/ Azizler ve din adamlarımız hakkında tanıklıklar / 19. İki tutukluk arasındaki dönem

19. İki tutukluk arasındaki dönem

19. İki tutukluk arasındaki dönem

 

                                  “Çünkü benim için, yaşamak Mesih`tir, ölmek kazançtır.”

                                                                                                                  (Filip.1:21)

  Havari Aziz Pavlos’un Romalılara yönelik Mektubundan (1:10-15) İncil’in vaazını Roma’da duyurmaya büyük arzu duyduğunu biliyoruz. Artık Roma’daydı ama tutukluydu. Düştüğü o zor duruma rağmen, elinden geldiği kadarıyla İsa’nın öğretilerini duyurmaya çalışıyordu. Gelişinden üç gün sonra Yahudiler’in ileri gelenleriyle işe başladı. Kendisini görmeleri için onları davet etti ve hapse düşmesinin sebeplerini açıkladı (Elç.İşl.28:17-29). Beraberlerinde başkalarını da alarak onu tekrar ziyaret ettiler ve Pavlos Peygamberlerin açıkladıkları gibi Mesih İsa hakkında konuşmaya başladı.

 Pavlos, Roma’da tutuklu olduğu iki sene boyunca, yaşadığı evi misyonerlik merkezine çevirmişti. Birçok kişi onu coşkuyla dinlemeye gidiyordu. Elçilerin İşleri burada sona eriyor. Pavlos’un daha sonra yaşadıkları hakkında bize hiç bir bilgi vermemektedir. Fakat onun ilk tutuklamasında yazdığı beş Mektubundan ve ileride Titus ve Timoteus’a yazdığı üç Mektubundan (61-63) zulümlere maruz kaldığı yıllara kadar süren hayatının sonraki dönemi hakkında önemli bilgiler ediniyoruz.

Böylece Roma’daki Hristiyan sayısının gittikçe arttığını öğrenmiş bulunuyoruz ve Pavlos Hristiyanların çoğalmalarında, yaşadığı olayların ve hapse düşmesinin de etkisi olduğunu belirtiyor. Bu konuyla ilgili Filipililer’e: “Kardeşler, şunu bilmenizi isterim: Başıma gelenler daha çok Müjde`nin yayılmasına yaramıştır. Sonuç olarak bütün saray muhafızları dahil, herkes Mesih uğruna zincire vurulduğumu öğrendi. Kardeşlerin çoğu da zincire vuruluşumdan ötürü Rab`be güvenerek Tanrı`nın sözünü korkusuzca söylemekte daha da cesur davranıyorlar” (Filip.1:12-14) diye yazıyordu. Pavlos’u araştıran çağdaş tarihçiler, Hristiyanlığın, muhtemelen Doğu’ya hizmetlerini sunmuş tüccarlar veya idari personel tarafından Saray Avlusu’na erken yayıldığını belirtiyorlar. Senatör Titus Flavius, Klement ve eşi Domitilla gibi bazı makam görevlilerinin yanı sıra Roma’nın sıradan birçok vatandaşı Hristiyanlığı kabul etti. Romalı tarihçi Takitus (1. Ve 2. Yüzyıl) M.S 64 yılında gerisinde büyük kalabalıkla Hristiyan Kilisesi’nin güçlü bir toplum ”multitudo ingens” oluştuğunu ve iman edenlerin sayısının gittikçe artığını yazıyordu. Havari Aziz Pavlos, ilk hapis cezasını tamamlamak üzereyken, Filipililer’e yazdığı Mektubunda şunları ifade ediyordu: “Bütün kutsallar, özellikle Sezar`ın* ev halkından olanlar size selam ederler.” (Filip.4:22)

  Pavlos’un davası iki yıl gecikti. Bu, birçok ciddi vakayı çözmek zorunda kalan Roma adalatinde sık sık rastlanan bir olaydı. Anlaşıldığı gibi Pavlos’un davasını Neron’un tayin ettiği iki dava hâkiminden biri olan Fenius Rufus M.S 63 yılının yazında ele aldı. Bu adam saygılı ve tarafsız karar veriyordu. Bu yüzden Pavlos’un elindeki verilere göre beraatına karar verdi. Bundan böyle Pavlos istediği yere serbestçe gidebilirdi ve arzu ettiği takdirde faaliyetlerine devam edebilirdi.

