/ Kitaplar / Υüce babamız Aziz Efthimiosun gördükleri ve geçirdikleri

Υüce babamız Aziz Efthimiosun gördükleri ve geçirdikleri

20 Ocak. Saygıdeğer ve Tanrı tanığı Babamız Yüce Eftimiyus

YÜCE BABAMIZ AZİZ EFTHİMİOS’UN  GÖRDÜKLERİ VE GEÇİRDİKLERİ

YAZAR

KİRİLLOS SKİTHOPOLİTOY

 YAYIN

EDUARD SCHWARTZ, LAYPZİG 1939

           “AZİZ EFTHİMİOS ADINA YAZILAN İLAHİ”

Beni sevinçle doldur çocuk yapmayan sen kimsesiz, neşeyle doldur doğum sancıları çekmeyen sen,  tek isteği Kutsal Ruh olan bir adam sana birçok manevi çocuğu hediye etti. Bu çocuklarına erdemlerin mükemmelliğine ulaşmaları için saygıyı ekti ve nefislerine hakim olmayı öğretti. Allah’ım Sen Aziz Efthimios’un dualarıyla hepimizi kurtar.

 YAZARIN ÖNSÖZÜ[1]

            Başkeşiş ve papaz olan, Skithopouli’ye yakın, Veela dağında Allah’ın istediği sessiz sakin yaşamı süren, dürüst ve erdemli manevi babacım abbas Georgie! Ben Kirillos sana Allah selamı ile selam veriyorum.

            İnancımız, Aziz Efthimios hakkında söyleyeceğimiz her türlü sözün önünden gitsin. Allah’ın önünde doğruyu bulduğumuz inanç, «umutlarımızın güvencesidir»(İbraniler. 11, 1). Allah’ın nasiblerinden kendi hissemizide alacağımızı umud ederek ona sabitlendik. Çünkü Kutsal İncil’in de dediği gibi inancı olmayan kimsenin, Allah’ı memnun etmesi mümkün değildir, «Allah’a yakınlaşanların, O’nun varolduğuna inananların ve O’nu arayanların, O’nun tarafından ödüllendirildiklerini bilmeleri gerekir». (İbraniler, 11, 6).  Kim inancı olmadan konuşuyor ve dinliyorsa meyva almayı boşuna bekliyor. Kim içine,  güçlü bir şekilde inancı ekebilmişse, inancı herşeyden uzak tutup hiçbir şey için onu terk etmemişse, her zaman için çekinmeden ve sarsılmadan inancını pekiştirme isteği ile yoluna devam ediyorsa, istediklerine sahip olur. Çünkü inancına güvenmeyenler «İnancına karşı sarsıntı duyanlar,  rüzgarın ordan buraya sürüklediği denizin dalgalarına benzerler». (Yakup. 1, 6)

            Bunun içinde Aziz Efthimios hakkında söylediğim sözlerimin temelinde inancım yatar. Okurlarım yazdıklarımın gerçekliğine inanacaklar ve bir an bile şüphe duymayacaklar.  Sende Kutsal Ruhun güçlerine sahip yüce Babacım, bu sarsılmaz inancın içerisine tahkim ol.

            Ben bunlara inanıp bu zor kitabı yazdım. Yazmamın bir sebebi de, balını yapmak isteyen çalışkan arının her türlü çiçekten ihtiyaçlarını toplamasına duyduğum gıpta idi.             Daha sonra tüm dualarımla, Aziz hakkında dağılan bilgileri, çoğu zamandır bu çölde yaşayan, kutsal ve yalandan uzak insanlardan zorlukla topladım. Bütün bunları ordan oraya koşarak topladım ve zamanın derinliğinde unutulmuşları çıkardım. Bu çalışmayı yapmamın bir başka sebebi ise,  saygı duyulması ve anılması gereken şeyleri yüz üstüne çıkarmamla, işveren Allah tarafından doğru bir ödülle mükafatlandırılacağımı düşünmem idi. Daha da çok yaptığım bu zor çalışmayı  okuyanlara vereceğim ve takip edilmeye değer örnekti.

            Şunu iyi biliyorum ki, yaptığım bu çalışma,  Aziz Babamızın tüm nasiblerini sunmaya yetmiyecek. Ama genede, tüm yaptıklarını kapsamasada, onun saygı duyulacak yüzünü ve ona olan minnetimizi anlatmakdan vazgeçmedim ve Saygılı babacım senin sözünden çıkmak istemedim. Ve aynı zamanda günahkar bir ruhun kabiliyeti ile yapabileceklerini toprağın altına gömmek istemedim. Böyle büyük bir cinayeti işleyemezdim. Bütün bunların sonucu olarak her ne kadar bilgeliğe sahip olmasamda, bizlere Efthimiosun öncülüğünü ve sözlerini veren yüce Allahın yardımı ile, bu kitabı yazmaya başladım.

AZİZ BABA EFTHİMİOS’UN HAYATI

 GİRİŞ

            Allah’ın biricik Oğlu ve gayesi yüzyıllar öncesinden beri eşi benzeri bulunmayan, babası ile aynı tabiata sahip, insana karşı ifade edilemeyen sevgisiyle, babasının güven rızası ile ve Kutsal Ruh’un isteğiyle, ete kemiğe bürünmeyi, Meryem Αna’nın bedeninden bizleri kurtarmak için, bir insan olarak doğmayı kabul etmiştir. Basit bir insan veya tanrısal tabiatının haricinde ete kemiğe bürünmüş bir Allah olarak doğmuştur. Yüzündeki kutsallığı ve insan tabiatını birbirine karıştırmamış, birinin diğerine taviz vermesine engel olmuş ve ikisini de tabiatları bozulmadan birbirine bağlamıştır. Olduğu için mükemmel bir Allah olarak kalmış olmadığı halde mükemmel bir insan olmuştur. Böylece bir taraftan mükemmel konumunu korumuş ve öbür taraftantan aynı kişinin yüzünde yani tanrımız İsa Mesih’de iki tabiatın ayrıcalığını mükemmel bir bağ ile bölünmez bir şekilde bağlamıştır. Bunun için Allah’ın oğlu İsa Mesih’in yüzünde Tanrısal ve İnsansal öz bölünmeden ve karışmadan yaşamıştır ve bize bir kişi olarak ortaya çıkmıştır. Dokunulmaz bir Allah olduğu halde, insanların tutkularına önem vermemiştir. Ölümsüz bir Allah olduğu halde, ölüm yasalarına boyun eğmeği kabul etmiştir.

            Bizlere olan bu büyük merhameti ile, O’na yaklaşma hakkını tanımıştır. Bunun için öğrencilerini bizleri kurtarmaya gönderdiğinde şöyle diyordu: « Gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin; onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin»(Matta, 28, 19).  Bu emirleri alan öğrencileri de tüm evreni dolaşıp, sözlerle ve yaptıkları işlerle gerçek inancı ve kurtuluşu ilan ediyorlardı. Sözleri ile eğiterek ilan edip, yaptıkları ile yaşadıkları ile ve konuşmaları ile de doğruluyorlardı. Yaptıklarını devam ettirebilmek için kovalanma, işkence çekme, çıplak kalma ve her şeyden yoksun bırakılma gibi zorluklarla karşılaşıyorlardı. Hatta ölümle de buluşuyorlardı. Böylece de İsa’nın hayatını taklit ediyorlardı.

            Bütün bunlarla insanlara gerçek Allah bilgisini sunuyordu. Tüm bunlardan dolayı insanoğlu aydınlanıp şeytan köleliğinden kurtuldu. Bununla çaresizlere ve takip edilenlere kurtulmanın yolunu gösterdi ve onlara bir çok hayırda bulundu.

            Bundan dolayı dünyanın her bir yanında, ayrı ayrı ırklardan gelme Aziz Şahitler yeşerdiler. Onlara yaptıkları savaşların sonunda birçok kişi onlara imrendi ve onlar ışıldayan bir yıldız gibi inancı sabitleyen münzevilerdi. Hayatlarını Havarilerin erdemlerine göre yaşadılar. Onlara Kutsal İncil’in şu sözleri yakışır: « Koyun postu, keçi derisi içinde dolaştılar, yoksulluk çektiler, sıkıntılara uğradılar, baskı gördüler… Çöllerde, dağlarda, mağaralarda, yeraltı oyuklarında dolanıp durdular »( İbraniler, 11 , 37,38)

            Aziz Efthimios da böyle Allah dolu mükemmel bir yaşamın hissedarıydı. Bebekliğinden itibaren Allah’a bağışlandı ve kendisi tüm hayatı boyunca Azizlerin yaşamına imreniyordu. Allah’ın sevgisini kazandı ve insanlar arasında yüceldi. Bedensel ve ruhsal yaşamında yarattığı kerametlerle beni bu kitabı yazmaya teşvik ettin. Bende sözünden çıkmadan ve hiç bir ertelemede bulunmadan isteğini yerine getiriyorum saygı duyduğum babacım Georgie. Çünkü sen her zaman için bizleri, ruhumuza iyi gelecek şeyleri ve senin Azizliğine yakışacak şeyleri yapmamıza teşvik edersin. Gerçekten de bazı şeylerin geçen zamanın gölgesinde kalması doğru değil. Aynı zamanda unutulmuş derinliklerde de bırakmak hoş değil. Onları bu derinliklerden çekerek çıkarıp, bizlerden sonrakilerin kurtulmalarına yardım etmek için ve onlara örnek olmaları için bırakmak gereklidir. Madem bana yazma yeteneği bağışlayan Yüce Allah’ı ve Oğlu’nu andım, artık Aziz Efthimios’u da anlatmaya başlayabilirim.

