/ Konuşmalar, aziz pederlerin sesi / Asil Cömertlik (2)

Asil Cömertlik (2)

Asil Cömertlik  (2)

 

 

Saf sevgi hakkında şöyle diyordu : «Egomuzu terketmez isek, sevgimiz ne kadar büyük olursa olsun saf değildir. “Katışıktır”.  Benliğimizden kurtulmayı başarırsak saf hâle gelir.  Sevgimizin içinde benliğimiz yer alıyorsa, sevgimizin içinde egoizm var demektir.

 

Ne var ki egoizmle sevgi aynı arabaya koşulamaz.  Birbirine sıkıca bağlı olan ikizler sevgi ve alçakgönüllülüktür.  Sevgisi olanda alçakgönüllülük de vardır ve alçakgönüllü olanda da sevgi.  Kendimizi zora koşabiliriz, çilekâr (askitik) mücadeleler yürütebiliriz ama sevgimiz saflaşmamışsa, ıslah olmamışsa, meyvelerini göremeyiz.  Tanrı Büyük Antonios’a mucize gösterme nimetini bağışladı, çünkü onun sevgisi saftı.  Sevgileri saf olmayan başkaları daha çok çalıştıkları halde gayretleri boşuna oldu».

 

«Keşişler dünya insanının sahip olmadığı fırsatlara sahiptir» demesinin sebebi buydu.  «Keşişler ancak saf sevgiye sahip olabilir.  Başkasını kendi babası, kendi kardeşi gibi, her büyükanneyi kendi büyükannesi, her ihtiyar adamı, güzel olsun, çirkin olsun kendi dedesi gibi görmesi yeter[1]

 

Üstat, sevgiye ulaşabilmek için Tanrı’nın emirlerine uyma mücadelesi verdi.  «Tanrı’yı seviyorsak, emirlerine uyma endişesini taşırız» « Kim buyruklarımı bilir ve yerine getirirse, işte beni seven odur. [2].»  Yüreğini böylece arıttı ve Tanrı’nın sevgisinin evi oldu.

 

Kendisindeki sevgi türü hakkında düşünürken, yine kendi ölçütlerini takip ederek onu kusurlu bulurdu.  «Bir katolik kardeşim olsaydı ne kadar ağlardım ?  Oysa günümüzde Mesih’e inanmayan onca milyon insan var diye yeterince ağladım mı ?»

 

Karşılık beklemeyen bu büyük sevgiyi insanlar hissediyordu.  Problemli ve ruhen yaralı bir genç Üstatı ziyarete gelmişti.  Kulübesinin dışında, yolda karşılaştıklarında genç, Üstata sarıldı ve hıçkırarak ağlamaya başladı.  Üstat genci teselli etti ve öğrenimini bitirmesine yardımcı oldu.  Delikanlı askere gittiğinde Üstata «Benim şefkatli dedeciğim» diye başlayan mektuplar yazdı.

 

Yüzünü gördüklerinde bütün ziyaretçiler Üstatın çilesini farkediyordu, kendilerini sarıp sarmalayan büyük sevgisini de.  İlk karşılaşmalarında bile onu yıllardan beri tanıyormuş gibiydiler; ayrıldıklarında aralarında bir bağ oluşmuş oluyordu.  Üstatın sevgisi onları hiç terketmiyordu, bu dünyadan ayrıldıklarında bile… çünkü onlar için duaya devam ediyordu.

 

Üstat tarafından özellikle sevildiğini düşünen onlarca insan vardı.  Her biri de en çok sevilenin, en çok düşünülenin kendisi olduğuna inanıyordu.  Çünkü her biri kendisini ona yakın görüyor, o da her biri için özel bir sevgi besliyordu.

 

Aslında Üstatın her biri için duyduğu sevgi o kişiye özeldi, her birini ayrı ayrı seviyordu.  Her birine kendini tamamen veriyor ve her ruhu, tutkuları ve zaaflarıyla, olduğu gibi, gerçek kardeşini ve Tanrı’nın sûretini sever gibi seviyordu.  Sevgisini hepsine dağıtıyordu çünkü yüreği zengindi ve tükenmez kaynağa, sonsuz sevgiye, Mesih’e bağlıydı.

 

«(Ölümden sonra) Nereye gideceğim beni endişelendirmiyor,” diyordu, “egomu attım.  Derdim iyilik yapıp Cenneti kazanmak değil.»  Cennete «Tanrı’dan uzak yaşayan zavallıların» gitmesini tercih ediyordu; «böylece biraz Cennetin tadına varırlar; biz, en azından biraz tadına baktık, oysa onlar cehennemlerini daha şimdiden yaşıyorlar».  Yerini almak için, Tanrı’dan bir lânetliyi cehennemden çıkarmasını istemişti.  Bu talebi Aziz Pavlus’un söylediğinden farklı değildi : « Kardeşlerimin, soydaşlarım olan İsrailliler`in yerine ben kendim lanetlenip Mesih`ten uzaklaştırılmayı dilerdim [3]».

 

Keşişlere «kardeşlik ruhunu geliştirmelerini» öğütlerdi : «Kardeşimi memnun etmek önce gelir derseniz keşişin yaşamı bir cennet olur.  Manastırda herkesin kardeşini ne kadar memnun etmeye çalıştığını hatırlıyorum.  Çünkü Mesih söylemiştir : zavallı bir kardeşe yapılan Ona yapılmıştır.  Birisi fakire, hor görülene yardım ederse, şayet Mesih o olsaydı ne olacağını düşünsün[4]

 

Karşılıklı ilişkilere gelince, «her şey” derdi, “bizim işimize geldiği gibi değil, karşımızdakine uygun şekilde başlamalıdır.  O zaman herkes memnun olur ve cömertlik gerçekleşir.»

