylece Kutsal Kitabın sonsuz yaşamla ilgili sözlerinin her birini engel tanımadan kabul edebilir ve kendime mal edebilirim. Şimdi Beyaz Deniz’de Solovetsky(8) manastırı yakınlarında ıssız bir yer olan Anzerski’ye gidiyorum. Güvenilir kaynaklardan edindiğim bilgilere göre orası ruh gözüyle seyrediş için ideal bir yermiş. Size bir de şunu söylemek istedim. Bu yolculuğum sırasında İncil bana avuntu verdi, kafamı aydınlattı ve yüreğimi ısıttı. Doğrusunu söylemek gerekirse, zayıf biri olduğumu biliyorum ve kurtuluşa ulaşmak ve dindar olmak için gerekli koşullar, kendi benliğimden vazgeçmenin zorunluluğu, İncil’in öngördüğü alçakgönüllülük ve her şeyden arınmak, bütün bunları gerçekleştirmenin zorluğu ve yüreksiz biri olmam beni korkutuyor. Umutla umutsuzluk arasında bocalıyorum. İlerde ne olacağımı kestiremiyorum.

Skhimnik:
– Tanrı size inayetini öylesine açık bir şekilde gösterdikten sonra, üstelik gördüğünüz eğitimden sonra cesaretsizliğe kapılmak bir yana, Tanrı’nın yardımından ve koruyuculuğundan birazcık bile kuşkuya düşmeniz bağışlanamaz. Tanrı’dan esinlenen Chrysostomos bu konuda ne diyor biliyor musunuz? Hiç kimse cesaretsizliğe düşmemeli, İncil buyrukları uygulanamaz ya da onları uygulamak olanak dışıdır gibi yanlış bir izlenime kapılmamalıdır. İnsanı yaratırken onun kurtuluşunu düşünen Tanrı hiç kuşku yok ki uygulanamaz gibi görünen buyruklarını çiğnesinler diye onları insanlara vermedi. Tersine onları, onların sayesinde kutsallığı ve yetkinliği elde ederek hem bu dünyada hem de öbür dünyada Tanrısal lütufa katılalım diye verdi. Kuşkusuz Tanrı’nın buyruklarını değişmeden, düzenli olarak yerine getirmek düşmüş tabiatımız için son derece zor bir şeydir. Bu nedenledir ki, kurtuluşa ulaşmak o kadar kolay bir iş değildir. Buyruklarının yerine getirilmesini isteyen bu aynı Tanrı sözü bunun çarelerini de birlikte sunuyor. Yalnız bunları kolaylıkla nasıl yerine getirmeyi değil, aynı zamanda bunlardan mutluluk bulmayı da öğretiyor. Bunun ilk bakışta sanki gizli bir perdenin arkasındaymış gibi hemen belli olmamasının nedeni daha alçakgönüllü olmamız ve dualarımızda doğrudan kendisine başvurarak kendisiyle birleşmemizi sağlaması için babaca yardımını dilememiz içindir. Kurtuluşun sırrı işte buradadır, yoksa kendi çabalarımıza olan güvende değildir. Gezginci:
– Aciz ve güçsüz biri olan ben, miskin yaşantımı Tanrı’nın şanı ve kendi kurtuluşum için hiç olmazsa bir dereceye kadar düzene sokabilmek amacıyla bu sırrı öğrenebilmeyi çok isterdim.
               Skhimnik:
– Kardeşim, sen bu sırrı zaten biliyorsun. “Philokalia” adlı kitabın sayesinde biliyorsun. Bu sır, üzerinde o kadar çabayla çalıştığın, didindiğin ve o kadar mutluluk bulduğun “devamlı dua”nın içindedir.
               Gezginci:
– Peder, ayaklarına kapanayım, ne olur, Tanrı aşkına, dünyada her şeyden çok duymaya can attığım üstüne yazılan yazıları günahkâr ruhuma güç ve avuntu versin diye okuduğum bu kutsal duanın kurtarıcı gizi ile ilgili bir şeyler söyle, benim iyiliğim için.
               Skhimnik:
– Bu ciddi konuyla ilgili yeteri kadar deneyimim olmadığı için, vereceğim fikirler seni pek tatmin etmeyecektir. Ancak bende, bu sorunla ilgili olarak, tinsel bir yazarın herkesin anlayacağı biçimde kaleme almış olduğu notları var. Eğer arkadaşlarınız da razı olurlarsa hemen gidip o notları getireyim ve size okuyayım.
               Hepsi birlikte:
– Çok memnun oluruz, saygıdeğer peder! Böylesine esenlikli bir bilgiyi bizden esirgemeyin