  Dört yıllık hapis cezasından ve tüm acılardan sonra Pavlos’un elleri artık zincirlerden kurtuluyordu ve kendisi başka faaliyet alanları için eline yeni bir fırsatın geçtiğini hissediyordu. Roma istikametine, zincirlenmiş bir halde Girit adasının açıklarından geçerken, o Büyük Ada’nın insanları için hiç birşey yapamazdı. Bu yüzden artık serbest olduğuna göre, Titus’u yanına aldı ve Girit’e giden bir gemiye bindiler. Elçilerin İşleri’nde Kutsal Ruh’un insanlara nimetini gösterdiği gün, Hamsin (Pentikost) Bayramında Havari Aziz Petrus’un konuşmasını dinleyen üç bin imanlı arasında Giritliler’in de mevcut olduğunu okuyoruz. Bu kişiler memleketleri Girit’e döndüklerinde, elbette Havariler’in Kudüs’te müjdeledikleri yeni din hakkında konuşmuşlardı. Tabii ki bu bilgiler misyonerlik çalışmalarının sistemli bir şekilde yürütülmeleri için gereken zemini hazırlamaya yeterli değildi.

Böylece Titus, Pavlos’un önderliğinde bu sistemli çalışmalara başladı. Pavlos, Girit’ten tekrar Korint’e döndü ve orada misyonerlik çalışmalarının devamı için Erastus’u bıraktıktan sonra Efes’e devam etti ve orada Timoteos’u vekil kıldı. Nihayet, Makedonya’ya geçmek amacıyla Troas’a vardı.

 M.S 66’nın sonbaharında, Pavlos yol arkadaşlarıyla birlikte kışı geçirmeyi tasarladığı Niğbolu’ya (Nikopol) ulaştı, bu yüzden oradan Titus’a kendisini gelip görmesini yazdı (Titus 3:12). Anlaşıldığı gibi Titus o kışı Pavlos ile birlikte geçirme mutluluğunu yaşadı. M.S 67’nin ilkbaharında Pavlos, Titus’u İlirya’ya (Dalmaçya) gönderdikten sonra (II.Tim.4:10) tekrar Roma’ya döndü. Roma Başpiskopos’u Klement, İspanya’yı da ima ederek, Havari Aziz Pavlos’un ”Batı’nın en ücra köşesine kadar” ulaştığını belirtmiş bulundu. Eski bir rivayete göre Roma polisi, günümüzde ”San Paolo alla Regola” diye bilinen küçük kilise’nin bulunduğu yerde, Pavlos’u tutuklamıştı. O yörede Pavlos’un kaldığı ve vaaz verdiği evi bulunuyordu. Onu ziyaret edenlerin arasına askerler de katılıyordu ve onu dinliyordu. Bu yüzden onu İmparator’a karşı saygı duymamaları için rütbeli askerleri telkin etmekle suçladılar. Pavlos, ikinci tutuklamasında ilkinden daha kötü bir durumda bulunuyordu. Bir cani gibi zincirlenmişti ve dost ile yakınlarının ziyaretine izin verilmiyordu. Emperyal mahkemesi önüne ilk davasında kendisini savunması için imkan verildi ve kararın alınması başka bir çalışma gününe ertelendi. Kendisi bu konuyla ilgili Timoteus’a: ”Tanrı beni aslanın ağzından kurtardı.” diye yazıyordu (II.Tim.4:17).

  M.S 67’nin sonbaharında, davanın tekrar ele alınma zamanı yaklaşıyordu. Fakat mahkeme kararının önceden tasarlandığını ve kendisi için artık göksel Krallığa” giden yolun açık olduğunu çok iyi biliyordu. Bunun için Timoteos’a: ”Benim, Tanrı’nın şerefine kanımı toprağa şarap gibi dökme saatim yaklaşıyor, benim bu dünyadan göçme zamanım geldi.” diye yazıyordu (II.Tim.4:6). Mahkeme kararıyla ölüme mahküm edildi. Bir Roma vatandaşı olarak, aslında Emperyal dine karşı geldiği için başının kılıçla uçurularak infaz edilmesi gerekiyordu. Pavlos, idam mangasının gözetiminde, elleri bağlı olduğu halde, Roma dışından yaklaşık 5 kilometre uzaklıkta bulunan ve günümüzde ”Tre Fontane” Manastırı’nın bulunduğu alana götürüldü. Eski bir rivayete göre, Pavlos elleri bağlı olduğu halde, Doğu’ya dönerek Tanrı’ya son duasını yüksek sesle eden bir vaziyette tasvir ediliyor. Böylece, İsa Mesih’in öğretilerini, dünyanın o çağlarda bilinen her yerine yaymak süretiyle Hristiyanlığı evrensel bir din haline getiren Havari’nin o yegâne sesi o alanın içinde, ebediyete kadar susmuş oldu.