DOĞUMU ve ÇOCUKLUK YILLARI

            Tanrı’nın kulu Efthimios’un babası Pavlo ve annesi Dionisia’dır. Kökenleri çok zarif bir aileden gelip Allah’ın bir çok erdemleri ile süslenmişlerdir. Memleketleri Ermeniler’in çok ünlü şehri Melitini’dir (Günümüzdeki Malatya). Mübarek Dionisia kocası ile birlikte bayağı bir zaman yaşamıştır. Yalnız çocuğu olmadığı için çok mutsuzdur. Bu yüzden hayatları çok derin bir acı ile ilerlemektedir. İçlerindeki çocuk isteği onları sürekli Allah’a daha çok yaklaştırmaktadır. O’na, devamlı dua edip kendilerine bir çocuk bağışlaması için yalvarmaktadırlar.

            Bir zamanlar şehrin yakınında bulunan meşhur şehit Aziz Poliektu’nun kutsal tapınağına gittiler. Orada yeterli bir süre Allah’a dua ederek kaldılar. Bir gece tapınakta (kilisede) dua ederken karşılarında kutsal bir hülya belirip, onlara şöyle dedi: «Neşelenin, neşelenin, çünkü Allah size bir çocuk bağışlayacak ve bu çocuk neşenin adını taşıyacak. Doğumuyla birlikte Allah, kiliselere neşe hediye edecek»  Bu hülyayı Allah’ın bir işareti olarak kabul ettiler. Eve döndükleri ve hamilelik zamanından itibaren bütün duyduklarının gerçek olduğuna inandılar. Çocuk doğduktan sonra adını Efthimio (Neşe) koydular ve onu Allah yoluna bağışlamaya söz verdiler. Öğrendiğimize göre Ağustos ayında doğdu ve yıllardan  Κral Gratia’nın dördüncü zamanı yani İsa’dan sonra 377’inci yıldı. Bilmeyenler hülyanın gerçek olduğunu şuradan anlıyacaktırlar:

            Zamanlardan büyük Arianizim tarikatının egemen olduğu zamandı. 40 yıl boyunca Allah’ın kilisesi büyük bir üzüntü içindeydi. Ortodoks inananları ve onun savunucuları cezalandırılıyorlardı. Arianizm kralı Konstantinos zamanında, arıanizmciler her yeri baskı altına almışlardı. Gelecek sürede, Doğu Roma Κrallığı’na, Oualios’dan sonra geçecek olan tiran Ioulianos zamanında ise kovuşturma başlatılacaktı.

            O zaman mutluluğun ve neşenin ismini taşıyan Efthimios doğdu. Ve o zaman kilisenin üzüntüsü neşeye dönüştü. Barbar sürüleri Thraki’ye girdiklerinde Kral Ouali’nin altıncı senesinin beşinci ayı dolmamıştı. Kral aleyhlerinde sefere çıkmıştı. Fakat çok çabuk yenik düştü, Allah’a karşı ve Ortodoks inancına karşı yaptığı savaşı hayatı ile ödedi. Thraki’nin Edirne’ye yakın bir döneminde tümüyle yenildi ve geri çekildi. Barbarlar onu ve kaçtığı köyü cezalandırmak için her tarafı yaktılar.

 EFTİMİOS KENDİNİ ALLAH’A TAKDİM EDİYOR

            Efthimios 3 yaşına basmışken babası Pavlos bu dünyadan göç etti. Mübarek ve bahtiyar annesi Dionisia’nın çok kültürlü, okumuş, Evdoksios adında bir erkek kardeşi vardı. Piskoposluk makamında tanıdıkları ve gücü olup, bu makamın görüşmelerinde yer almaktaydı. Kız kardeşinin müşaviri (danışmanı) olup, onu Aziz Meliti Κilisesi’nin piskoposuna götürdü. O zamanlar bu yüce piskopos çok meşhurdu. Yine o dönem büyük ve meşhur Otriios İstanbul Sinodu’nda ayırt edilmişti (381).  Dionisia, Allah’a verdiği büyük sözü yerine getirmek ve onu hoşnut bırakmak için büyük bir fedakarlıkla, meşhur Anna’nın peygamber Samuilini’yi Allah’a sunduğu gibi, oğlunu bu insana götürdü.  

            Bu büyük insan ve gerçekten saygıdeğer piskopos Otriios, bu çocuğu gördüğünde, kültürlü, aklı başında Evdoksios’un aileye beliren hülya hakkındaki anlattıklarını dinlediğinde, annenin nasıl korku ve saygıdan çocuğun doğumundan önce,  Allah’a bağışlama sözü verdiğini,  bu çocuğun ana rahmine düşmesinin duaların bir meyvesi olduğunu anladıktan sonra hayranlıkla şöyle dedi: «Gerçekten bu küçük çocuğun üzerinde Allah’ın ruhu dinlenmektedir.» Çocuğu yanına kabul edip onu vaftiz etti ve onu bir kilise mugannisi olarak atadı. Piskoposluğuna aldı ve kendi çocuğuymuş gibi yetiştirdi. Allah’a ve yaptığı eserlere bağlı mübarek Dionisia’yı, Melitini Κlisesi’nin hizmetçisi olarak atadı.

            Eftimios’un kilise kataloguna, kilise üyesi olarak girdiği zamanlar, büyük Theodoros, Roma İmparatorluğu’nun asalığını almıştı. Böylece Yüce Allah, Roma halkına ve kutsal kiliselerine barış ve mutluluğu hediye etti. Bu şekilde ailesine beliren hülyanın dediği gibi, adından da anlaşılacağı gibi, Eftimios’un dünyaya gelmesiyle kiliseyi barış ve mutluluk saracağı kanıtlanmış oldu.

 HRİSTİYAN EĞİTİMİ

            Bir zaman sonra bilge ve aziz Otrios, Eftimios’un çocukluk yaşını geçtiğini gördü ve onun eğitim almaya başlaması gerektiğini düşündü. Bu yüzden onu öğretmenlerin eline kutsal alfabeyi öğrenmesi için teslim etti. Kilisenin tanıdıklarının arasında kibarlıkları ve basiretleri ile tanınmış, doğru görüşleri ve eğitimleri yüzünden saygı duyulan ve adları bilinen iki genç vardı. Birinin adı Akakios ve diğerinin Sunadios idi. Bu iki genç, bir çok inzivai mücadelelerden sonra, Aziz Κilise Melitinin bulunduğu civarda, başrahiplik ünvanını aldılar. Yaşamları ve davranışlarıda bu ünvan büyüklüğüne göreydi. Melitini sakinleri dilden dile bu iki gencin yaptığı büyük mucizeleri ve bu büyük göreve yakışır diğer birçok eserlerini konuşuyordu.

            Bu iki genç Piskoposun elinden Eftimios’u aldılar. Kısa bir süre içinde Eftimios’u öyle yetiştirdiler ki, Allah’a olan sevgisi ve öğrenime olan düşkünlüğü ile yaşıtlarını geride bıraktı. Öğrenime olan isteği öyle yaşından büyüktü ki, Akakios onun bu ışıltılı beynine hayran kalıyordu.

            Bu yüce genç Eftimios, piskoposluktaki ilk zamanlarını böyle geçiriyordu. En iyi eğitimi aldı. Aziz Theolog Grigorios’un belirttiği, Peygamber Davut’un anlattığı gibi, eğitimi en üstün seviyede gündüz eğitimi olup, günahların ve karanlık eğitimlerin buluştuğu gece eğitiminden uzaktı.

            Eftimios Kitab-ı Mukaddes’i çalışırken, içindeki kutsal metinlerin bahsettiği yüce ve ahlak sahibi faziletli insanları kıskanıp onların devamcısı ve takipçisi olmayı istiyordu. Bazen boş gezenin boş kalfası insanlar onu meşgul ettiklerinde, yüce metinlerinden uzak kaldığı için üzülüyordu. Kendisine örnek ve prototip olarak öğretmeni Akakios’u görüyordu. Onun yaşamını ve yaptıklarını taklit etmeye çalışıyordu. Bu manevi yarış onu öyle içine çekiyorduki, bazen yemek yemeyi bile unutuyordu. Boş ve anlamsız kozmetik namlar, şöhretler onu hiç ilgilendirmiyordu. Ağzı da Allah’a şükretmekten durmuyordu.

            Ayin düzenlerini diğer isteklere kapalı kalbi ve sabit beyni ile takip ediyordu. Bunları sadece zamanlarından öte özellikle, Allah korkusu ve duyguları ile izliyordu. Bir insanın kiliseyi bir tiyatro piyesine çevirip Allah’a gülüş ve fısıltı ile değil de, korku ve yüce saygı ile tapması gerektiğini hatırlıyordu. Kiliseye girecek olan insanın Tanrısı’na yüce saygısı ve duygusu ile girmesi gerektiğine, yapacağı dualar sayesinde Allah’ı ile karşılaşıcağına inanıyordu.