       KURTULUŞA KAVUŞMA SIRRININ SÜREKLİ DUA İLE AÇIĞA ÇIKMASI

Nasıl kurtuluşa kavuşmalı? Bu önemli soru, insan yaratılışının güçten düşmüşlüğünün ve ağır yaralarının, olduğu gibi gerçeğe ve doğruluğa olan ilk özleminden kendisine arta kalanın da farkında olan her Hıristiyan’ın aklına gelecek bir sorudur. Ölümsüzlüğe ve öbür dünyada her şeyin misliyle karşılık bulacağına az da olsa inanmış kimse elinde olmadan “acaba nasıl kurtuluşa kavuşabilirim?” sorusunu kendi kendisine sorar. Bu sorunu tek başına çözemeyeceğini anlayınca akıllı ve bilgili kimselere başvurur. Sonra onların öğütlerine kulak vererek bu konuda yazmış tinsel yazarların kitaplarını okur. Okuduğu ve işittiği kuralları şaşmadan uygulamaya koyar. Edindiği bu bilgilerde kurtuluşa kavuşmanın koşulu olarak imanlı bir yaşam ve kesin bir dönüş sağlayacak kendi benliğiyle kıyasıya savaşım söz konusudur. Bütün bunlar onu imanın gereklerini yapmaya, sürekli olarak İsa’nın buyruklarını yerine getirmeye iter; böylelikle sağlam ve sarsılmaz bir imana sahip olabilecektir. Bir de, ona kurtuluş için gerekli tüm bu koşulların zorunlu olarak en derin alçakgönüllülük içinde yerine getirilmesi ve birbiriyle bağdaştırılması gerektiği öğretilir. Erdemlerin hepsi birbirlerine bağlı olduklarından birbirlerini karşılıklı olarak güçlendirmeli, birbirlerini tamamlamalı, biri diğerine destek olmalıdır, aynen güneş ışınlarının büyüteç aracılığıyla bir noktada toplanınca güçlerini ortaya koyarak alev çıkartabildikleri gibi. Başka bir deyişle, “küçük işlerde güvenilir olan kişi büyük işlerde de güvenilir olur” (Luk.16,10).
               Bundan başka, bir bütün haline gelmiş bu çok karmaşık erdemi kendi içine daha çok yerleştirmek için, erdemin güzelliğini öven, kötülüğün zavallılığını ve kokuşmuşluğunu anlatan açıklamaları dinler. Bütün bunlar öbür dünyada görülecek olan korkunç cezalarla ya da vaat edilen çok büyük ödüllerle onun aklına işlenir. Zamanımızda verilen vaazların nitelikleri bunlardır. Kurtuluşa kavuşmayı büyük bir şevkle arzulayan, öğrendiklerini, okuduklarını ya da işittiklerini sevinçle uygulamaya hazırlanan kişi önceden işte böyle yönlendirilir. Ama ne yazık ki! İnsan daha ilk adımda isteklerini gerçekleştirmenin olanak dışı olduğunun farkına varır. Zavallı ve güçten düşmüş yaratılışının aklın ikna olduğu inançlara üstün geldiğini, özgürlüğünün denetim altına alındığını, doğal eğimlerinin soysuzlaştığını, tinsel gücünün de nefsine yenildiğini görür, hatta bunları denemeyle de saptar. O zaman aklına doğal olarak şu soru gelir: “Tanrı yasasının, Hıristiyanlık dindarlığının gereklerinin nasıl yerine getirebileceğini gösteren, kutsallığa ve kurtuluşa erişenlerin kullanmış oldukları belirli bir yol yok mudur?” Sonuç olarak, vicdanın istedikleriyle, onları gerçekleştirememe güçsüzlüğünü birbiriyle uzlaştırabilmek amacıyla yeniden kurtuluş konusunda vaiz verenlere başvurur ve onlara şu soruyu sorar: “Ruhumu kurtuluşa nasıl kavuşturabilirim? Bu koşulları yerine getiremeyerek gösterdiğim beceriksizliğimi nasıl haklı çıkarabilirim? Bütün bu şeyleri bana öğretenlerin kendileri de acaba bunları şaşmadan uygulayabilecek güçte midirler?” “Tanrı’ya yakar. Tanrı’ya dua et Yardımını dilemek için ona dua et”
               O zaman, araştırıcı, daha işin başında iken, tinsel yaşamın gereklerini yerine getirebilecek gücü tek başına verebilen dua üstüne çalışma yapmanın daha doğru olacağı gibi bir sonuca varır. Bunun üzerine kendini duaya verir. Okur, derin düşüncelere dalar, bu konu üzerine yazılmış yazıları inceler. Araştırmalarında bir sürü aydınlatıcı düşünceye, birçok derin bilgiye ve oldukça etkileyici fikirlere rastlar. Bazısı eşsiz bir biçimde duanın gerekliliğinden, bir başkası duanın gücünden, yararlı etkisinden, dua etmek görevinden; duanın gerektirdiği coşkulu çabadan, dikkati artırmasından, yüreğe sıcaklık vermesinden, kafayı düşüncelerden arındırmasından, düşmanlarımızla bizi barıştırmasından, bize alçakgönüllülük ve pişmanlık aşılamasından ve dua ile ilgili daha bir sürü şeyden söz eder.
               Ama gerçekte dua nedir? Gerçekten nasıl dua edilir? Bu geciktirmeye gelmez ana sorulara herkesin anlayabileceği biçimde kesin bir yanıt verebilmek kolay değildir, işte bu nedenledir ki, dua ile ilgili bilgi edinmek isteyen kimsenin gözü önündeki esrar perdesi bir türlü aralanmaz. Şimdiye kadar okudukları genelde ona duanın ancak bir yüzünü gösterir, dindar olduğu halde duanın dışında kalır, dua etmenin kiliseye gitmek, haç çıkarmak, secde kılmak, Mezmurları, ayindeki duaları mırıldanmak olduğunu zanneder. Kilise Babalarının içsel dua ile ruh gözüyle seyrediş üstüne yazmış oldukları yazılardan haberleri olmayanların dua hakkında çoğu zaman kafalarında oluşturdukları düşünce budur. Bununla birlikte, araştırıcı en sonunda çok bilgili yirmi beş kutsal kişi tarafından kaleme alınmış, yürek duasının özünü ve gerçeğini bilimsel olarak, herkes tarafından öğrenebilinecek şekilde açıklayan “Philokalia” adlı kitapla karşılaşır. Araştırıcı gerçekten dua etmenin, düşüncesini ve dikkatini durmadan Tanrı’ya yöneltmek, onun huzurunda yürümek, onu düşünerek kendinde ona karşı sevgi uyandırmak ve onun adını soluk alıp vermeyle yüreğinin atışlarına uydurarak söylemek olduğunu anlar. Mesih İsa’nın adını dudaklarıyla yakarmakla ya da İsa duasını her yerde ve her zaman, nasıl bir uğraşı içinde olursa olsun durmadan söylemekle izleyeceği yolu bulur. Bu aydınlatıcı gerçekler, araştırıcının aklını aydınlatarak dua üstüne araştırma yapmasını sağlar. Araştırıcı duayı gerçekleştirmesini öğrenir. Bununla birlikte ilk girişimlerinde birçok zorlukla karşılaşması doğaldır. Ta ki deneyim sahibi bir ustanın kendisine bütün gerçeği, yani ruhun kurtuluşu için içsel duayı kusursuz olarak öğrenmenin tek ve etkili çaresinin, sürekli dua etmek olduğunu öğretene dek. Bu esenlikli çalışma yönteminin bütün temeli sık sık dua etmeye dayanmaktadır. Yeni Tanrıbilimci Simeon’un belirttiği gibi: “Durmadan dua eden kimse bu tek faaliyetle bütün iyiliklerin sentezini yapmış olmaktadır.” Bu gerçeği daha iyi açıklamak için şunları ekliyor: “Ruhun kurtuluşu için her şeyden önce gerçek iman gerekiyor”. Kutsal Kitap: “İman olmadan Tanrı’ya yaranmak mümkün değildir” der (İb.11,6). İmanı olmayan kimse yargılanacaktır. Ne var ki aynı Kutsal Kitap, insanın kendi kendine bir hardal tohumu büyüklüğündeki bir inancı bile içinde uyandıramayacağını yazıyor. İnanç, Tanrı’nın bir armağanı, tinsel bir lütufudur, bizden gelmez. Kutsal Ruh tarafından verilir. Durum böyle olunca, acaba ne yapmak gerekir? İnsanın inanca olan gereksinmesiyle, onu kendi çabasıyla uyandırma olanaksızlığını birbiriyle nasıl bağdaştırmalı? Bunun çaresi yine Kutsal Kitapta belirtiliyor: “İsteyin, size verilecektir.” Kendi çabalarıyla tam bir imana sahip olamayan Havariler Mesih İsa’ya şöyle yakardılar. “Yarab, inancımızı çoğalt.” Bu örnek inancı nasıl elde edeceğimizi bize gösteriyor. Buradan ancak dua ederek inanç sahibi olunacağı çıkar.
               “Ruhun kurtuluşu için gerçek inancın yanı sıra iyi işler de yapmak gerekiyor, eylemlere dönüşmeyen bir inanç ölü bir inançtır” (Yak.2,17). “İnsan yalnızca inancından dolayı değil yaptığı işlere göre de yargılanacaktır” (Yak.2,24). Yaşama adımını atmak istiyorsan buyrukları yerine getir: öldürme; zina işleme; hırsızlık yapma; yalancı tanıklık etme; ananla babana saygı göster; insanları kendin gibi sev. Bu buyrukların hepsini birden yerine getirmen çok önemlidir; çünkü “Şeriat Yasalarının hepsini yerine getirip de bir tekine aykırı davranan kimse hepsinden suçlu sayılacaktır”(Yak.2,10). Havari Yakup böyle diyor. Havari Pavlus da insanın ne kadar aciz bir yaratık olduğundan söz ediyor: “Tanrı’nın huzurunda hiç kimse Şeriat işleri sayesinde temize çıkamayacaktır”  (Rom.3,20). Çünkü bizler Şeriatın tinsel olduğunu biliyoruz.
               Oysa ben Tensel’im, günaha teslim olmuşum. Çünkü bende istek var, ama nasıl iyilik yapacağımı bilmiyorum. Ve istemediğim kötü şeyi yapıyorum… Düşünceyle Tanrı Yasasına, vücut ile de günah yasasına tabiyim (Rom.7, 15). İnsan güçsüzse ve Tanrı buyruklarını yerine getiremiyorsa, Tanrı Yasasının istediklerini nasıl gerçekleştirsin? İnsanın bunu elde edebilmesi için dua etmekten başka seçeneği yoktur. “Elde etmiyorsunuz, çünkü dilemiyorsunuz” (Yak.4,2). Havarinin öne sürdüğü neden işte bu. Mesih İsa’nın kendisi de şöyle diyor: “Sizde kaldığım gibi siz de bende kalın; bende kalan ve benim de onda kaldığım kimse bol bol ürün verecektir” (Yuh. 15,5). Ancak İsa’da olmak demek, onun varlığını sürekli olarak hissetmek ve onun adını durmadan yakarmak demektir. “Eğer benim adıma benden bir şey isterseniz, istediğiniz şeyi size vereceğim” (Yuh. 15,7). Böylece iyilik yapma olanağı insana dua aracılığıyla verilmiş oluyor. Buna bir örnek verecek olursak: Havari Pavlos günah eğilimine yenik düşmemek için üç kez diz çökerek, Allah Baba’ya içindeki adamı güçlendirmesi için dua etmiş, sonunda kendisine her şeyden önce dua etmesi, aralıksız olarak durmadan dua etmesi buyrulmuş. Yukarda söylenenlerden insan ruhunun kurtuluşa kavuşmasının duaya bağlı olduğu ortaya çıkıyor. İnanç dua sayesinde canlandırıldığına ve her türlü iyi şeyin dua sayesinde yapıldığına göre dua çok gerekli bir şeydir. Kısacası dua ile her şey başarıya ulaşır, dua olmadan Hıristiyan dindarlığının gerekleri yapılamaz. Şu halde yaşamımızın sürekli biçimde sunulması gereği sadece dua ile ortaya çıkmaktadır. Öteki erdemlere gelince, hepsinin kendi zamanı vardır. Dua konusunda ise bizden “Durmadan dua etmemiz” istenmektedir. Her zaman ve her yerde dua etmek yerinde ve uygun bir davranıştır.
               Hangi vicdanlı insan gerçek dua için gerekli yukarda belirtilen koşulları yerine getirmekten uzak olduğunu, duayı ona eğilim ve sevgi duyduğundan ya da ondan zevk aldığından değil de sadece ihtiyacı olduğu zaman yaptığını kabul etmez. Bu konuda Kutsal Kitap şöyle yazıyor: “İnsanın ayakta sarsılmadan kalabilecek, kafasını kötü düşüncelerden arındırabilecek gücü yoktur. İnsanın düşünceleri gençliğinden beri kötüdür.” Bizlere başka bir yürekle yeni bir akılı ancak Tanrı verebilir. İstemek de yapmak da Tanrı’ya özgüdür. Pavlus bunu şu sözlerle kanıtlıyor: “Dua ediyorum ama aklım başka yerlerde” (I. Kor. 14,14). “Dua ederken neler isteyeceğimizi bilmiyoruz”(Rom. 8, 26).