  Hristiyan eller Pavlos’u, onun infaz yerinin üç kilometre uzağında ve günümüzde ”San Paolo Fuori le mura” bazilikasının, eskiden ise Romalı Lukini’nin çiftliğinin bulunduğu yere gömdüler. Bedenini ufak bir dehlize gömdüler ve orada Hualerianus’un Hristiyanlar’a karşı zulümlere başladığı döneme yani üçüncü asra kadar kaldı. Bunun üzerine Hristiyanlar, putperestler Pavlos’un naaşını yerlerde sürüklemesinler diye, zamanında yetiştiler ve iki büyük Havari, Petrus ve Pavlos’un kutsal naaşlarını alarak Aziz Sebastian’ın yeraltı mezarlığına gömdüler. Kilise bu değerli hazinenin korunmasından dolayı büyük şükran duydu ve naaşlarının taşındığı gün olan 29 Haziran’ı bu iki Havari’nin anısına adadı ve zamanımıza kadar bu hep böyle devam etti.

 Büyük Konstantin tarafından 4. yüzyılda, Havari Petrus ve Havari Pavlos’un asıl mezarlarının üstüne kiliseler kuruldu. Papa Silvestro, kutsal naaşların bu kiliselere taşınmasına karar verdi. Daha sonra, Bizans İmparatorları Arkadius ve Honorius, Büyük Konstantin’in yaptırdığı küçük kilisenin yerine Aziz Pavlos’un muhteşem Bazilikasını inşa ettirdiler. İnşaatı M.S 395’te tamamlandı ve tüm Hristiyan yapılarının içinde en görkemli ve üstün kutsal yapısı olarak kabul edildi. Ne yazık ki, 1823 yılında yandı ve yerine aynı büyüklükte günümüzde bulunan kilise inşa edildi. Kutsal Sunak’ın üstünde bulunan Havari Aziz Pavlos’un kutsal resminin altındaki yazıt onun ruhundaki büyüklüğün sırrını açıklamaya yeterli: Benim için, yaşamak Mesih, ölmek kazançtır!”

  Kilisemiz 29 Haziran gününü, o tarihte önde gelen Havariler, Petrus ve Pavlos’un din uğruna şehit düştükleri için değil Roma’daki Hristiyanlar onların kutsal naaşlarını putperestlerden kurtararak, Roma’nın Appia sokağında bulunan Aziz Sebastian’ın yeraltı mezarlığına taşıdıkları için, o gün iki Havari’nin şükran ve bellek günü olarak belirlemiştir. Eski söylentiye göre iki Havari Neron’un döneminde aynı zulümlere maruz kaldılar, fakat şehit düştükleri tarih tam olarak bilinmemektedir.

  Kilise bu iki Havari’nin bellek gününü aynı tarihte kutlamaya ve onların her ikisini de İlk Büyük Havari olarak tanımaya karar vererek, Havari Petrus’un vaaz verdiği İsrail’den gelen Hristiyanlar ve Havari Pavlos’un vaaz verdiği diğer uluslardan gelen ve eskiden putperest olan Hristiyanlar arasındaki ikiliği ortadan kaldırmak istedi. Havari Aziz Petrus va Havari Aziz Pavlos ayrı yörelerde vaaz vermeye Kudüs’te bulundukları sıralarda karar vermişlerdi. Nihayet Kilise Başpiskopos Linos’un önderliğinde tek bir vucüt haline gelebildi.

 

Ses kaydιnι dinleyiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=clyqq5F-9T0

Havari Aziz Pavlus’un Hayatı – Bölüm 19

 

SOTİRİOS TRAMPAS, PSİDYA METROPOLİTİ,  AZİZ PAVLOS, DÜNYA ULUSLARINA GÖNDERİLEN ELÇİ

 

19. İki tutukluk arasındaki dönem