 

Bütün bunlardan sonra, her şeyini Tanrı ve insan için vermesinden sonra, Tanrı’nın da ona lütfunu bolca vermiş olması âdil değil midir ?  O, Tanrı’nın sevdiği çocuğuydu, Tanrı dualarını işitti ve mucizelerle cevap verdi.

 

Sevgi, Üstat için doğal bir erdemdi.  «Gençliğimden beri kanımdaydı» derdi.  Ama zamanla çilenin, aralıksız iç duanın fırınlarında pişerek, Pederlerin «Tanrı’ya yönelen sevgi[5]» diye adlandırdıkları ilâhî sevgiye ulaştı.

 

İnsanları bunca sevdiğine göre Tanrı sevgisi kimbilir ne kadar büyüktü !

 

Birisi ona «Tanrı sevgisini duymak istiyorum» demişti.  Üstat gülümsedi : «Bak, bebek süt içerek başlar, sonra kaymak ya da haşlamalar, daha sonra çorba ve büyüdüğünde de pirzola yer.  Daha bebekken pirzola yemeye kalksa, boğazına takılmaz mı ?»  Şunu da söylerdi : «Yüreğimizin sevinçten zıplaması için Tanrı sevgisine ulaşmalıyız.  Tanrı sevgisine ulaşıncaya kadar da aralıksız mücadele gerekir.  Ondan sonra ne yemek ne de uyumak isteriz… Peder Sisoes gibi.  Tanrı sevgisi bir insanı sararsa, onu bir tür ilâhî tutkunluğa götürür.  Ne yazık ki insanlar bunu anlamıyor.»

 

İlâhî sevgi aşamasına varmış insan kendini «yerde yuvarlanıp ayaklarınıza sürünen küçük bir kedi gibi bulur ; yerde yuvarlanır ve ayakları yalar ; sen de Mesih sevgisiyle, şaşkınlık içinde, Mesih’in ayaklarının dibinde aynı şeyi yaparsın.  Tanrı sevgisi insanın üstüne büyük bir yoğunlukla çökerse, insan eriyi verir.  Kalın kemikleri mum gibi yumuşar.  Tanrı sevgisine ulaşmış insan sarhoş gibidir.  Kendini ona kaptırır ve gözü başka hiçbir şeyi görmez.  Her şeye ilgisiz kalır.  Tıpkı evinde yangın çıktığı haber verilen ve “Bırakın yansın” diyen sarhoş gibi.  Bunun içindir ki insanın uzun süre bu ruhsal durumda kalması iyi değildir.»

 

Üstattan kalan, hıçkırıkları ve yakıcı gözyaşlarıyla bozulmuş ve renkleri atmış Kutsalların Kutsalı ve Çarmıha Gerilmiş İsa ikonaları ondaki Tanrı sevgisinin sessiz şahitleridir.

 

Bir gün o kadar lütuf ve iyilik almıştı ve o kadar sevgiyle yanmıştı ki, dayanamadı ; diz üstü çöktü.  Büyük sevgisini insanlar için acı içinde duayla ifade ediyordu.  Tanrı’yı «bütün kalbiyle» sevmek istiyor ve «kalbimiz güneş kadar büyük olsa yine de sunulmaya lâyık değildir” diyordu, “Oysa, mâdem ki kalbimiz yumruğumuz kadar küçücük, onu bölüştürürsek Mesih’e ne kadar kalır ki ?»

 

6 Nisan 1969 tarihli bir mektubunda şöyle yazmıştı, «İnsan kendisini herkesten ve her şeyden kurtardığında, işte o zaman büyük Tanrı sevgisini tadabilir ; bu sevgi onu esir alır ve Tanrı’nın kölesi yapar.»

 

Ormandaki yabanî hayvanların, dillerini konuşmadığı Bedevîlerin ve günümüzde de çâresiz gençlerin hissettikleri ve onları heyecanlandıran, işte Üstattaki bu büyük sevgiydi.  Mahrum olduklar baba şefkatini ve sevgiyi onda buluyorlar.  Üstatı hayatlarında tanımamış çokları bile mezarına gidip toprağını gözyaşları ile ıslatıyorlar çünkü biliyorlar ki onun asil sevgisi, bulunduğu yerden onlara kadar ulaşıyor ve onları sarmalıyor.

 

Aynorozlu Peder İsaak’ın kaleme aldığı Kapadokyalı Aziz Paisios (1924-1994), kitabından bir alıntıdır. (Paros yayıncılık, İstanbul, 2015)

 

 

[1] Bkz. IMAN ITIRAFCISI AZİZ MAKSİMOS, Centuries sur la charité Filokaliya, II, 10 : «Bu eşitsizliği gördüğünde bil ki kusursuz sevgiden henüz uzaksın.  Kusursuz sevgi bütün insanları eşit şekilde sevmeyi gerektirir.»

[2] Yuhanna 14, 21.

[3] Romalılara 9, 3.  [Diğer bir çevirisi (9, 3-4) : « Kardeşlerimin, soydaşlarım olan İsraillilerin uğruna, ben kendim lânetlenip Mesih’ten uzaklaştırılmayı dilerdim »].

[4] « Rab’bi seven önce kardeşini sevmiştir ; çünkü bu ikinci sevgi, ilkinin tanıklığıdır » Aziz Yuhanna (Yoannis) Klimakos  [Kutsal Merdiven], XXX, 26.

[5] Bkz. KALİSTOS KATAFİYOTES, Filokaliya,  : « Eros, Tanrı’nın doğal ve yazılı yasasında Tanrı’ya yönelmesi istenen sevgidir. »

 

Asil Cömertlik  (2)