               Bundan da kendi kendimize doğru dürüst dua edemeyeceğimiz sonucu çıkıyor. Dualarımızda gerçek duanın niteliklerini ortaya çıkartamayız.
               Eğer insan bu kadar güçsüzse, öyleyse insan kendi gücü ve iradesiyle ruhunun kurtuluşu için ne yapabilir? İnsan dua etmeden inanç sahibi olamaz; dediğim iyi işler konusunda da aynen geçerlidir. Gerçekten dua edebilmek insan gücünü aşan bir şeydir. Peki, insanın geriye yapacağı ne kalıyor? Yok, olmaması ama kurtuluşa kavuşması için geriye özgürce ve gücünün yettiğince yapacağı ne kalmaktadır? Her eylemin kendine özgü bir niteliği vardır. Bu niteliği de bağışlamak için Tanrı uygun zamanı beklemektedir. İnsanın Tanrı’ya olan, Tanrı iradesine olan bağımlılığı daha açıkça belli olsun diye ve onu daha derin alçakgönüllülük içine daldırabilmek için, Tanrı insana çok dua etmek yeteneğini vermiş. İnsanın durmadan, her zaman, her durumda ve her yerde dua etmesini buyurmuş. Böylelikle gerçek duanın, aynı zamanda imanın ve Tanrı buyruklarının yerine getirilmesinin gizli yöntemi açıklanmış oluyor. Şu halde insana çok dua edebilmek yeteneği verilmiş. İnsan eğer isterse sık sık dua edebilir. Kilise Babalarının bu konuda öğrettikleri işte bunlardır. Ermiş Büyük Makarios diyor ki: “Çok dua edip etmemek bize kalmış bir şey, ama gerçekten dua edebilmek lütfun bir armağanıdır.” Saygıdeğer Hesychios da diyor ki: “Sık sık yapılan dua alışkanlık haline gelerek insanın ikinci tabiatı olur. Yüreği arındırmanın tek yolu Mesih İsa’nın adını sık sık yakarmaktır.”
               Saygıdeğer Kallistos ile İgnatios, nefsi körelten çile ve dindarca davranışlara başvurmadan önce, İsa adının aralıksız olarak durmadan tekrar edilmesini salık vermektedirler. Çünkü sık sık söylenen dua kusurlu durumdan kusursuz duruma geçmektedir. Pek mutlu Diadochos’un öne sürdüğüne göre de bir insan ne kadar sık Tanrı adını yakarırsa, o insanın günaha düşme olasılığı da o kadar azalır. Kilise Babalarının verdikleri bu pratik bilgiler ne kadar da insan yüreğine yatkın! Bu bilgiler ne eğitici, ne sağduyulu! Deneyimleriyle ve sadelikleriyle ruhu yetkinliğe götüren çarelerin üstüne ışık tutuyorlar. Aklın kuramsal olarak verdiği ahlak dersi ile aralarındaki ne çelişki! Akıl şöyle diyor: “Şu ya da bu iyi şeyi yap, cesaretini topla, irade gücünü kullan, erdemin iyi sonuçlarını görerek ikna ol. Örneğin aklınla yüreğini boş hayallerden arındırarak onların yerine eğitici düşünceler koy, iyilik yap. Bunları yaparsan saygınlık görür, huzur bulursun. Aklının ve vicdanının sesini dinleyerek yaşa.” Bu düşünceye ne yazık ki sık sık dua etmeden Tanrı’nın yardımını dilemeden, gösterilecek tüm çabaya karşın ulaşılamayacaktır.
               Şimdi de Kilise Babalarının ruhun arındırılmasıyla ilgili söylediklerine bir göz atalım.
               Ermiş Johannes Klimakos şöyle diyor: “Ruh temiz olmayan düşüncelerle karardığında, İsa adını devamlı olarak yakararak düşmanı kaçırın. Ne bu dünyada ne de öbür dünyada bundan daha etkili bir silah bulabilirsiniz.” Sinaitli ermiş Gregorios da şöyle diyor: “Bilin ki, hiç kimse tek başına kendi aklına egemen olamaz. Şu halde kötü düşünceler kafana üşüştüğünde İsa adını sık aralıklarla devamlı olarak yakarmaya bak. Göreceksin boş düşünceler kendiliğinden kaybolacaktır.”
               Ne kadar basit ve kolay bir yöntem! Böyle olmasına karşın doğruluğu deneyimlerle sabit olmuş. Saflığa kendi öz çabasıyla, kurum satarak ulaşmaya çalışan kuramsal akılla aralarındaki ne çelişki!
               Kilisenin kutsal Babalarının kendi deneyimlerine dayanarak verdikleri bu bilgileri bir tarafa not edersek sağlam bir sonuca varırız. Kurtuluşa ve tinsel yetkinliğe ulaşmanın temel, tek ve çok kolay yöntemi ne kadar cılız olursa olsun aralıksız dua etmektir.
               Kendinde Tanrı’ya ruhta ve gerçekte tapınacak gücü bulamıyorsan yüreğin, içsel duanın verdiği sıcaklığı, tatlı hazzı duyamıyorsa, o zaman elinden geleni, gücünün yettiği ve iradenin yapacağı kadarını dua olarak sun. Her şeyden önce dudaklarını sık sık, durmadan dua etmeğe alıştır. Dudakların İsa adını durmadan söylesinler. Bu çok zor bir şey değil, bunu herkes yapabilir. Bu konuda Havari Pavlos şöyle buyuruyor: “Şu halde, Tanrı’ya, onun aracılığıyla durmadan övgü sungusunu (kurbanını) sunalım, yani onun adını yücelten dudakların meyvesini” (İbr.13,15).
               Duanın sık sık tekrar edilişi kuşkusuz alışkanlık meydana getirerek ikinci tabiat olacaktır. Bu davranış zamanla hem ruhu hem yüreği daha elverişli duruma getirecektir. Bir adamın devamlı olarak yalnızca Tanrı’nın dediği gibi dua ettiğini varsayalım. Adam yalnız bu davranışı ile bütün buyrukları yerine getirmiş olacaktır. Gerçekten de, eğer aralıksız olarak İsa’nın çok aziz adını gizlide yakararak duasını yapıyorsa (başlangıçta bunu büyük bir çaba göstermeden isteksizce kendini zorlayarak yapmasına karşın) boş düşüncelere, hemcinsini yargılamaya, zevk peşinde koşmaya ayıracak zamanı olmayacaktır. Her kötü düşünce, onda, bir engele toslayacak ve gelişemeyecektir. Onu günaha itecek eğilimlerin hiç biri, ruhun kendi haline bırakılmış olduğu zamanlardaki gibi amacına ulaşamayacaktır. Fazla ya da boş konuşmalar azalacak ya da tamamen kesilecektir. Tanrısal adın öylesine sık olarak yakarılmasının oluşturduğu esirgeyici güçle her kusur anında ruhtan silinecektir. Duanın sık sık yinelenmesi çoğu zaman ruhu günah işlemekten alıkoyacak ve onu Tanrı’yla birleşmeye kadar götürecektir. Dua konusunda niceliğin ne kadar gerekli ve ne kadar önemli olduğunu görüyor musun? Gerçek ve an duaya erişmenin tek yolu sık sık dua etmektir. Bu, duaya hazırlanmanın en iyi yoludur ve duanın amacına ve kurtuluşa ulaşmanın da en güvenilir yoludur.
               Seni sürekli duanın verimliliğine ve gerekliliğine kesin olarak inandırması için söyleyeceklerimi not et: 1) Duadaki her düşünce ve her istek Kutsal Ruh’un eseri ve koruyucu meleğinin sesidir. 2) Dua sırasında yakarılan Mesih İsa’nın adı kendinde kendiliğinden var olan ve kendi kendine davranan kurtarıcı gücü içermektedir. Şu halde yaptığın duanın kuru ya da kusurlu olmasına üzülme. Tanrı adını sık sık yakarmakla elde edeceğin meyveyi sabırla bekle. Kuru kuruna yakarmanın boş hatta can sıkıcı bir tekrardan başka bir şey olmadığını söyleyen deneyimsiz, sağduyudan yoksun kimselere kulak asma. Hayır! Tanrı adı, gücünü, onu sürekli olarak yakarıldığı zaman gösterecektir.
               Bu konuda çok güzel şeyler yazmış bir yazar şöyle diyor “Her yerde sahte büyüklük arayan, akıl ve gurura hoş gelen uygulamalar peşinde olan, sözde bilge ve tinsel geçinen felsefecilerin çoğu, sesli olarak yapılan sürekli duayı pek bir anlamı olmayan aldatıcı bir uğraş hatta basit bir oyalanma olarak görüyorlar. Ne var ki bu zavallılar aldanmaktadırlar. İsa’nın öğretisini de unutmuşa benziyorlar.”
               “Değişip de küçük çocuklar gibi olmazsanız, göklerin ülkesine giremezsiniz”(Matta. 18,3). Onlar kendilerine göre, doğal aklın sallantılı temelleri üstüne duanın bir çeşit bilimini kuruyorlar. Coşkulu bir yürekle, “İsa, Tanrı’nın Oğlu, acı bana” demek için çok bir bilgiye, bilme ve düşünceye gerek var mı? Tanrısal Efendimizin kendisi de sürekli dua taraftarı değil mi? Bu kısa ama sürekli olarak yapılan dua sayesinde eşsiz yanıtlar alınmadı mı? Eşsiz eylemler gerçekleşmedi mi? Uyanık ol. Sürekli olarak duanı yap. Susma, Çığlığın kendi içinde savaş halinde olan ve yarı yarıya dünya ile dolu olan bir yürekten gelmiş olsa bile, bunun bir önemi yok! Devam etmelisin; susmamalısın. Duan, tekrar ede ede kendi kendisini arındıracaktır. Şunu aklından hiç çıkarma: “İçinizde olan dünyada olandan daha büyüktür” (I. Yuh. 4. 4).
  “Her şeyi bilen Tanrı, yüreğimizden daha büyüktür” (I. Yuh. 3, 20).
               Bütün bu ikna edici doğrulamalar, insanın, bütün zayıflıklarına karşın, çok güçlü olan bu sürekli duayı yapabileceğini ve bunun kendi isteğine bağlı olduğunu gösteriyor. İlk kez de olsa, bir tek gün için de olsa kararını ver ve denemeye başla. Yirmi dört saat içinde İsa’nın adını öteki uğraşlardan daha çok zaman ayıracak biçimde sürekli olarak yakarmaya özen göster. Bu sana, duanın dünyasal uğraşlara üstün geldiğini, zamanı gelince, gününün boşa gitmediğini, ancak kurtuluş için kazanıldığını gösterecektir. Sürekli dua, Tanrısal yargı terazisinde zayıflıklarını, kötü davranışlarını dengeleyerek vicdanındaki bugünkü günahlarını silecek ve erdem merdivenine adımını atmana neden olarak kurtuluşa kavuşma umudunu verecektir.
               Gezginci:              
– Bütün yüreğimle size teşekkür ederim, saygıdeğer peder.
               Okuduğunuz şeylerle günahkâr ruhuma sevinç saçtınız. Tanrı aşkına izin verin de şu okumuş olduklarınızı bir çekeyim. Bir iki saat içinde hepsini çekebilirim. Bu okuduklarınız “Philokalia” da aynı konuyla ilgili Kilise Babalarının yazmış olduklarına çok benziyor. Bunlar, aptal kafam için öylesine açık ve anlaşılır ve öylesine güzel ve öylesine ferahlatıcı ki! Örneğin Philokalia’nın dördüncü bölümünde Karpathoslu Johannes şöyle diyor: “Kendi nefsinize egemen olacak ve çile çekmek için gerekli gücünüz yoksa bilin ki Tanrı sizi dua aracılığıyla kurtarmak istiyor.” Bütün bunlar sizin not defterinizde açık ve eşsiz bir biçimde ortaya konmuş! İlk önce Tanrı’ya sonra da size bütün bunları bana duyurduğunuz için teşekkür ederim. Profesör:
– Okumanızı ben de büyük bir dikkatle ve zevkle dinledim, peder. Sıraladığınız nedenlerin hepsi akla yatkın; bana saygıya değer görünüyorlar. Ama aynı zamanda bana öyle geldi ki sürekli dua edebilmek için uygun koşullar ve tamamen sakin bir yalnızlık gerekiyor. Eylemlerin kutlulaştırılması için gerekli Tanrısal lütfun yardımını elde etmede sürekli ve aralıksız olarak yapılan duanın tek ve güçlü bir çare olduğunu ve bunun da insanın kendi olanakları içinde olduğunu kabul ediyorum. Bu yöntem kanımca ancak yalnızlık ve sakinlik içinde olan kimseler tarafından uygulanabilir. İşten, kaygıdan ve eğlenceden uzaklaşarak sık sık hatta sürekli olarak dua edilebilir. Geriye sadece kendi uyuşukluğunun ve kendi düşüncelerinin oluşturduğu engeli yenmek kalıyor. Kişi resmi görevliyse, sürekli çalışma zorunda ise, çevresinde bir sürü insan bulunuyorsa, o kimse kaçınılmaz oyalanmalar yüzünden kendisinden istenen devamlı dua etme isteğini gerçekleştiremez. Öyleyse, bu sürekli dua etme yöntemi, uygun koşullar gerektirdiği için herkes tarafından yapılamayacağı gibi çok kimseyi de ilgilendirmez.