            Kilisede bulunmadığı zamanlar vaktini odasında dua ederek, ilahiler söyleyerek ve Kutsal Kitap’ı çalışarak geçiriyordu. Ve bütün bunları kısa zaman süreçlerinde değil de tüm gün ve tüm gece yapıyordu. Allah’ın sözünü  «gece gündüz» (İlahiler. A’ 2) çalışan bir insanın nehir kenarında dikili ve sürekli sulanan bir ağaca benzediğini iyi biliyordu. Bü yüzden de meyvelerini münasip zamanlarda veriyordu bu insanlar. Eftimios da yüce yarışların manevi meyvelerini Allah’a bu şekilde veriyordu. Etrafını öfkenin çekiciliği sardığında sevgi ve sabır meyvelerini sunuyordu. Oburluğun çekiciliğinde nefsine hâkim olma meyvesini veriyordu. Dünya evi şevklerinin hâkim olduğu, ona saldırdığı zamanlarda, O, sağduyu ve basiret ürününü sergiliyordu. Hiç bir zaman saygısız ve terbiyesiz yaşıtlarıyla arkadaşlık yapmamış, her zaman sağduyuları ve erdemleri ile ayırt edilen yaşıtlarını tercih etmişti.

            Her gün atletizmle uğraşanların disiplinli oldukları gibi kendi sözüne ve yemeğine hâkim olmayı başarıp, içindeki derin alçakgönüllüğünü koruyup, hakaret etmekten ve gönül kırmaktan uzak kaldı. Merhamet yağıyla kavrulup, insanlara karşı olan sevgisini tüm saflığıyla korudu.

 KİLİSENİN TEMSİLCİSİ

          Efthimios bayağı bir zaman tüm manevi egzersizleri yaparak, erdemin en üstüne ulaşmıştı. Allah’ın sevgisi ve ihtiyatı ile tüm bedenini bilgelik sarmış ve o da bu bilgeliği her türlü deneyimle insanlara sunmuştu. Ünü başından beri yayılmıştı. Bu şekilde yetiştiği, bu eğitimi aldığı, kilisenin tüm aşamalarını geçmeyi başardığı için istemese de, Melitini Klisesi’nin temsilcisi, piskoposu olarak atanmıştı. Görev olarak çevredeki manastırları koruma ve yönetme verilmişti. Bu görev ona küçüklükten beri dünyadan elini ayağını çekerek yaşamayı sevdiği için verilmişti. Dünyadan elini ayağını çekmesinin en başlı örneğide çoğu zamanını Aziz Polievkto manastırında 303 aziz şehitin yanında geçirmesi idi. Kırk günlük oruç zamanlarında ıssız yerlere gidiyordu. Oraya zamanımızda Analipseos adında mükemmel bir manastır yapılmıştır. Bu ıssız yerde İsa’nın vaftiz olduğu andan (Theofania’dan) Paskalya zamanına kadar, Peygamber İlia’nın ve Yahya Peygamber’in (Aziz Ioannis Prodromos/Aziz Vaftizci Yahya) münzevi yaşamlarını uygulayarak kalıyordu. Münzevi yaşama olan sevgisi göz önünde bulundurularak, Melitini’de, ona, orada bulunan diğer münzevilerin hayatlarıyla alakadar olma görevi verildi. Fakat Allah’a aşkını en üst seviyede tutan, şan şöhretten nefret eden Aziz Efthimios, bu görevi erdemlerini yerine getirememesine neden olan bir engel olarak görüyordu. Bundan dolayı da Melitini’yi terk edip kutsal topraklara Kudüs’e doğru gitti. Oranın ıssız yelerine yerleşmeyi istiyordu.

 YANLIZLIK SAVAŞLARI

            Aziz Ruh’tan yönlendirilmiş bu büyük baba, Aziz Eftimios, yirmi iki yaşında Kudüs’e geldi. İlk görevi kutsal «İsa’nın ayaklarının değdiği» yerleri ziyaret etmekti. Kutsal Haç’a gidip ibadetini etti ve sonra kutsal dirilişin olduğu yere (Anastasi’ye) ve diğer tüm kutsal mekanlara gitti. Son olarak da ıssız çöle gidip, orada inzivaya çekildi. Allah’ı dünyaya tanıtan insanları bulup, onlardan hepsinin erdemini ve manevi başarısını öğrendi. Orada gördüklerini ve duyduklarını gönlünün bir köşesine kapattı. Sonra Kudüs’e altı kilometre uzalıkta olan Faran Manastırı’na geldi. Sakin bir hayatı sevdiği için ıssız bir inziva hücresinde kalmaya başlayıp dünya nimetlerinden uzak kaldı. Sepet örmesini öğrenip kimseyi müşkül duruma bırakmak istemediği için, yaşam masraflarını karşıladı. İşinin haricinde ihtiyacı olan diğer insanlara da yardım etti. Tek düşüncesi dünya nimetlerinden uzak kalıp Allah’ın kendisini beğenmesiydi. Yaptığı duaları, tuttuğu oruçları, sahip bulunduğu tüm erdemlerini yüreğinin tarlasında bulunan ihtiras dikenlerini kökünden biçen, mükemmel bir çiftçi gibi koruyup, «kurnaz düşünceleri ve insanların Allah’a yaklaşmalarına engel olan, bir kule gibi yükselen kötü huylarını» (2. Κor 10, 5) alabora edip, «dikenlerle dolu yüreğin tarlalarını ekmemek gerektiğini, bu tarlaları temizleyip ekilebilir bir duruma getirip, yeni biçilecek ürünlere yeterli zemini hazırlamanın şart olduğunu» (Yeremya 4’ 3) belirten kehanetin sözlerini yerine getiriyordu.

MÜNZEVİ ARKADAŞI AZİZ THEOKTİSTOS

            Yanındaki başka bir hücrede Allah’ın sözlerini yerine getiren bir başka münzevi, Theoktistos yaşıyordu. Aziz onu tüm kalbiyle sevdi ve ikisini birbirine bağlayan bağ, inanca olan sevgileriydi. İkisinin de düşünceleri, manevi alışkanlıkları bir olup, iki bedende bir yürek olarak görünüyorlardı. Biri diğerine manevi hedefini sunduktan sonra, her yıl yüce Allah’ın Oğlu İsa’nın vaftiz yortusundan (Theofania yortusu) sekiz gün sonra tüm insanlardan ve iletişimden uzak Koutila çölüne gidiyorlardı. İstedikleri tek iletişim ise: Allah’la yaşamak, devamlı sükûneti hissetmek ve dua etmekti. Bu ıssız yerde tüm bedenlerini zorlayıp, Allah’ın isteklerine boyun eğip, yüreklerine manevi yemeği sunup, Paskalya Bayramı’nın bir önceki Pazar gününe kadar (Vağio Bayramı’na yani İsa’nın Kudüs’te karşılanma yortusuna kadar) kalıyorlardı. Bu ıssız çöldeki manevi yarışta, Yüce Efthimios davranışlarındaki mülayimliliğiyle, tatlılığıyla ve alçakgönüllülüğü ile galip geliyordu. Bu yüzden de kutsal sözlerinde dediği gibi üzerine Kutsal Ruh’un verdiği lütfu Allah’ın sözlerine göre «Ben bakışımı alçakgönüllüye, acı çekene ve benim sözümden korkana atıyorum».(İsaios, 66 , 2) kabul etti.  Üzerine Tanrı lütfunun salınması ile Allah’a karşı olan medeni cesareti günden güne artıyordu.

İLK MANASTIR

            Faran çölünde beş yıl kadar kaldı. Aziz Theoktisto ile her yıl olduğu gibi, Theofania Yortusu’ndan sekiz gün sonra, Koutila Çölü’ne gittiler. Giderken korkunç, derin, geçilmesi zor bir sel yatağına rastladılar. Yakınlardaki taşları, kayaları Allah’ın yol göstermesi ile inceleyip araştırırken, sel yatağının kuzeyinde bulunan büyük bir mağarayı buldular. Yavaş yavaş, sırt sırta, yaşam tehlikesi ile yürüyüp, zorla mağaraya vardılar. Sevinçleri büyüktü. Çünkü bu mağaranın Allah’tan onlar için hazırlandığını düşündüler. Burası daha önceden vahşi hayvanların sığındığı bir mağaraydı. Allah’ın ilahileri ve durmak bilmeyen duaları ile burasını evcilleştirip, Allah’ın bir kilisesi olarak kutsadılar.

