/ Azizlerimizin hayat hikayeleri / Adaleti sevdi

Adaleti sevdi

Adaleti sevdi

Kutsal Yazılara göre, doğru kişi Tanrı’nın emirlerini yerine getiren ve O’nun hoşuna giden kişidir, yani bir azizdir.  Adalet bütün azizlerin ortak işaretidir.  Bugün kullandığımız dilde, başkalarıyla ilişkilerinde haksızlık yapmayan kişileri doğru olarak niteleriz.  Üstat(Aziz Paisios) da tanımlamayı bu yönde anlıyor ve insanî adalet (komşusuna zarar vermemek) ile ilâhî adalet (adaletsizliklere bilinçli olarak ve şükranla katlanmak) arasında ayrım yapıyordu.  Üstata göre, « ilâhî adalet, başkasını rahat ettirecek şeyi yapmak » yani kendi iradesinden, rahatından, hakkından vazgeçerek başkasını rahatlatmak ve ona yardım etmekti :  « Mânevî  adalet, insanın başkalarının yükünü kendi yükü gibi hissetmesidir.  İnsan mâneviyatta ilerledikçe kendisine daha az hak tanır.  Diyelim ki bir yokuş tırmanıyoruz, yanımızda da sırtında yük taşıyan birisi var.  Mâneviyatı güçlü kişi, komşusunun yükünü hafifletmek için onun yükünü de taşır ama incelik gösterir ve böylesi benim için daha kolay der.  Bütün mesele kendimizi diğerinin yerine koyabilmekte, onu anlayabilmektedir.  O zaman Mesih’e ait oluruz. »

Üstat şöyle derdi : « İnsan mantığını ve adaletini bir yana bırakın.  Kendinizi ilâhî adaletin hizmetine verin.  Bazıları, mâneviyatta gelişmiş oldukları halde İncil’i yeniden yazıyor ve Hıristiyanlığı alay konusu olmaktan çıkarmak istiyorlar.  Aksine, kendisine haksızlık yapıldığında keşiş sevinmelidir.  Keşişin hiçbir hakkı yoktur çünkü o, haksız muameleye uğrayan Mesih’in izinden gitmeye çalışır. Dünya adamının ise cehaleti ve hakları boldur.  Üstü kendisine kötü davranırsa onu mahkemeye verir.  Keşişin, kendisine ne haksızlık yapılırsa yapılsın, hattâ isterse hakaret edilsin, şikâyete hakkı yoktur çünkü bunu İlâhî Âhenk için, bir günahımız affolsun, gökte biraz paramız olsun diye Tanrı böyle istemiştir.  Bize haksızlık edilir, biz de hakkımızı ararsak Tasarruf Sandığında bir şey bırakmamış oluruz. »  Ancak, haksızlıklara bilinçli olarak katlananların, doğru olan Tanrı tarafından, ruhî durumlarına orantılı olarak bu dünyada da ruhsal —ve maddî— nimetlerle ödüllendirildiklerine inanıyordu.

Bir mektubunda (25 Şubat 1971) şöyle yazmıştı : « Bir olay vesilesiyle Tanrı’nın sonsuz adaletini gördüm.  Kendisine kötülük edilen bir ruh, günahkârlara bedava hizmet etmek suretiyle bir ay deneylerden geçtikten sonra öyle bir hoşlanarak bakma düzeyine ulaştı ki Tanrı’nın sırlarını yaşıyordu. »

Başka bir keşişle kavgalı olan bir keşişe nasihat ediyordu : « Sen haklısın de ona.  Bilir misin kaç tanesi böylece haklı olarak cehenneme gitmiştir ?  Adalet aramak keşişe hayır getirmez »  (demek istediği, hakkını kabul ettirmeye çalışmanın keşişe mânevî zarar vereceği idi).  Başka birkaç keşişe ise « Başlangıçta adaletsizlikleri kabullenemediğimiz zaman açıklamalar anlaşmazlıklarda yararlı olur[1] » demişti.

Haksızlığa uğrayanlardan canlı bir şekilde bahsederdi : « Öksüzler, yetimler, hastalar, yaşlılar, herkes için yurtlar vardır ama haksızlığa uğrayan zavallı için yoktur.  Herkes onu tutup başkasının sırtına yüklemeye çalışır çünkü ona ağır ve çirkin bir yük gözüyle bakar.  Oysa haksızlığa uğramak, her şeyden daha zevklidir!  Yaşadığım en güzel anlar, haksızlığa uğramaktan üzüntü duyduğum zamanlardı.  Haksızlığa uğrayanı bağrına basan, yüreği sızlayan Mesih’i bağrına basmış olur.  Kavgalar, insanın hakkı olandan fazla hak iddia etmesi yüzünden çıkar.  Ancak çok merhametli birisi haksızlığa katlanıp hakkı diğerlerine bırakabilir.  Tümüyle haksızlığa uğramış olan, sadece haçını bizim için yüklenen Mesih’tir. »