Skhimnik
– Böyle bir sonuca varmamıza hiç gerek yok. İçsel dua ile eğitilmiş bir yürek, zihinsel ya da bedensel olarak yapılan hiçbir işle engellenmeden her türlü gürültü patırtı içinde (bilenler bunu deneyimle bilirler, bilmeyenler de çalışarak derece derece öğreneceklerdir) Tanrı adını daima yakarabilir. Açıkçası, dua etmek isteyen kimsenin duası hiçbir şekilde dıştan yapılan bir müdahale ile kesilemez. Çünkü insanın gizli düşüncesi dış koşullara çok az bağlıdır, tamamen özgürdür, her an uyandırılabilir ve duaya yönlendirilebilir. Dilin kendisi bile gizlice, ses vermeden, birçok kimsenin arasında ve her çeşit uğraş içinde iken duayı söyleyebilir. Aklımız sürekli dua yapmaya henüz alışmış olmasa da yaptığımız çok önemli işler ve çok ilginç konuşmalar arasında bile zaman zaman İsa duasını yakaracak bir yol bulunabilir herhalde. Dikkatli olarak ve durmadan dua etmenin en önemli koşulu insanlardan ve rahatsız edici nesnelerden uzak durmak olmasına karşın seyrek olarak dua ettiğimiz için utanmalıyız. Çünkü ne kadar zayıf ve meşgul olunsa da daha sık ve bolca dua etmek hasta ya da sağlıklı herkesin elinde olan bir şeydir. Buna örnek verebilirim. Sorumluluklar yüklenmiş, zamanlarının çoğunu alan görevleri, kaygıları, işi olan bazı kimseler İsa’nın adını yalnız daima yakarmakla kalmamış aynı zamanda bu sayede içsel ve sürekli yürek duasını öğrenerek onu benimsemişler de. Örneğin: Patrik Photius senatörken Patrik olmuş, Patrikhane’yi yönetirken Tanrı’nın adını durmadan yakarmakta sebat ederek sürekli yürek duasına erişmiş. Kallistos de “Athos” dağında bir yandan aşçılık yaparken sürekli duayı öğrenmiş. Sade yürekli Lazarus da devamlı olarak hayır işleri ile görevlendirildiği halde gürültülü iş faaliyeti arasında İsa duasını sürekli olarak yinelemiş ve bu sayede huzurlu kalabilmiştir. Daha birçokları da aynı biçimde Tanrı adını sürekli olarak yakararak uygulamışlardır. Vaktin tümünü alan iş ortasında ya da başka insanlar arasında dua etmek gerçekten olanak dışı olsaydı, hiç kuşkusuz bize böyle bir buyruk verilmezdi. Ermiş Johannes Chrysostomos dua ile ilgili sözlerinde şunları diyor: “Hiç kimse, kiliseye gidemeyen ve kafası dünya meseleleriyle dolu bir insanın daima dua edebilmesi olanak dışıdır diye düşünmesin. Nerede bulunursan bulun, her yerde düşüncende Tanrı’ya sunak kurabilirsin.” Şu halde, yolculuk sırasında, iş yaparken, tezgâhın arkasında dururken ya da otururken, elle çalışırken dua edilebilir. Her yerde dua etmek mümkündür. Gerçekten de insan, dikkatini özenle kendi üzerine verebilirse ve en azından duanın başka her hangi bir görevden daha önce geldiğine ve en önemli uğraş olduğuna kanı getirmişse, duasını her yerde yapabilecek uygun durumlar bulabilir.
               Bu durumda da, hiç kuşkusuz, meselelerini daha büyük bir kararlılıkla düzenleyecektir. Başkalarıyla olan gerekli görüşmelerini kısa kesmeye çalışacak, boş sözlere önem vermeyerek suskun kalmayı yeğ tutacaktır. Can sıkıcı meseleler yüzünden delice bir kaygıya kapılmayacaktır. Bu sayede sessizce dua etmeye daha çok zaman ayırmış olacaktır. Bu biçimde düzenlenmiş bir yaşamda tüm hareketleri Tanrı adını yakarmakla elde edilen güçle daha çok başarıyla noktalanacaktır. Ve sonunda da onu İsa adını aralıksız yakarmaya sürükleyecektir. Böylece, deneyimle, sürekli duanın, kurtuluşa kavuşmanın biricik yolunun, insanın isteğine bağlı olduğunu, her zaman, her durumda ve her yerde dua etmenin mümkün olduğunu anlayacaktır. Kolaylıkla da sürekli sesli duadan düşüncede yapılan duaya, oradan da insana kendi içinde Tanrı’nın Krallığı yolunu açan yürek duasına erişecektir.