            Bu taşta çok fazla yalnız kalmadılar. Allah onları insanlara göstermek istedi. Bu yüzden de oraya Lazario köyünden, sel yatağında sürülerini sulamaları için, bir iki çoban gönderdi. Çobanlar mağarada bu iki Aziz insanları gördüklerinde korkup kaçtılar. Bu yüce insanlar çobanların korkularını anlayıp, onları tatlı bir dille yanlarına çağırdılar ve şunları söylediler: « Kardeşler! Korkmayın, çünkü biz de sizin gibi insanız. Günahlarımız için burada kalmayı tercih ettik». O zaman çobanlar cesaretlerini toplayıp mağaraya çıktılar. Büyük bir süprizle, bu aziz insanların yanlarında ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri hiç bir şeyin olmadığını gördüler. Büyük bir hayranlıkla yakınlarının yanına gelip gördüklerini anlatmaya başladılar. Orada yaşayanlar bu iki azize ne lazımsa götürmeye başladılar. Yalnız Faran’daki büyükleri onları arayıp bulduktan sonra, yanlarına sık sık gelmeye başladılar. Hatta Marinos ve Loukas adında iki kardeş yanlarına taşınıp, inzivai bir şekilde yanlarında yaşamaya başladılar. İkiside Aziz Efthimios tarafından eğitilip, yalnız ve inzivai bir hayata yönlendirildiler. Bu yalnızlık yaşamında ve münzevilikte yüceldiler. Daha sonra Metopa Köyü yakınlarına yerleştiler ve orada bir Manastır kurdular. Yanlarına Theodosios’u da aldılar ve Theodosios manastırda yaşayan münzevilerin en yükseği olup, O’nu komün mükemmelliğine eriştirdiler.

            Az bir zaman içerisinde Aziz Efthimios’un ünvanı her tarafa öyle yayılmıştı ki, birçok kişi onun için gelip, onun ağzından Allah’ı anlatan sözlerini dinlemek istiyordu. Gelen kişilerden birçoğu yanında kalmayı arzuluyordu. Fakat dünyanın şanından ve namından nefret eden, Allah’ın sevgisini ve arkadaşlığını isteyen Efthimios, ilk mutluluğu, yaşamayı başarmayı herkes gibi deniyor ve Allah’ın kraliyetini bu dünyada yabancı gibi yaşayarak kazanmayı hedefliyordu. Bu yüzden yalnız yaşamayı isteyen herkesi, bahtiyar Theoktistos’a teslim ediyor ve ondan bu kişilere yardım etmesini istiyordu. Aziz Theoktistos bütün bunlardan haberi olmadan onu dinleyip, bu insanların sorumluluğunu üzerine alıyordu. Yaptıklarını Aziz Efthimios’un fikrini alarak yapıyor, bu şekilde ona tüm anlamıyla itaat ediyordu.

EFTHİMİOS’UN VERDİĞİ EĞİTİMİ

            Başlarda yalnız yaşayan münzevileri, komünlere dönüştürmeyi değil de, münzevi manastırının uyguladığı sistemi uygulamak istediler. Bu sisteme göre her münzevi kendi çevresinde, Fara’da olduğu gibi yalnız yaşıyordu. Fakat kimsenin bölgenin geçit vermezliği yüzünden kilisedeki gece ayinlerine katılamadığını saptadılar. Bu yüzdende mağarayı kilise olarak kullanarak herkesi toplayıp komün yaşamını yarattılar. Bu mağarada Efthimios sakin bir şekilde yüreklerin doktoru olarak yaşıyor ve herkesin yüreğinde bulunan yarayı tedavi edip, onlara erdemin ve ermişliğin yolunu gösteriyordu. Efthimios’a güvenleri öyle büyüktü ki, bu kardeşlerden hiç kimse ona tüm anlamıyla yüreklerini açmaktan, içlerindeki düşünceleri itiraf etmekten çekinmiyorlardı. O da manevi tecrübeleri sayesinde onlara kurnaz düşüncelere nasıl karşı gelindiğini, nasıl savaşıldığını öğretip şöyle diyordu: «Kardeşler! Evlerinizi, barklarınızı bırakıp hedefiniz için geldiğiniz bu çölde başarıya ulaşmanız için hiçbir şeyi ihmal etmeden savaşmanız gereklidir. Bu yüzden her an ve her saat bizi Allah’tan uzak tutacak hiç bir düşünceye yer vermemeye dikkat edip, yüreğimizin uykusuz nöbetçileri olmalıyız. Çünkü Allah’ın da bize dediği gibi «Süreklice dua edin ki, günahın çekiciliğine yakalanmayın» (Matta, 26, 41)». Şunu da bilmelisiniz ki her şeyi bırakıp, her şeyden elini kolunu münzevi bir yaşam için çeken insanların kendi istekleri yoktur. Tüm erdemlerden ilk önce üzerlerinde alçakgönüllülüğün ve itaatin olması gereklidir ve daima ölüm saatine ve mahşer gününe hazırlanmalıdırlar. Cehennemin tehtidinden korkmaları, gökyüzü kraliyetinin şerefine erişme istekleri olmalıdır. Ve şunu da ekliyordu: «Münzeviler ve özellikle de herkesten çok genç münzevilerin, bedensel emek harcamaları, havari Pavlos’un sözlerini hatırlamaları «Kimseye yük olmamak için gece gündüz çalışmaları» (1. Selanikliler. 2, 9) ve «Bu eller, Benim ihtiyaçlarımı ve yandaşlarımın ihtiyaçlarını karşılamak için çalıştılar» (Elçilerin yaptıkları. 20, 34)». Çünkü dünyada yaşayan tüm Hristiyanlar’ın çalışıp, çabalayıp, yaptıkları işlerden ter dökerek, çoluk çocuklarının karınlarını doyurmaları, yüce Allah’larına emeklerinin ilk meyvelerini vermeleri, yardıma ihtiyacı olan tüm insanlara yardım etmeleri, acil tüm bedensel ihtiyaçlarını elleri ile kazanmaları gerekir ve işten uzak olmaları doğru değildir. Yabancı insanların emeklerinden yararlanmayı beklememiz de doğru olmayıp Havari Pavlos’un dediği «Tembel insanın yememesi gereklidir» sözlerini de unutmamamız lazımdır».

            Aziz Efthimios tüm bunları kardeşlerine öğretip, onlara ışığı, aydınlığı getiriyordu. Onlardan kilisedeki kutsal ayinler sırasında ve yemek zamanında konuşmamalarını istiyordu. Bir kardeşinin diğerlerinden daha çok oruç tuttuğunu gördüğünde üzülüyordu. Bu yüzden oruç hakkında şöyle diyordu: «İyi oruç, yemek saatlerinde vücut ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar yememizle tutulur. En yüksek değeri olanda, yüreğimizi tüm kurnaz tutkulardan uzak ve temiz tutmamızı sağlayan manevi oruçtur. Münzevinin en büyük silahı Allah’ın dediklerini okuyup, isteklerine itaat edip, ayırt etme erdemine ulaşmasıdır».

            Bütün bu dedikleri ve eğittikleri ile kardeşler, Allah’ın isteklerini öğreniyor ve kutsal ışığı alıyorlardı. Büyük bir istekle, meyve veren bir ağaç gibi, tüm manevi meyvelerini vermek için çabalıyorlardı.

TEREVON

            Terevon’un hikâyesini büyük insanların ağzından ayrı, ayrı hiç bir değişime uğramadan dinledim. Yalnız en ince ayrıntılarını, mirasçısı olan ve onun ismini taşıyan, Müslüman Araplar’ın kabile reisinden duydum. Dedesi yaşlı Terevon, genç yaşlarındayken, şeytan tarafından çarpılmış ve vücudunun sağ tarafı baştan aşağı kurumuştu.  Babası Aspevetos iyileşmesi için büyük bir çaba ve yüklü miktarda da para harcamıştı.

            Aspevetos, Yunan kökenlerine sahip olup, Pers’lerin (yani İran’lıların) yönetiminde bulunuyordu. Romalılar’ın emirleri altına şu şekilde girmişti: Hristiyanların kovulmaları sırasında, İran’da Kral İstiğertos’un zamanında, İranlıların büyücüleri, Hristiyanların hepsini tuzağa düşürüp tutuklamayı istiyorlardı. Bu yüzdende Arap Müslümanları, yolları gözetlemeleri için koydular ki hiç bir Hristiyan, İran’dan Roma’ya gidemesin. Aspevetos o zamanlarda kendisi de bekçi olduğu için, Hristiyanlar’a İran büyücüleri tarafından yapılan tüm zalimlikleri görüp, onların çektikleri acılara dayanamayıp, onlara acımış ve kimsenin gitmesini engellememişti. Sadece engellememekle kalmayıp, dedeleri gibi, kendisi de putperest olduğu için onlara karşı olan sempatisiyle, gitmelerine yardım ediyordu. Bu yüzden Kral İstiğertos’a, onun için iftirada bulunmuşlardı. O zaman hasta olan oğlunu, tüm ailesini ve servetini alıp Roma’lılara sığındı. Roma başkomutanı Anatoli hepsini kabul edip, emri altına sokmuştu. Aspevetosa Rοmalıların emrinde bulunan tüm Arap’ların (Sarakinos’ların) yönetimini verdi.