Üstat, bu ilâhî adaleti hayatında gerçekleştiriyordu.  Sedece uğradığı haksızlıklara katlanmakla kalmıyor, kendisine zarar vermiş olanları incitmeme inceliğini de gösteriyordu.  Onları sanki kendisine iyilik etmiş gibi görüyor, onlar için dua ediyor ve hediyeler gönderiyordu.  « Çok defa, haksızlığa uğradığımızı düşünürüz” diyordu, ”oysa haksızlıklar temelde bize iyiliktir.  Eğer biz kendi kendimize kötülük etmezsek kimse bize kötülük edemez.  Mâneviyata göre yaşamadığımız zaman kendimize kötülük etmiş oluruz.  Emirlere uyarsak mâneviyata göre yaşarız.

Üstat sadece ilâhî adalete tutunmakla kalmıyor, « başkalarının günahlarına ortak olmak[2] »’tan da dikkatle kaçınıyordu.  İlâhî adalete aykırı şeyleri kabul etmiyordu.  Stomion manastırında bulunduğu dönemde, zengin bir kadın evini kira ödemeye gücü olmayan fakir bir aileye kiraya vermişti.  Dâva açmayı ve alacağı parayı manastıra vermeyi düşünüyordu.  Peder Paisssios, ihtiyaçları büyük olduğu halde reddetti.  Kadına : « Sen bu parayı bir manastırdan (fakir aileden) alıp bir diğerine vermek istiyorsun” dedi, “istemiyorum paranı! »  İşçilere iş verirken ücret anlaşması yapmazdı.  Kimse de bu durumdan şikâyetçi değildi.  Haklarını, üstüne de takdis* verirdi.  İlâhî adalete sevgisi ve uygulamada kararlılığı o kadardı ki birine haksızlık etmektense adaletsizliğe uğramayı ve cehenneme gitmeyi tercih ederdi.  Başından doğaüstü bir olay geçmişti.  Bunu 4 Nisan 1966 tarihli mektubunda şöyle anlatır : « Bir gün Tanrı’ya yalvarıyordum ki cehenneme gideyim.  İlk olarak, O’nun pek Kutsal Yüzünü görmeye lâyık değildim.  İkinci sebep ise hayatım boyunca üzdüğüm, zarar verdiğim, kınadığım insanların O’nun Krallığına girmeye lâyık olmalarıydı.  Tanrı bir hafta süreyle cehennemin tadına biraz bakmama izin verdi, dayanamadım.  O günleri hatırladıkça korkudan titriyorum.  Onun için, cehenneme gitmesi gereken kişi hiç doğmamış olsaydı daha iyi olurdu. »

Başka bir defasında, bilmeden yapmış olabileceği haksızlıklar için dua etmişti : « Tanrım, kimleri kınadıysam onlara merhamet et ; kendilerine haksızlık ettiklerim için de sadaka verdim, onu da onların hesaplarına say. »

Ama Üstat, İncil’deki anlamıyla da doğru davranmıştı çünkü en küçük yaşından beri Tanrı emirlerine uymaya özen gösteriyordu.

Uyguladığı adalet onu ayartılardan ve tehlikelerden koruyordu.  Özellikle askerliğinde, tehlikeli görevlere giderken bu onu Değerli-Haçın tahtasından daha çok korumuştu çünkü  « doğrulara RAB destek olur[3] » ve « adaletle ödüllendirir[4] »  Ayrıca onu  şeytanların sayısız saldırılarından ve tuzaklarından da yanılmaz ve şaşmaz bir şekilde koruyordu.  Elinde bir ip, « yakalayacağım onu sonunda » diye söylenerek inziva kulübesinin avlusundan geçen bir şeytan görmüştü.  İlâhî adaleti yerine getirmezsek, mâneviyatta ilerleyemeyiz ve dualarımız işitilmez.  « Pek çok dua ediliyor.  Dünyanın değişmesi gerekirdi ama adalet olmadığı için bu dualar işitilmiyor. »  Oysa Tanrı’nın bütün bir halka merhamet etmesi için tek bir doğrunun duası yeter[5].

 

Aynorozlu Peder İsaak’ın kaleme aldığı Kapadokyalı Aziz Paisios (1924-1994) kitabından bir alıntıdır. (Paros yayıncılık, İstanbul, 2015)

[1] « Açıklama » (sineksegesis) ile « anlaşmazlık » (pareksegesis) arasında Yunanca kelime oyunu.

[2] 1 Timoteos 5, 22.

[3] Mezmurlar 36, 17.

[4] Bkz.Yeremya. 18, 21.

[5] Bkz. Yeremya 4, 1 ve Hezekiel 14, 14.

 

Adaleti sevdi