Profesör:              
– Otomatik olarak yapılan işler sırasında sık sık, hatta devamlı dua etmenin mümkün hatta kolay bir şey olduğunu kabul ediyorum. Çünkü vücudun mekanik olarak yaptığı iş derin zihin faaliyeti ya da çok düşünme gerektirmez. Onun için de, iş gerçekleştirilirken akıl sürekli duaya dalabilir, ağız da onu izleyebilir. Ancak sırf zihinsel bir şeyle uğraşıyorsam, örneğin kendimi dikkatle bir okumaya vermişsem, ya da bazı ciddi sorunlar üzerinde inceleme yapıyorsam, ya da yazınsal bir kitabı kaleme alıyorsam, bu durumda aklımla ve ağzımla nasıl dua edebilirim? Hem sonra, dua zihinsel bir faaliyet değil midir? Nasıl, aynı ve tek zamanda birbirinden farklı şeyleri aynı ve tek akılla yapabilirim?
Skhimnik:
– Sorunuzun çözümü, sürekli dua eden kimseleri üç sınıfa ayırırsak, hiç de zor değildir: 1) Yeni başlayanlar. 2) İlerleme göstermiş olanlar. 3) Duayı öğrenmiş olanlar. Yeni başlayanlar zihinsel bir  çalışma  sırasında  bile  ara sıra  yüreklerinde  ve düşüncelerinde Tanrı’ya doğru bir atılım duyabilirler. Ve dudaklarıyla kısa dualar yapabilirler. Aşama yapmış olanlar ya da zihinlerini devamlı dua durumunda tutmayı başaranlar sürekli Tanrı huzurunda zihinsel çalışma yapabilirler. Vereceğim örnekle bu daha açık bir şekilde anlaşılacaktır:
               Varsayalım ki, sert ve güç beğenir bir hükümdar sizden kavranması güç bir konu üstüne bir yazıyı huzurunda ve tahtının dibinde yazmanızı buyurmuş olsun. Kendinizi tamamen çalışmaya verdiğiniz halde, yaşamınızı ellerinde tutan hükümdarın varlığını öylesine hissedeceksiniz ki, yalnız başına değil de sizden özel bir saygı ve özen gerektiren bir yerde düşündüğünüzü, yazdığınızı bir an bile aklınızdan çıkarmayacaksınız. Hükümdarın yakınında olma hissi ve bilinci, açıkça zihinsel bir çalışma sırasında bile insanın kendini sürekli olarak içsel duaya verebileceğini gösteriyor. Uzun uygulama sonucunda ya da Tanrı’nın lütfü sayesinde zihinsel duadan yürek duasına ulaşanlar ise yalnız yoğun bir zihinsel çalışma sırasında değil, uyurken de sürekli olarak dua söylemeyi kesmezler. Aynen Neşideler Neşidesinde belirtildiği gibi: “Uyuyordum ben, yüreğimse uyanıktı.” (Neş.5,2) Yüreğin kendiliğindenliğini (doğal ritmini) gerçekleştirmiş olanlar Tanrı adını yakararak öyle bir yeteneklilik kazanırlar ki, dua eden hangi durumda olursa olsun, o sırada hangi soyut ve zihinsel işle uğraşırsa uğraşsın, dua kendiliğinden harekete geçerek tüm ruhu ve zihni sürekli dua dalgasına sürükleyecektir.