            Arabistan’a yerleştiklerinde hasta olan oğlu Aspevetos’a gördüğü rüyasını anlattı. Aspevetos’da hiç bir ertelemede bulunmadan, silahlı askerlerin ve inancının eşliğinde çocuğun rüyasını gördüğü yere geldi. Burada Efthimios ve Theoktistos yaşıyorlardı. Bu iki insan, gelen bütün bu insanları görünce korktular. Yüce Theoktistos,  öğrencilerin korkusunu yüzlerinde görünce, aşağı inip, gelen insanların yanlarına yaklaşıp onlara sordu: «Ne istiyorsunuz ve buraya niçin geldiniz?» Onlar da cevap verdiler:  «Allah’ın kölesi Efthimios’u arıyoruz». Theoktistos cevap verdi: «Cumartesi’ye kadar kimseyi göremez çünkü bu zaman büyük sessizlik zamanı». O zaman Aspevetos, Theoktisto’nun elini tutup ona acıdan kıvranan ve eziyet çeken oğlunu gösterdi. Çocuk da ona babası işaret ettikten sonra şöyle dedi:

            «Ben İran’da bir hayli zaman önce bu hastalığa yakalandım. Tıp yapabileceği her şeyi deneyip yapması gereken şeyleri yaptı. İyileşebilmek için büyülere bile başvurdum. Hiç biri sonuç vermedi. Hiç bir yarar göremedim. Galiba bütün bu yaptıklarımla hastalığımı daha da büyüttüm.

            Burada, yüce duygularla, bu ülkeye geldiğimden beri tüm yaşadıklarımı karşılaştırdım. Bir gece hastalığımdan dolayı acı çekerken, şöyle dedim kendi kendime… Terevon nerde tıppın ve varlığın tüm yaptıkları? Ne verdi sana hayallerle dolu büyücüler ve taptıklarımız? Ne oldu astrolojilerin dedikleri ve yıldızların haraketleri sayesinde yapmamız gerekli olan dualara? İlaçlar ve büyücülerin dedikleri neye yaradı? Bakın, Allah’tan ve onun dediklerinden başka hiç bir şeyin gücü olmadığını anladım. Tüm bunları düşündükten sonra, ona yaşlı gözlerle dua etmeye başlayıp şöyle yalvardım: Büyük Allah’ım, gökyüzünü ve dünyayı, onların üstünde bulunan her şeyi yaratan yüce Tanrı’m, kurtar beni bu hastalıktan. Beni burdan kurtarırsan ve beni iyileştirirsen ben de putperestliği bırakıp, ondan uzak durup Hristiyan olacağım. Tüm bunları beynimde düşündüm. Daha sonra uykuya dalmışım. Uykumda beyaz saçlı, sakallı bir münzevi bana şöyle dedi: «Neyin var ki acı çekiyorsun?» Bende o zaman neyim varsa gösterdim, o da devam etti: «Allah’a söz verdiğin her şeyi yerine getirecek misin? Eğer getirirsen o da seni iyileştirecek! » Benim cevabım ise şuydu: Hastalığımdan kurtulmak için tüm verdiğim sözleri yerine getirmeye hazırım. O zaman şunu ekledi: «Ben Kudüs’ün doğu tarafındaki ıssız çöllerde, şehirden on kilometre uzaklıkta bulunan, Ieriho’ya giden yolun güney kısmında bulunan, bir su yatağında yaşıyorum. Eğer iyileşmeyi istiyorsan, hiç ertelemeden gel, Allah da benim aracılığımla seni iyileştirecek». O zaman kalktım ve babama olanları anlattım. Her işi bırakıp buraya geldik. Lütfen, benden,  Allah’ın gösterdiği doktoru esirgemeyin».

            Tüm bunları dinleyen bahtiyar Theoktistos, Efthimiosun dinlendiği yere geldi. Efthimios Allah’ın gönderdiği hülyaya hizmet vermemenin çok yersiz olduğunu düşündü. Bu yüzden yanlarına geldi. Ettiği bir çok duadan sonra Terevona’yı Kutsal Haçla mühürledi.

            Aspevetos’un yanına gelen diğer putperestler, olan bu mucizeyi ve Terevon’da ki değişiklikleri görünce şaşırdılar. O zaman hepsi yere çökerek Efthimios’tan onları da Hristiyan yapmasını istediler. Mucizeyi yaratan Efthimios, onların inandıklarını anladı ve isteklerine anlayış gösterdi. Bu yüzden mağaranın bir köşesine su içeren bir leğenin hazırlanmasını istedi. Sonra da onları Allah’ın, Oğlu’nun ve Kutsal Ruh’un adına vaftiz etti. Önce Aspevetos’u vaftiz etti ve ona Petros adını verdi. Daha sonra karısının Marvin adındaki erkek kardeşini. İkisi de bilgileri ve zenginlikleri ile çok meşhurdular. Daha sonra Terevona’yı ve diğer hepsini vaftiz etti. Herbirini Kırk gün boyunca yanında tuttu. Onları Allah’ın sözleri ile aydınlatıp, inançlarını kuvvetlendirdi. Daha sonra gitmelerine izin verdi. Artık inançsız insanlar değildiler. Artık İsa’nın mirasçıları, vaftiz edilmiş kilise çocuklarıydılar. Artık günahlarından kurtulup, Allah’ın çocukları arasına katıldılar.

            Bunlardan Terevon’un amcası Moris, manastırdan uzaklaşmadı. Her şeyden elini ayağını çekip, hayatının diğer kısmını yüce Allah’ı hoşnut etmek için yaşadı. Tüm varlığını ve parasını, Manastırın onarılması ve büyütülmesi için bağışladı.

            Efthimios’un yarattığı mucize her yerde duyuldu. Hastalıklardan acı çeken tüm insanlar, yüce azizin yanına şifa için geliyorlardı. Böylece kısa bir zamanda adı daha da çok yayıldı. Tüm Filistin’de ve çevre kasabalarda tanınmaya başladı.

                                                MARDA DAĞI’NDA

            Aziz Efthimios yanlarına iyileşmek için gelen birçok insanı gördükçe ve hâkim olduğu eski münzevi yaşam sessizliğini karşılaştırdıkça, ona yapılan şükürleri dinledikçe zorlanıyor ve bundan sıkıntı duyuyordu. Adının mutluluk olmasına rağmen kendisini üzüntü sarıyordu. Bu yüzden kimsenin haberi olmadan Ruba’ya gitmeye kalktı. Bunu anlıyan bahtiyar Theoktistos tüm kardeşlerini biraraya topladı ve onları Αziz Efthimios’u gitmesinden vazgeçirmek için gerekirse ayağına kapanmaya hazırladı. O da, onları sakinleştirmek istediği için, aklına gitmemeyi koydu. Birkaç gün geçtikten sonra, yanına Melitini’li, erdemli Dometiano’yu da alıp manastırdan ayrılıp Ruba’ya doğru indi. Kuzeydeki çölü de geçtikten sonra, Kızıldeniz yakınlarındaki eşi benzeri olmayan Marda Dağı’na geldi. Bu dağda bir su kaynağı buldu. Oraya küçük bir malikhane yapıp orada yaşamaya, orda otlarla ve maloa[2] ile beslenmeye başladı. Buraya bir kilise yapıp içine bir de kutsal sunak koydu. Daha sonra buradan ayrılıp Davut’un Saoul’dan kaçarken sığındığı mağarayı görmek için Zifon çölüne geldi. Bu yerler kutsal Manastır tarafından kurulmuştu. Kurulmaya sebep olan şey ise şöyle anlatılır: Aristoboyliados’un oğlu kurnaz bir ruha sahiptir. Bu çocuk Aziz Efthimios’a bağırarak onu yardıma çağırmıştır. Babası çocuktan Aziz Efthimios’un orda olduğunu, sahip olduğu yerlerin ve Karpabariho’nun sahip olduğu yerlerin arasında bulunduğunu öğrendiği zaman, onu arayıp yanına geldi. Bu gencin azizi gördüğü an, yüreği parçalanır ve sarsılır. Kurnaz ruhu bedeninden tamamen ayrılır ve bu genç böylece iyileşir. Bu mucize her tarafa yayılır. Birçok kişi Aristoboyliada’dan ve çevre köylerden gelip onun için manastır yaparlar. Birkaç rahip de yanına gelip onunla beraber yaşamaya başlar. Yaşamlarını sürdürebilmeleri için Allah onlara gerekli olan her şeyi sunar.

            Zifon çevresinde yaşıyan bazı insanlar Mani tarikatına karışmışlardır. Aziz tarafından gerçek sevgi ve görev hakkında aldıkları eğitimden sonra kutsal eğitime geri dönüp tarikat başını lanetlerler.   

VAHŞİ HAYVANLARA KARŞI KABİLİYET

            Diğer yeteneklerinin haricinde Aziz Efthiminos’a Allah’tan şu da sunulmuştur: Et yiyen ve zehirli vahşi hayvanlarla arkadaşlık etme. Bunu da Kitabı Mukaddes, İncil’i okuyan herkesin bilmemesine imkan yok. Şunu da bilmek gerekir ki, Allah’ın üzerinde yaşadığı ve üzerinde rehavete düştüğü her insana, Adem’le de Allah’ın buyruğunu çiğnemeden önce olduğu gibi, her şey boyun eğer. Bu insana sadece vahşi hayvanlar boyun eğmekle kalmayıp, doğa da boyun eğer. Bu sözlerimi Musa Peygamber’in şu örnekleri ile onaylayabilirim: Kızıldeniz’in ikiye ayrılması, İsrailliler’in emri ile Erden Irmağı’nın güneşi durdurması, üç çocuğun fırın ateşini Allah’ın serinliğine döndürmeleri ve daha birçok şeyin başarılması gibi. Bu büyük mucizeleri yaratan Allah, kendisini taşıyan Efthimios’a sadece görünen vahşi hayvanların boyun eğmesini sağlamayıp, kurnaz ruhların da boyun eğmesini sağlamıştır. Çünkü bunlar Allah’ın verdiği yeteneklerdir.

MANASTIRIN OLDUĞU YERE DÖNÜŞ

            Manastırın yerleşim köyüne yakın olması ile, Efthimios kendisini ziyarete gelenleri görüp öğrenci Dometiano’ya şöyle demişti: Gel çocuğum, biz ermiş Theoktistos’un ve rahiplerin ziyaretine gidelim. Karpabariha Manastırından kalkıp kutsal yerlere, Allah’ın yardımıyla yapılan aziz Theoktisto’dan 3 kilometre uzaklıktaki kutsal manastırına geldi. Bu kutsal yeri diğer yerden daha düz ve sessiz olduğu için çok sevmişti. Aynı zamanda kuzeydeki manastırların yapılmasından önce, bu yer daha havadar, daha ıssız ve her türlü geçişten uzaktı. Şimdi bu manastırlara giden, kendisinin yönlendirdiği münzevilerin yapmış olduğu yollar vardı. Bu manastırların yapımı ile bu ıssız çöl bir münzevi şehrine çevrilmişti.

            Burda, büyük bir sessizlik hakimiyetinde, aziz öğrencisi ile birlikte bir mağarada oturdu. Bu mağarada, bu gün kutsal naaşının bulunduğu kabri yer almaktadır. Aziz Theoktistos yüce Efthimios’un geldiğini öğrendiğinde, onu görmek için hemen bulunduğu yere tırmandı. Oradan inmesi ve manastıra gelmesi için ona yalvardı. O da sakin ve ıssız yaşama olan sevgisinden dolayı kabul etmedi. Yalnızca her Pazar günü inip Ayini beraber yerine getiriyorlardı.

ARAPLAR’IN GÖRÜNÜMLERİ

            Vaftizinden sonra Petros adını alan Aspevetos, Efthimios’un bayağıdır geldiğini öğrendikten sonra, ona erkek ve kadından oluşan birçok Arap gruplarla gidip, ona bu insanlarla konuşması için yalvardı. Bu yaşlı aziz, onları tebliğ edip manastırın aşağı kısımlarında onları vaftiz etti. Yanlarında yedi gün kaldı ve daha sonra onlarla birlikte kendisinin kaldığı yere çıktı. O zaman Petros yanında ustalarla bu bahçeye gelip, bu güne kadar korunan iki girişli büyük hendeği yarattı. Burada bir fırın ve üç inziva hücresi oluşturup ortadaki hücreye kiliseyi yaptı. Ve önceleri kurtlara benzeyen bu putperestler, artık kutsal vaftizden sonra İsa’nın düşünce sürülerini andıran koyunlara dönüşüp, Efthimios’un yanında kalabilmeleri için ona yalvarıyorlardı. Yalnızlığı isteyen Efthimios kendisini çok rahatsız edeceklerini düşünüp bunu kabul etmedi. Onları alıp iki manastır arasındaki bir yere getirip şöyle dedi: «Eğer bana yakın olmayı istiyorsanız burada kalın. Buraya kilisenin yapılacağı ve çevresinde gerekli olan yerleri işaretleyip, kiliseyi inşa etmeleri için onları bıraktı. Papaz ve diyakoz (yani papaz yardımcısını) tayin edene kadar yanlarına çok sık geliyordu. Daha önceden vaftiz olanlar da buraya gelip burada yaşamaya başladılar. Buradan gelip geçenler de aziz tarafından vaftiz ediliyor ve bunlardan bir çoğu yaşamlarına burada devam ediyorlardı. Böylece sayıları artıyor ve devamlı yayıldıkları için oturdukları yer, askeri kamplar gibi her daim genişliyordu. O zaman yüce babamız Efthimios, Patrik Ioubenalio’dan onlar için bir piskopos atamasını rica etti. Patriğin bunu yapacağına dair söz verdiği an, ona artık tüm ruhları kurtulaşa kavuşturabilecek yeteneğe sahip, Terevon’un babası Petros’u gönderdi. Böylece Petros Filistin Arapları’nın ilk piskoposu olarak atandı.  Bu barbar insanların birçoğu hepimizin de gördüğü gibi Aziz Efthimios’a gelip, onun sayesinde vaftiz olup gerçek Allah’a nasıl ibadet edeceklerini ve ona nasıl tapacaklarını öğreniyorlardı. Tüm bunlar Araplar içindi.

AZİZİN MANASTIRI

            Aziz Efthimios kendi manastırını ne komün manastırı ne de lavra[3] yapmak istiyordu. Bu yüzden ona dünyadan elini ayağını çekmeye hazır münzevi yaşamı isteyen insanlar geldiğinde onları aşağı taraftaki bahtiyar Theoktistos’un manastırına gönderiyordu. Kendisine taktimde bulunmak isteyen insanlara karşı da aynı şeyi yapıyordu. Bu manastırların Allah’ın isteği ve gönderdiği insanlarla dolmasının ardından, Efthimios bedensel üç kardeşi, Ηrisanto’yu, Kosma’yı ve Gavriliyo’yu, Theoktistos’a gönderdi. Bu kişiler Kappadokya’lı olup, Suriye’de büyümüşlerdi. Üçü de ruhsal basiretleri ve bilgelikleri ile ünlü idiler. Yanında kalmak için Efthimios’a yalvarıyorlardı fakat o kabul etmedi. Üç şey onu engelliyordu. Birincisi: sakinliğe olan hayranlığı, ikincisi çok genç olmaları üçüncüsü de Gavrilios’un doğuştan hadım olmasıydı. O gece bir düş gördü ve ona düşünde şöyle dendi: Bu kardeşleri kabul et, çünkü onları sana Allah gönderdi. Ve bundan sonra senin yanında kalıp kurtuluş bulmak isteyen, münzevi hayatı senin yanında yaşamak isteyen insanları kovma. O zaman Aziz onları kabul etti ve onlardan en büyüğü Kosma’ya şöyle dedi. Bak, ben Allah’ın bana verdiği emri yerine getiyorum. Yalnız şuna dikkat et. En ufak kardeşinin inziva hücresinden dışarı çıkmasına izin verme. Çünkü kadınsal görünümlü bir insanın lavrada yaşaması doğru değil. Çünkü düşman bu kardeşlerle uğraşıp onlarla savaşacaktır. Sen de bence burada çok kalmayacaksın. Kısa zamanda Allah tarafından çağrılıp Skithopoli Kilisesinde din önderliğine atanacaksın.

            Bunlardan sonra Domnos adında birini kabul etti. Antakya’dan gelip Antakya başpiskoposu Ioanni’nin yeğeni oluyordu. O günlerde Melitinili Stefanos, Andreas ve Gayano adlı, Akakios ile beraber onu yetiştiren öğretmeni Sinodios’un yeğenleri üç kardeşini daha kabul etti. Bundan sonra Raytos’tan gelme,  papaz Ioannis’i, Thalassio’yu ve Anatolio’yu kabul etti. Tiberia’dan gelme, Skithopoli’deki Aziz Şehit Vasilis Kilisesi’nin yaşlı papazı Kiriona adında birini de kabul etti.

            Bu on bir kişiyi kabul ettikten sonra piskopos Petro’yu bunlar için gerekli olan inziva hücrelerini inşa etmek ve kiliseye gerekli süslemeleri de yapmak ile görevlendirdi. Böylece yaşadığı inziva yerini Faron lavrasının örneği ile lavraya çevirdi. Bu lavraya piskopos Ioubevalios da geldi. Beraberinde azizlerin içinden, o zamanlar patrik ve manastırların öncüsü Passariona ve kilisenin yüce eğitimcisi İsihio da vardı. Mayıs ayında elli iki yaşındaki Efthimios lavranın açılışını yaptı. (Yıl 429)

            Açılıştan sonra lavranın iki tane papazı,  Ioannis ve Krionas oldu. O zaman Patrik, papaz yardımcısı olarak Dometianos’u ve Domno’yu atadı. Aziz Efthimios çok sevindi, Avram yüzlü Patrik Passarionas ve ilahiyatçı Theolog İsihios ile, tüm tören boyunca tüm arif ve erdemleri ile ışıldadılar. Bundan yedi ay sonra aziz Passarion Allah’ın huzurunda inzivaya çekildi.