Papaz:
– Saygı değer peder, bir iki söz etmeme izin verir misiniz? Her ne olursa olsun, kurtuluşa ve yetkinliğe erişmenin tek yolu sürekli dua etmek olduğu okuduğunuz yazıda çok güzel biçimde belirtilmiş. Yalnız anlayamadığım bir nokta var. Dikkatimi vermeden ve ne söylediğimi anlamadan sürekli olarak Tanrı adını yakarmanın bana ne yararı dokunacak? Bu boş bir tekrardan başka bir şey değil midir? Bundan çıkacak tek sonuç, dil kendi gevezeliğine devam edecek, zihin ise faaliyetine ket vurularak dengesini yitirecektir. Tanrı bizden sözcükler değil, ama dikkatli, kavramasını bilen bir zihinle temiz bir yürek istiyor. Seyrek olarak ya da belirli saatlerde kısa ama dikkatle, çaba ve coşkuyla düşünerek yapılmış bir dua sunmak daha iyi olmaz mı? Başka bir deyişle, bütün gün ve gece durmadan dua etse de, zihinsel arılık olmadan ve hayır işleri yapmadan insan tek bu davranışıyla kurtuluşa kavuşamaz. Görünür bir gevezeliğe dayandığı için insan en sonunda yorgunluğa ve can sıkıntısına düşer, öyle ki imana ve duaya olan güveni tamamen sarsılır ve bu verimsiz yöntemi bir kenara atar. Zaten yalnızca ağızla söylenen duanın boş dua olduğu Kutsal Kitaplarda da belirtiliyor: “Bu insanlar beni dudakları ile sayıyorlar, ama yürekleri benden çok ıraktır” (Mk.7,6). “Bana, Yarab, Yarab, diyen herkes göklerin ülkesine girecek değildir” (Mt.7,21). “Anlaşılır durumda beş sözcük söylemeyi anlaşılmaz dille on bin sözcük söylemeye yeğ tutarım” (1.Kor. 14,19). Bütün bunlar dikkatsizce ağızla söylenen sesli duanın ne kadar yararsız bir şey olduğunu gösteriyor.
Skhimnik:              
– Salık verilen ağızla yapılan duaya, bu duayı devamlı olarak yapmak zorunluluğu eklenmemiş olsaydı ve Mesih İsa’nın adını yakarmanın kendine özgü bir gücü olmasaydı ve kendiliğinden, sürekli olarak uygulamanın bir sonucu olarak dikkat ve şevk doğurmamış olsaydı o zaman görüşünüzde haklı olabilirdiniz. Ama mademki şimdi duanın aralıksız yapılma niteliği, süresinin uzunluğu ve sık yapılması söz konusu (başlangıçta özen göstermeden ya da duygusuz bir biçimde yapılsa bile) olduğuna göre varmış olduğunuz doğru olmayan sonuçlar böylelikle çürütülmüş olmaktadır. İsterseniz sorunu daha yakından inceleyelim.
               Tinsel bir yazar, belirli, değişmez sözcüklerle ifade edilen sürekli duanın sağladığı yararları ve bunun büyük değerlerini gösterdikten sonra şöyle diyor Sözde aydın geçinen birçok kimse aynı duayı sürekli olarak tekrar etmenin yararsız boş bir şey olduğu, cahil kimselerin otomatik olarak yaptığı anlamsız bir uğraş olduğu görüşündedir. Ne var ki görünüşte mekanik bir nitelikte görünen bu uygulamayla açığa çıkan sırrın farkında değiller. Dudakların bu sürekli hareketinin çaktırmadan iç çekişe dönüştüğünü, insanın içine işleyerek onu sevinçle doldurduğunu, ruhu aydınlatarak, onu besleyerek, onu Tanrı’yla birleşmeye götürerek adeta ikinci bir ruh olduğunu bilmiyorlar. Bu eleştirmenleri alfabeyi ve okumayı yeni sökmeye çalışan çocuklara benzetiyorum. Çalışmaktan usanınca hemen yaygarayı kopararak: “Bütün günü durmadan a,b,c yi tekrar etmektense ya da bunları bir kâğıt parçasına karalamaktansa, babamız gibi balığa çıksak bin kez daha iyi olmaz mı?” Okuma yazma bilmenin sağladığı yararlarla aydınlanmaların yorucu bir çalışma ile ezbere öğrenilen bu harfler sayesinde olduğunu görmemektedirler. Aynen buna benzer olarak, Tanrı adının sade bir biçimde sürekli olarak yakarılmasının sağlayacağı ölçülemeyecek kadar büyük yararları kabul etmek istemeyen bu insanlar için bu sürekli dua örtülü bir sırdır. İnsanın bir ruh ve bir vücuttan oluştuğunu unutarak deneyimden yoksun, miyop akıllarının gücü ile inanç eylemine değer biçmeye kalkıyorlar. Örneğin, neden ruhunuzu arındırmak istediğinizde ilk önce oruç tutarak, uyarıcı yiyeceklerden uzak durarak işe vücudunuzdan başlıyorsunuz? Bunu kuşkusuz vücudunuz bir engel oluşturmasın diye, ya da, daha açıkça belirtmek gerekirse, aklın sağduyuya kavuşması, ruhun arınması konusunda yardımcı olabilsin diye, ve sürekli açlık duygusu kolayca akıldan çıkan Tanrı’nın hoşuna giden şeyleri ve içsel yetkinliği arama konusunda aldığınız kararı size anımsatsın diye yapıyorsunuz. Deneyimle de görülüyor ki, oruç sayesinde aklın gelişmesi, yüreğin huzura kavuşması gerçekleştirilmiş, tutkulara gem vuracak bir yol ve tinsel alıştırma için bir itici güç sağlanmış oluyor. Böylelikle somut çarelerle içsel ve tinsel yararlar elde edilmiş olur. Zamanla içsel yürek duasına dönüşen ve ruhu Tanrı’yla birleşmeye kadar götüren sürekli olarak ağızla söylenen duayı da aynen bu şekilde düşünmelisiniz. Ağız, anlamsız bu kuru şeyi yinelemekten bıkıp, böyle dua etmeyi yararsız görerek, bunu büsbütün bırakabilir diye düşünmek boşunadır.
               Deneyimler bunun tam tersinin olduğunu göstermektedir. Sürekli duayı uygulamış olan kimseler bize şunların olacağına dair güvence veriyorlar: İsa’nın adını sürekli olarak yakarmaya, ya da aynı şey demek olan, İsa duasını devamlı olarak söylemeye karar vermiş kimse ilk önceleri kuşkusuz zorluklarla karşılaşacaktır. Bir de tembellikle savaşması gerekecektir. Ancak bu konu üstünde ne kadar uzun süre sıkıca çalışırsa, anlaşılmayacak biçimde yaptığı işe o kadar çok alışacaktır. Öyle ki sonunda dili ve dudakları öyle bir yetenek kazanacaklar ki, kendiliklerinden hiç bir çaba göstermeden kıpırdayacak ve sessizce dua eder duruma geleceklerdir. Aynı zamanda boğaz bölgesindeki kasların mekanizması öylesine çalıştırılmış olacak ki, dua eden durmadan dua etmeyi kendisi için önemli ve devamlı yapılacak bir iş olarak görmeye başlayacak ve bunu yapmadığı her defasında kendisinde bir eksiklik hissedecektir. Sonuçta zihin de ağzın istem dışı yaptığı duaya kulak vermeye ve buna uymaya başlayacaktır. Onun sayesinde dikkati uyanarak yüreğe mutluluk veren kaynağa ve gerçek duaya ulaşacaktır.
              Burada, sık sık ya da sürekli olarak yapılan sesli duanın gerçek ve onduran etkisini görüyoruz. Bunu hiç anlamamış ve bu konuda hiç bir deneyimi bulunmayan kimselerin düşündüklerinin tamamen tersine. Görüşünüzü desteklemek için gösterdiğimiz Kutsal Kitap’taki sözlere gelince, doğru bir inceleme yaparsak bunlar da açıklanabilir. “Yarab, Yarab” diye yakaran kimsenin içtenlikten ve dürüstlükten uzak gösterişle yaptığı sesli duanın geçersiz olduğunu belirtiyor İsa. Çünkü kendilerini beğenmiş Ferisilerin Tanrı’ya olan inancı yalnız ve yalnız dudaklarındaydı. Vicdanları bunu hiçbir şekilde doğrulamıyor, yürekleriyle de bunu kabul etmiyorlardı. Bu sözler ferisiler için söylenmiştir, yoksa “insanlar daima dua etmeli ve bu konuda kendilerini koy vermemeliler” diyen İsa’nın o sözleri, açık seçik ve kesin bir şekilde öğrettiği dua ile ilgili değildir. Aynı şekilde havari Pavlus kafayla beş sözcük söylemeyi düşüncesizce ya da yabancı bir dilde bir sürü sözcük söylemeye yeğ tutarım dediğinde özel olarak duadan değil de cemaatle olan ilişkisinden söz ediyor, dua konusunda ise kesin olarak şöyle diyor: “İnsanların her yerde dua etmelerini isterim” (I.Tim.2,8). Temel dinsel buyruk ise ondan çıkmış: “Durmadan dua edin” (I.Sel.5,17).
               Tüm sadeliğine karşın sürekli duanın ne kadar verimli olduğunu görüyor musun? Kutsal Kitapta yazılanları doğru anlayabilmek için de ne kadar aklı başında bir inceleme yapmak gerekiyor. Gezginci:
– Dedikleriniz çok doğru saygıdeğer peder. Herhangi bir eğitimden geçmemiş, dikkatin ne olduğunun bile farkında olmadan İsa duasını durmadan sesli olarak söyleyen birçok kimseye rastladım. Dilleri ve dudakları öyle bir duruma gelmişti ki, onları dua etmekten alıkoymanın olanağı yoktu. Bu davranış onları aydınlatıyor ve sevinç içinde bırakıyordu. Zayıf ve uyuşuk olan bu insanları dünyadan el etek çekmiş, erdem konusunda örnek alınacak kişiler haline getiriyordu.
Skhimnik:              
– Evet, aynen dediğiniz gibi! İnsan dua sayesinde sanki yeniden doğar. Duanın gücü öylesine büyüktür ki, dünyada hiç bir şey, ne derecede olursa olsun hiç bir ıstırap ona dayanamaz. Eğer arzu ederseniz vedalaşmadan önce size kısa ama ilginç bir yazı daha okumak isterim.
Hepsi birden:
– Büyük bir zevkle dinlemek isteriz – dediler.

 

DUANIN GÜCÜ

Dua öylesine güçlü, öylesine kudretlidir ki, dua için şöyle denilebilir.
“Dua et ve ne istersen onu yap.” Dua, doğru ve gerçek olan neyse onu yapmanı sağlayacaktır. Tanrı’nın hoşuna gitmek için yalnızca sevmek yeterlidir. “Sevin ve ne istiyorsanız onu yapın.” diyor aziz Augustinus, “çünkü gerçekten seven kimse sevdiceğinin hoşuna gitmeyen bir şeyi yapmayı arzulayamaz.” Dua sevgi gösterişi ve sevgi hareketi olduğuna göre benzetme yaparak aynı şekilde diyebiliriz: “Sürekli dua etmek kurtuluşa kavuşmak için yeterlidir.” “Dua et ve ne istersen yap.” Böylelikle duanın amacına ve onun sayesinde kutsallığa erişirsin.
               Bu sorunu daha anlaşılır kılmak için birkaç örnek gösterelim:
1. Dua et ve ne istersen onu düşün. Düşüncelerin dua sayesinde arınacaktır. Dua sana ayırt etme yetisini verecektir. Tüm kötü düşünceleri kafandan kovarak seni rahatlatacaktır. Düşünceleri kovup kafanı arındırmak istiyorsan Sinaitli ermiş Gregorius’un bu konuda söylediklerine kulak ver. “Düşünceleri duayla kov.” Çünkü düşüncelere ancak duayla gem vurulabilir. Aziz Johannes Klimakos da bu konuda şunu diyor: “Aklını tutan düşmanlarını İsa’nın adıyla yen. Bundan başka silah bulamazsın.”
2.  Dua et ve ne istersen onu yap. Yaptıkların Tanrı’nın hoşuna gidecek, yaptıklarının sana yararlı ve iyileştirici etkisi olacaktır. Hangi konuda olursa olsun sürekli dua etmenin daima yararı vardır; çünkü onda lütuf gücü vardır: “Her kim Rabbin adını yakarırsa kurtulacaktır.” Örneğin: Bir adam isteksizce ve başarısızca dua ettikten sonra, bu dua sayesinde ayırt etme yetisini ve pişmanlık duygusunu kazandı. Eğlenceyi seven bir genç kız de eve geldiğinde dua etti ve bu dua ona Mesih’in öğretisine boyun eğmeyi ve bakirelik yaşamının ne olduğunu gösterdi.
3. Dua et ve kendi çabanla tutkularını yenmek için fazla sıkıntıya girme.
               Dua, içindeki tutkuları yok edecektir, “çünkü sizin içinizde olan dünyada olandan daha büyüktür” (I.Yuh.4,4). Karpathoslu ermiş Johannes de şöyle diyor: “Kendi nefsine egemen olamıyorsan, üzülme, ancak Tanrı’nın senden istediği gibi dua etmeye bak, dua seni kurtaracaktır.” Bu duruma uygun bir örnek de Kilise Babalarının Yaşamından verelim: “Bir starets günaha düştüğü her defasından duaya başvuruyormuş, böylelikle en sonunda dengesini bulmuş.”
4.   Dua et ve hiçbir şeyden korkma. Felakete uğramaktan, mutsuzluğa düşmekten korkma. Dua seni koruyacak ve onları senden uzaklaştıracaktır. Sulara gömülmekte olan havari Petrus’un inancının yetersizliğini; hapishanede dua eden Pavlus’u, dua sayesinde günah eğiliminden kurtulan rahibi, dua sayesinde bir askerin kötü emellerinden kurtulan genç kızı; İsa duasının gücünü, kudretini yapan ve onu evrensel kılan benzeri olayları aklına getirir.