MİSAFİRLİK ve TAKDİS

            Aziz Efthimios oturduğu sessiz sakin yeri lavraya çevirdiği zaman, yemek yokluğundan on iki rahip çok sıkıntı çektiler. Lavranın ilk kahyası aziz tarafından Dometianos oldu. O zaman şu olay gerçekleşti. Dört yüz kişilik bir Ermeni grubu Kutsal yer Kudüs’ten Ürdün’e doğru geçiyorlardı.  Anlamadan, sanki bir gücün onları sürüklemesi gibi, yanlışlıkla yolun sağ tarafına sapıp lavrada belirdiler. Benim inancıma göre onları bu yola azizin erdemlerinin ve Allah tarafından verilen armağanlarının ortaya çıkması için kutsal ihtiyat sürmüştür. Aziz bu grubu görünce Dometianos’u yanına çağırdı ve şöyle dedi: Git bu insanlara yemek hazırla. Dometianos’un cevabı ise: Aziz babacım, kilerimizde topu topu on kişinin karnını doyuracak erzak var. Nereden bulayım ben bu insanlar için bunca ekmeği bunca yemeği. Aziz Efthimios üzerindeki tüm resullüğü ile ona şöyle cevap verdi: Git ve dediklerimi yap. Çünkü Kutsal Ruh’un dediğine göre herkes doyacak ve yemeklerden artacak. O zaman Dometianos ekmeklerin bulunduğu ve ekmek kileri olarak adlandırdıkları yere gitti. Ama oranın kapısını açamadı. Allah’ın kutsaması ve takdisi ile ufak kiler tıka basa dolmuştu. Birkaç kişiyi yardım etmeleri için çağırdı ve kapıyı yerinden çıkarttılar. Ekmekler dışarıya doğru taşmaya başladılar. Aynı takdis şarapta ve yağda da olmuştu. Herkes yemeğini yedi ve karnını doyurdu. Üç ay boyunca bu kilerlerin kapılarını yerlerine koyamaz oldular. Resul İlias’ın, Sareptonda ve dul karısında misafir olduğunda, unun ve yağın tenekeden eksilmemesi haricinde devamlı dolması gibi şimdi de böyle oldu. Allah bu yaşlı azizin nasıl misafirperverliğe can attığını görünce ona tüm bu nimetleri bağışladı. Dometianos tüm bu olanları görünce azizin ayağına kapanıp ondan davranışından ötürü af diledi. Elindeki azıcık ekmeği ile bunca insanı doyuramayacağını düşünmüştü. O zaman bu yaşlı Aziz onu ayağa kaldırıp ona şöyle dedi: «Kim cömertce ekerse mahsulü de o kadar bol olur»(2. Korintililer 9’ 6). Misafirperverliğimizi boşlamıyalım. Çünkü havari Apostolos’un da dediği gibi «bazı kişiler bilmeden Melekleri misafir ettiler» (İbraniler.13’ 2). Cesaretli ol. Eğer sen ve arkadaşların, size gelen bu yabancı misafirleri gerektiği gibi ağırlarsanız, onları kardeşleriniz olarak kabul ederseniz, Allah da sizleri asırlar boyu yalnız bırakmaz. Çünkü bu fedarkarlıklar Allah’ı memnun eder.

İTAATSİZLİĞİN MEYVESİ

            Bu mucizeden sonra bu lavra her türlü nimetle mübarek kılındı. Her çeşit nimet devamlı artıyordu. Allah’ın yardımıyla yaşayan rahiplerin sayısı elliye çıkmıştı. Yeni gelen rahipler için yeni inziva hücreleri inşaa edildi ve kutsal ayin artık kilisede yapılıyordu. Kahya rahiplerin yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayabilmek için gerekli olan şeyleri elde etme yöntemleri buldu. Kuzular buldu ve onlardan babaları için gerekenleri çıkarıyordu. Lavrada, Asya’dan gelme Avksentios adında biri bulunuyordu. Kahya ondan vücudunun tam çobanlık işine yatkın olmasından dolayı çobanlıkla uğraşmasını istedi. Avksendios bunu yapmayı istemedi. O zaman Kahya lavranın iki papazına, Ioanni’ye ve Kiriona’ya gidip, onlardan da Avksendios’un çobanlık görevini yerine getirmesi için ricada bulunmalarını istedi. İkisi de ricada bulunsalarda nafile, kabul etmiyordu. Cumartesi günü kahya bu Avksendios ile yaşadıkları bu olayı Aziz’e anlattı. O zaman yüce Efthimios da Avksendios’u yanına çağırdı. Ona yapman gereken görevi kabul et çocuğum dedi. Avksendios karşı çıktı. Saygı duyduğum babacım yapamam dedi.  Beni bu işi yapmamda üç şey engelliyor. Birincisi bu yerin beni ürkütmesi ve burada konuşulan dili bilmemem. İkincisi  fuhuş korkusu. Üçüncüsü kuzulara çevireceğim dikkatten ve devamlı yer değiştirmekten, inziva hücremde kalabilme ve sessizlikte yaşama alışkanlığımın kaybolması. O zaman Aziz Efthimios şöyle cevap verdi. Bu söylediğin üç şeyin başına gelmemesi için Allah’a dua edeceğim. Allah da adaletsiz değildir, seni koruyacaktır. Söz dinlemeni ve gerekeni yaptığını görmemesine imkân yok. İyi bil ki O’nun verdiği güçle, emirle ve O’nun korkusuyla, O’nun kullarını koruyacaksın. Şimdi Allah’ın dediğini dinle: «O’na hizmet edilmesi için değil, hizmet etmesi için » (Matta. 20’ 28) ve «kendi isteklerimi yerine getirmeyi değil O’nun isteklerini yerine getirmeyi talep ediyorum» (Yuhanna. 5’ 30 ).

            Bütün bunları dinlemesine rağmen, Avksendios yüreğini daha da sertleştirdi ve dinlemedi. O zaman Aziz Efthimios öfkenlendi ve şunu dedi: Biz senin için gerekli olan şeyi ve yapman gerekeni nasihat ettik. Sen söz dinlememekle itaatsizliğin meyvesini göreceksin. O zaman Avksendios şeytan korkusuyla çarpılıp, yere spazm hareketleri ile düştü. Orada bulunanlar yüce Efthimios’u seyrediyorlardı. O zaman Aziz onlara dönerek şöyle dedi: Şu anda önünüzde resullerin sözlerinden biri gerçekleşti ve bu da şudur: : «Kötünün istediği tek şey isyan etmektir, ama Allah tarafından insafsızlığı, O’na daha da önceden haber edilecek».( Paroim. 17, 11) Yanındaki babaların ricaları ile yüreği sevgiyle dolu Aziz, Avksendios’un elini tuttu, onu yerden kaldırdı, onu Kutsal Haçın şekli ile mühürledi ve onu kendine getirdi. Avksendios kendine geldikten sonra Aziz’in ayağına kapanıp ondan bu söz dinlememesinin günahları için af diledi. Aziz’den bu korkuya bir daha düşmemesi için gerekli olan temennilerini istedi. O zaman Aziz şöyle dedi: Söz dinlemenin karşılığı çok büyük, çünkü Allah fedakârlıktan öte söz dinlemeyi yeğliyor, söz dinlememenin getirdiği meyve ise ölümdür. Onun için dua ettikten sonra onu takdis etti. Avksendios da ona verilen görevi istekle ve mutlulukla yerine getirdi.

KLİMATIOS

            Münzevi Kiriakos, yüce erdemleri ile eski Luka’nın lavrasında hemen hemen yetmiş beş yıl ışıldamış, yaptığı başarılarla ismini duyurmuş, gençliğini Aziz Efthimios’un manastırında geçirmişti. Yüce Eftimios daha hayattayken yanında bulunmuş, ondan sonra geri kalan mirasçılarından eğitimini almış ve Aziz’den rahiplerin nasıl davrandığını öğrenmişti. Bu kitapta yazdıklarımın çoğunu onun ağzından en ince ayrıntısına kadar dinledim. Bunların yanında bana bir de şunu anlattı:

            Lavrada yaşıyan Maron ve Klimatios adındaki iki kardeş Aziz’in izni olmadan, bir gece, lavradan gitme kararı aldılar. Bu Aziz’e yalnız olduğu ve dua ettiği bir zamanda bir hülya olarak belirdi. Şeytanı bu iki kardeşin boynuna ip bağlamış ve onları ölüme çeker bir vaziyette gördü. Derhal ikisinide yanına çağırdı ve onlara şöyle bir nasihatte bulundu: Kutsal Kitap’taki sabır edilmeye ait örnekleri göz önünde bulundurmamız lazımdır, nerede olursak olalım Allah’ın da yardımları ile kendimizi güvence altına almamız gerekir. Adem cennette yaşarken Allah’ın emrini çiğnemiştir. Ona bakılırsa Eyüp Peygamber dışkıların üzerinde oturmuş, Allah’ın dediklerini dinlemiş ve günaha girmemiştir. Bu nasihatlari onlara aktarırken şunu da ekledi: Bizi üzen, kaldığımız yere ve beraber yaşadığımız kardeşlerimize karşı, nefret uyandıran düşünceleri kabul etmememiz. Bunlar bazen anlamadan bize fitne koyarlar veya kalbimize ihmalliği ekerler ya da bizi yaşadığımız yerden sözde daha iyi yerlere gitmemiz için teşvik ederler. Bunun için beynimizi şeytanın metodlarına karşı her an uyanık tutmamız gerekir ki ruhumuz hedefini ordan oraya gitmekle kaybetmesin. Çünkü bir bitkinin yerini sürekli değiştirirsek bitki meyvesini veremeyeceği gibi, bir münzevi de yerini değiştirirse meyvesini veremez. Eğer biri kaldığı iyi bir yerde istediği başarıya ulaşamamışsa, başka bir yerde ulaşacağını hiç sanmasın. Çünkü bizden istenilen yer değil, seçtiğimiz yöntemdir. Tam olarak dediklerimi kavramanız için Mısır’daki bazı yaşlı insanlardan dinlediklerimi paylaşıcağım sizlerle.