  1. Nasıl dua edersen et ama daima dua et, hiçbir şey seni bunu yapmaktan alıkoymasın. Neşeli ve sakin ol. Dua her şeyi yoluna koyacak ve seni eğitecektir. Johannes Chrysostomos’la Çilekeş Markos’un dua gücü üstüne söylediklerini düşün. İlki şöyle diyor: “Günahkâr olan ve günahın tutsağı olan bizler dua edersek dua sayesinde kısa sürede günahlardan arınabiliriz.” İkincisi ise: “Herhangi bir biçimde dua etmek elimizde olan bir şeydir; ama mükemmel bir şekilde dua etmek lütfün bir armağanıdır.” diyor. Şu halde Tanrı’ya elinde olanı kadarını sun. İlk önce Tanrı’ya, kendi elinde olan niceliği sun, Tanrı da senin zayıflığına güç katacaktır. Devamlı yapılan dua duygusuzca ve dağınık bir şekilde yapılmış olabilir, zamanla bu dua alışkanlık haline gelecek, ikinci bir tabiat olacak ve sonunda arı, nurlu, ateşli ve gerçek duaya dönüşecektir.
  2. Sonuçta duadaki uyanıklık süren uzadıkça bir de bakacaksın ki, ne kötü şeyler yapacak ne de onları düşünecek zamanın olacak. “Sev ve ne istersen onu yap” ,”dua et ve ne istersen onu yap.” Bu özdeyişlerde ne derin düşünceler bulunduğunu anladın mı? Bunlar, zincirden boşanmış tutkularının yükü altında inleyen ve zavallılıktan bunalan günahkâr kimse için ne avutucu ve ne rahatlatıcı sözler! Ruhumuzu yetkinleştirmek, kurtuluşa kavuşturmak için elimizdeki tek çare dua etmektir. Hepsi o kadar. Ancak buradaki “dua” sözcüğünün şu koşulu da içerdiği gözden uzak tutulmamalı: Durmadan dua etmek! Bu Tanrı’nın buyruğudur. O halde dua sık sık ve devamlı olarak yapılınca tüm meyvelerini ve en etkili gücünü ortaya çıkarmaktadır. Çünkü sık sık dua etmek kuşkusuz bizim elimizde olan bir şeydir. Ama duada yetkinlik, arılık ve ateşli çaba lütfün armağanlarıdır.
                   Onun için elimizden geldiğince sık dua etmeye bakmalıyız. Başlangıçta pek dikkatimizi veremezsek bile tüm yaşamımızı duaya adamalıyız. Sürekli uygulama sonunda dikkatli olmasını öğreneceğiz. Nicelik doğal olarak niteliğe götürecektir. Deneyim sahibi tinsel bir yazar şöyle diyor: “Bir şeyi gerçekten iyi yapmayı istiyorsak, onu mümkün olduğu kadar çok yapmalıyız.”
    Profesör:
    – Dua konusu aslında çok önemli bir konu! Aynı duanın coşkulu bir biçimde tekrar edilmesi lütfün gizli olduğu hazineyi açan anahtar niteliğindedir. Oysa kaç kez kendi kendimle, büyük istek içinde olmakla uyuşukluk içinde olmak arasında bocaladığım oldu! Bende sürekli dua etme isteğini uyandıracak ve bana bunu yapmaya karar verdirecek bir yol bulsaydım çok mutlu olurdum!

 

SÜREKLİ DUA ETME İSTEĞİNİN UYANDIRILMASI

Skhimnik:
– Birçok tinsel yazar, dua etme isteğini uyandıracak, sağlam düşünme biçimine dayalı birçok yol göstermişler. Örneğin:
1.  Ruhumuzu kurtuluşa kavuşturmak için, duanın gerekliliği, eşsizliği, etkili gücü ile ilgili düşünceleri kafamıza sokmamızı öğütülüyorlar.
2. Tanrı’nın bizden kesin olarak dua etmemizi istediğine ve bu 150 isteğini Kutsal Kitaplarda belirttiğine kesin olarak inanın.
3.  Şu noktayı aklınızdan hiç çıkarmayın: dua konusunda gevşek ve savsayıcı olursanız dindarlıkta, huzur ve kurtuluş elde etmek konusunda hiçbir aşama kaydedemezsiniz. Buna göre de kaçınılmaz olarak hem bu dünyada hem de öbüründe cezalandırılarak acı çekeceksiniz demektir.
4.  Almış olduğunuz kararı, sürekli dua ederek kurtuluşa ve kutsallığa erişmiş azizleri örnek alarak destekleyin. Sağlıklı bir düşünce sonucu çıkmış bu yöntemlerin kendilerine göre değerli olduğu halde, zevke düşkün ve vurdumduymaz bir kimse bunları kabul edip uygulamaya koysa bile bunların ne kadar önemli olduklarının bilincine pek varamaz. Nedeni şu: Bu iyileştirici yöntemler nazlı iştahına acı, bozulmuş yaratılışına da zayıf gelirler. Çünkü hangi Hıristiyan sık sık dikkatini vererek dua etmesi gerektiğini, bunun Tanrı tarafından istenen bir görev olduğunu, dua konusunda gevşeklik gösterirse zarara uğrayacağını, azizlerin ve ermişlerin hepsinin büyük bir istekle ve sebatla dua ettiklerini bilmez? Yine de bunu bilmenin bir yararı dokunduğu söylenemez. Kendini inceleyen herkes bu öğütleri, her ne kadar sık olarak aklına getirmiş olsa da, pek seyrek olarak yerine getirdiğini, uyuşuk ve kötü yaşamından vazgeçmemiş olduğunu görür. Onun için, insan yüreğinin aşırı zevke düşkünlüğünü ve insan iradesinin zayıflığını bilen Tanrısal bilgeliğe sahip deneyimli Kilise Babaları bazı özel çareler düşünmüşler. Acı ilacı tatlı şuruba katan doktorlar gibi kadehin kenarına bal çalmışlar. Uyuşukluktan ve duaya karşı duyulan ilgisizlikten – Tanrı yardımıyla – kurtulmanın en etkin ve en kolay yolu Tanrı’yı sevmenin çok hoş ve eşsiz bir duygu olduğunu bulmaktır, bu da dua etmekle elde edilir. Ruhunuzun bu durumunu elinizden geldiği kadar sık derin derin düşünmeniz, cesaret elde etmek için Kilise Babalarının bu konuda yazmış olduğu kitapları okumanız salık veriliyor. Bu hoş duyguların duada kolaylıkla ve ani olarak duyulabileceğine dair cesaret verici güvence veriyor ve bu duyguların şahane duygular olduğunu belirtiyorlar.
               Örneğin: Yürekten gelen bir sevinç, içten gelen çok tatlı bir sıcaklık ve ışık, sözle anlatılamaz coşku, neşe, yürek ferahlığı, derin bir huzur ve sonsuz mutluluğun kendisi, bütün bunlar yürekte dua sayesinde ortaya çıkarlar. Bu tür düşüncelere dalmakla duygusuz ve zayıf olan yürek alevlenir ve güçlenir. Duaya karşı duyulan büyük istek yüreği cesaretlendirir ve insan kendini bir bakıma duayı uygulamaya itilmiş hisseder.
               Suriyeli Isaak’ın dediği gibi: “Ruh sevincin çekiciliğine kapılır, bu sevinç yürekte umudun gelişmesiyle doğar, bu umut üstüne düşünmek de yüreğe huzur verir.” Aynı yazar şunları ekliyor: “Bu faaliyetin başından sonuna dek başarıyla yürüyebilmesi bir bakıma önceden kabul edilen bir yönteme bağlıdır. Bu da görevini yerine getirmek isteyen ve aynı zamanda ulaşmaya çabaladığı amacın düşüncesinin mutluluğu ruhu bir temel atmaya iter.” Aynı şekilde aziz Hesychios da: Uyuşukluğun duaya nasıl engel oluşturduğunu açıkladıktan ve dua isteğini uyandırmak için yapılan bazı yanlış düşünceleri reddettikten sonra sözünü şöyle noktalıyor. “Eğer başka hiç bir nedenle yürek sessizliğini arzulamaya hazır değilsek, bunu hiç olmazsa ruhun elde edeceği zevki düşünerek yapalım.”
               Öyle görülüyor ki, insanları sürekli dua yapmaya özendirmek için onun oluşturacağı sevinç duygusundan yararlanmak istiyor ermiş Büyük Makarios da aynı şekilde, “duayı, meyvesini yani yürek mutluluğunu elde edecek şekilde yapmalıyız” diyor. “Philokalia’nın” birçok bölümünde bu yöntemle ilgili, duanın sağladığı hazları ayrıntısıyla anlatan çok açık örneklere rastlamak mümkün. Uyuşukluğun ya da duygusuzluğun pençesinde bulunan kimse onları, böyle bir sevince kendisini layık görmeden ve dua etme konusunda daima savsak olduğunu kabul ederek elinden geldiğince çok okumalıdır.
Papaz:
– Böyle bir düşünüş biçimi deneyimsiz bir insan tinsel kösnü içine düşürmez mi? İmanın gereklerini ödül beklemeden sıyrılmış bir zorunlulukla yerine getirmeyi kabul etmeyen aşırı ve hazza susamış ruhun bu eğilimine Tanrı bilimciler bu adı takıyorlar.

Profesör:
– Bana göre, Tanrıbilimciler bu durumda, tinsel zevk konusunda aşırılıktan, oburluktan kaçınılması gerektiğini söylüyorlar, ancak içsel yaşamın getirdiği avuntu ve sevinci de bir kenara itmiyorlar. Bir şeyin karşılığında ödül beklemek yetkince bir davranış sayılmasa da Tanrı insana sevinci ve mutluluğu düşünmesini yasaklamamış, bizzat kendisi ödülden söz ederek insanları buyrukları yerine getirmek ve böylelikle yetkinliğe erişebilmeleri için isteklendirmiş: “Ananla babana saygı göster.” Tanrı yasası böyle buyuruyor. Bu buyruğa uymanın sonucu olarak elde edilecek ödül de şu: “Ve bunun yararını göreceksin.” “Kusursuz olmak istiyorsan, git varını yoğunu sat, yoksullara dağıt sonra gel beni izle.” Kusursuz olmanın koşulu bu. Hemen sonra da kusursuzluğa erişmenin ödülü geliyor: “Göklerde bir hazineye sahip olacaksın.” “İnsan Oğlundan ötürü insanlar sizden nefret ettikleri, sizi reddedip hakaret ettikleri ve sizi kötü saydıkları zaman ne mutlu size.” (Luk.6.22).
               Kusursuzluğa erişmenin gerektirdiği bu koşulları yerine getirmek için az rastlanır bir ruh gücüne ve sarsılmaz bir sabra gerek vardır. İşte bu nedenledir ki, ruhun gücünü ayakta tutabilmek için vaat edilen ödül ve mutluluk büyüktür: “Cennetteki ödülünüz büyük olacaktır.” Onun için yürek duasında bir çeşit haz duyma isteğinin gerekli olduğuna ve hem insanı daha özenli olmaya iten hem de sonuca götüren bir çare olduğuna inanıyorum.
Skhimnik:
– Büyük bir Tanrıbilimci olan aziz Makarios bu konuda çok açık bir şekilde şöyle yazmış: “Bir gün bağ bozumunu elde edeceğiniz umuduyla bütün gücünüzü, bütün çalışmalarınızı asma çubuklarını dikmeye harcamışsanız, bağ bozumunu elde edemediğiniz zaman bütün zahmetleriniz boşuna olmuş olur. Dua konusunda da aynı şey söz konusudur: Tinsel meyveyi, yani sevgiyi, huzuru, sevinci ve benzeri öteki şeyleri aramazsanız zahmetiniz boşuna olacaktır. Onun için dualarımızı meyvelerini yani yürek ferahlığını ve sevincini elde edecek şekilde yapmalıyız.” Bu kutsal evliya, duada sevinç duymanın gerekliliği üstüne sormuş olduğunuz soruyu açıkça yanıtlamış olmaktadır. Ne var ki aklıma, okuduğum, henüz çok olmadı, bir tinsel yazarın bir görüşü geldi. Aşağı yukarı şunu demek istiyordu: “Duanın insana doğal gelmesi, insanın duaya olan eğilimin birinci nedenidir.” Bu doğal özelliği incelemek de, bana göre, profesörün o kadar büyük bir istekle aradığı çareye, duada çabayı dürtmek için gerekli çareye yararı dokunacaktır sanırım.
               İzin verirseniz bu yazıda üzerinde durduğum bazı noktaları kısaca özletmek istiyorum. Örneğin, yazar: “İnsan aklı ve insan yaratılışı insanı Tanrı’yı tanımaya götürür.” diyor. Birinci düşünce nedensiz eylem olamayacağı ilkesini doğruluyor. Duyarlı nesneler merdiveninin en alt basamağından en üst basamağa çıkılarak ilk Neden olan Tanrı’ya ulaşılır. İkincisi bir bilgeliğin, bir uyumun, bir düzenin eşsizliğini, adımlarını herkese açıklayarak sonlu nesneleri sonsuzluğa çıkaran merdivenin destek noktası durumundadır. Öyle ki insanın doğal yapısı, insanı doğal olarak Tanrı’yı tanımaya iter. İşte onun içindir ki, şimdiye dek Tanrı bilgisinden tamamen yoksun ne bir barbar kavim ne de bir halk olmuştur ya da olacaktır.
               Bu bilgi sayesinde en vahşi yerli bile dıştan bir etki altında kalmadan dikkatini elinde olmadan göğe çevirir, diz çöker, anlamadığı bir iç çekiş geçirir, içinde kendisini yukarıya doğru çeken, bilinmeze doğru iten bir şeylerin varlığını hisseder. Bu dediğim bütün doğal dinlerin temelini oluşturan bir olgudur. Bu nedenle, çok ilgi çekicidir. Tüm doğal dinlerin özü ya da ruhu gizli duadan ibarettir. Bu gizli dua etme bazı özel faaliyet biçimleriyle putperest kavimlerin içinde bulundukları karanlığın etkisiyle az ya da çok bozulmuş akıllarının seviyesine göre, kurban verme biçimiyle ortaya çıkar. Bu görüntü sağduyu için ne kadar şaşırtıcı ise, Tanrı’yı bulmak için duyulan bu doğal eğilimin ifade ettiği bu şahane şeyin gizli nedenini açığa çıkarmak da bizim için o kadar önemli olmalıdır. Bunu ruhbilimsel (psikolojik) açıdan incelemek pek kolay olmayacaktır.
               İnsanın tüm tutkularının ve davranışlarının asıl nedeni, kökü, gücü doğuştan gelen kendisine olan sevgiden ileri gelmektedir. Tüm insanlığa ait ve insanın derinine kök salmış hayatta kalma içgüdüsü bunu doğrulamaktadır. İnsanın her isteğinin, her girişiminin, her davranışının son nedeni kendi özsevisidir, kendi yararını aramasıdır. Vahşi yerli yaşamı boyunca bu gereksinmesini karşılamaya çalışır.
               Ama insan aklı yalnız duyuların doyumuyla yetinmez, yaratılıştan gelme kendini sevme isteği de hiç durmaz; bu yüzden arzusu da gün geçtikte daha gelişir, kendi iyiliğini daha çok düşünmeye, hayallere dalmaya ve duygusunu başka bir sona doğru itmeye başlar. Bu içten gelen arzu ve duygu dalgası geliştikçe doğal olarak insanı dua etmeye götürür. Bu, amacına güçlükle ulaşan var olma sevgisinin gereğidir. Doğal insan mutluluğa ulaşmadıkça onu daha çok ele geçirmeye uğraşır, arzusu daha çok kabarır, çareyi duada arar. Arzuladığı şeyi elde etmek için var olan her şeyin bilinmeyen Neden’ine başvurur. Böylece, bu yaratılıştan gelen hayatta kalma sevgisi, yaşamın temel öğesi vahşi yerliyi bile dua etmeye iter. Bilge Yaradan insan tabiatını hayatta kalma sevgisine elverişli olarak yaratmış. Kilise Babalarının ifadelerine göre, bu, düşmüş insanı yüce nesnelere çıkaracak bir “çekim” gibidir. Ah! Keşke insan bu yeteneğini yitirmeyip, onu hiç olmazsa kendi tinsel yaratılışına uygun olan eşsiz halinde tutabilseydi! O zaman kendisini tinsel yetkinliğe götüren etkin çareye sahip olurdu. Ama ne yazık ki insan bu soylu yeteneğini çoğu zaman hayvanı tabiatı için araç olarak kullandığında bencilce bir tutkuya dönüştürmüş oluyor.
Starets:              
– Sevgili konuklarım, hepinize yürekten teşekkür ederim. Bu yararlı söyleşiden çok hoşnut kaldım ve bilmediğim birçok şey öğrendim.
Birbirleriyle vedalaştılar.

 

(7)  Skhimnik. Bir tür rahiptir. Bu rahipler Batı Kilisesindeki rahipler gibi yeminler ettikten sonra daha sıkı manastır kurallarına uyacaklarına dair ikinci bir yemin daha ederler.
(8)  Solovski Manastırı. Dünyanın en kuzeyinde Beyaz Denizde bir takımada üzerinde 15. yüzyılın başında kurulmuş bir manastırdır. Kurucuları arasında mucizeler yaratan aziz Savatiy ile Zosima vardır.

 

http://www.meryemana.net/books/bir-rus-gezgincinin-anilari

 

Bir Rus Gezgincinin Anıları ALTINCI ANLATI