            Mısır’da bir kilisede yaşayan bir kardeşimiz varmış. Şeytan onda devamlı öfkenin tutkusunu uyandırıyormuş. Onu yaşadığı yerden gitmesi, ıssız bir yerde yaşaması için teşvik ediyormuş ve istediğini elde etmiş. Kardeşimiz ıssız bir yere giderse yanında, onu öfkelendirecek kimsenin bulunmayacağını düşünüp gitmiş. Bir gün testisini suyla doldurmuş. Tam testisini yere koymuşken testisi düşmüş ve içindeki su da dökülmüş. Böylece ikinciye doldurmuş, testi gene düşmüş, suyu gene dökülmüş, üçüncüye doldurmuş, gene aynı olay gerçekleşmiş. Kardeşimiz şeytanın teşviğiyle öfkelenmiş ve bütün öfkesiyle testisini fırlatıp atmış ve testisi kırılmış. Aziz bu sözleri söylerken Klimakios şeytanın etkisine kapılıp güler. Aziz ona sert sert bakarak şunu demiş: Şeytanın oyununa geldin kardeşim. Hiç düşünmeden kıpırdadın. Bu dünyada yaptığın günahlara ağlamaktansa, sen bunlara gülüyorsun! Hiç mi duymadın Allah’ın gülenlere eziyet çektirdiğini, ağlayanlara da gıpta ettiğini (Louka 6,21). Bil ki bir münzevinin hiç düşünmeden konuşması, ona yakışmayan tavırlarda bulunması, kendisine güveni olmadan ve korkmadan ayakta durması akılsızlıktır. Babalarımız bu tür korkusuzlukların en kötü şey olduğunu ve tutkuların doğmasını sağladıklarını belirtirler.

            Aziz bunları söyledikten sonra yüzünü Klimakios’tan çevirip hücresinin iç kısımlarına doğru gitti. Aynı anda Klimakios yere titreyerek spazmlarla düştü. Dometianos Aziz’in doğruluğuna ve sertliğine hayran kalıp, Marona’yla beraber saygılı babalardan birkaçını da toplayıp, ona Klimakios’a yardım etmesi için yalvardılar. O da tüm bu yalvarmalara karşılık verdi. Hücresinin iç kısmında dışarıya çıktı ve Klimakios’u ayağa kaldırdı. Onu, Kutsal Haç’ın şeklinde mühürledi ve aynı anda Klimakios’un spazmları,  dişlerinin titremesi durdu, onun eski sağlığına kavuşmasını sağladı. Bedenin içineki ruhunu da iyileştirip şöyle dedi: Bundan sonra kendine çok dikkat et. Babalarımızın sözlerini, Kutsal Kitap’ımızın dediklerini küçümseme. Başmeleklerimiz gibi gözün açık olsun. Çünkü bir münzevinin böyle olması gerekir. Gözünün devamlı açık olması, kendisinin bekçisi olması, ruhunu devamlı tuzaklar arasından geçer gibi koruması lazımdır. Ona bu nasihatleri verdikten, onu böyle eğittikten, yaşadığı olayla onu korkuttuktan sonra, yanlarındaki tüm insanlarıda barış içinde yerlerine gönderdi. 

 EFES TOPLANTISI

            Aziz Efthimios elli dört yaşında iken, ilk büyük Efes toplantısı düzenlendi. O zamanlar daha önce de adından bahsettiğim her türlü ahlaka sahip, Melitini Kilisesi’nin Patriği Sinodios, kutsal yerlere ibadet etmeye gelmişti. Aziz’i görmek içinde Lavraya geldi. Ayrıca Lavrada kalan üç yeğenini, Stefanos’u, Andreas’ı ve Gaianos’u da görmek istiyordu. Azizle selamlaştıktan sonra, ona nasıl saygısız Nestorio’nun koşulları sonucu kısa bir zaman için İstanbul’un Patriği olduğunu anlattı. Ona Nestorio’nun yanlış aldığı eğitiminin sonu nasıl Patrikhaneyi birbirine karıştırdığını anlattı. Ona imrenen doğru inançlı Kirillou Aleksandria’yı ve Melitini’nin piskoposu Akakios’u anlatıp, Nestorio’ya karşı Efes’te yapılacak kilise temsilci toplantısını bildirdi. Sinodios onunla anlaştıktan sonra yeğeni Stefanos’u da alıp kutsal şehre indi. Oradaki başpiskopostan Stefanos’un papaz atama törenini yapmasını rica etti. Başpiskopos da Stefanos’u papaz, Kappadokyalı Kosmas’ı da papaz yardımcısı olarak atayıp ikisini de Anastasios Kilisesi’ne yerleştirdi.

            Kilise temsilci toplantısının olucağı sırada, Filistinli piskoposlar başpiskoposla gitmeye hazırlanırken, Aziz Efthimios Araplar’ın piskoposu olan Petro’ya da gitmesini, orada saygısız koşul koyanlar için savaşan Hristiyan Kirillo Aleksandra’yı ve Akakios’u, her şekilde takip etmesini buyurdu.

            Toplantının sonunda, Petros, Lavraya gelip, Aziz’e saygısız Nestoria’nın nasıl cezalandırıldığını ve toplantıda neler olduğunu anlattı. Aziz doğulu piskoposların neler yaptığını öğrenince Antakyalı piskopos Ioannis’e çok acıdı. Ioannis Hristiyan olmasına rağmen Nestorio’nun taraftarları arasında yer aldı. Papaz yardımcısı Domnos bunu duyunca amcası için üzüldü. Aziz’e yalvardı ve Antakya’ya gidip amcasını doğru inanca getirmesi gerekli olduğunu söyledi. Aziz gitmesinin doğru olmadığını düşündü ve ona şöyle dedi: Oraya gitmenin sana bir faydası yok çocuğum. Amcanın da orda sana ihtiyacı yok. Yolundan biraz şaşırmış da olsa Allah kontrolünü kaybetmesine izin vermeyecektir. Belli bir süre sonra amcan da kurtulanların arasında yer alacaktır. Sen çocuğum, eğer seni buradan uzaklaştırma düşüncelerine kulak vermezsen, Allah tarafından çağrıldığın bu kutsal yerde vermen gereken ruhsal savaşına devam edersen, bunun sonunda mükâfatını alırsın. Eğer verdiğim nasihate uymazsan, amcanı başpiskoposluk makamında görsen de, istemeden kurnaz kişiler tarafından kandırılıp aldatılacaksın. 

            Aziz bunları dile getirdi. O Azizin bu sözlerini dinlemeyip, onun iznini almayıp Antakyaya gitti. Azizin söylediği her şey başına geldi. Tüm bu olayları yaşadıktan sonra af dileyip geri döndü.

            Başpiskopos Iouvenalios, Stefano’yu, İamnia’nın piskoposu olarak, Kappadokyalı Kosma’yı da Haç koruyucusu bir papaz olarak atadı.

 EFTHİMİOS ve ARSENİOS

            Aziz Efthimios ile bayağı bir zaman yaşamış mirasçılarının Kiriako’ya, Kiryako’nun da bana anlattıklarına göre, Cumartesi ve Pazar günleri hariç haftanın geri kalan günlerinde Aziz Efthimios’u yemek yerken ve kimseyle konuşurken görmemişler. Onun uyuyup uyumadığını dahi bilmiyorlarmış. Bazen oturduğu yerde azıcık uyuyup kalır, bazende hücresinde bulunan bir ipe sarılıp uyurmuş. Bunu da kendisinin değil ona verilen bedeninin ihtiyacından dolayı yaparmış. Kendisine devamlı büyük Arsenios’un sözlerinden birini söylermiş: «Kalk kurnaz köle». Dediklerine göre Aziz oradan geçen Mısırlı yaşlılardan Arsenios hakkında bildikleri şeyleri dinlemeyi çok seviyormuş. Arsenios, zamanında kral Arkadio’yu ve Onorio’yu yetiştirmiş ve eğitmiş bunun içinde onların babası olarak adlandırılmış. Aziz Efthimios da onun ruhsal başarılarını ve münzevi yaşamını dinledikçe, onun erdemlerini taklit etmeye başlamış. Taklit ettiği şeyler arasında sessizlik, sakinlik, alçak gönüllülük, giyim kuşama önem vermemek, yemekten uzak durmak,  her şeye karşı sabırlı olmak, kendine dikkat etmek yer alıyormuş. Söylediği şeyi: «Bu münzevi yaşama neden geldiğini unutma Arsenie, dikkatli ol», devamlı kendine hatırlatırmış. Geceler boyu ağlayarak dua etmesine, münzevi yaşama olan sevgisine, şöhrete karşı nefretine, diğer kişilerden uzak durmasına gıpta ediyormuş. Gıpta ettiği diğer şeyler arasında dua etmek, verdiği savaştaki ruhunun gücü, diğer insanlara karşı taşıdığı sevgi yer alıyormuş. Her şeyiyle onun taklitçisi olması, onun hayatını yaşadığı gibi yaşaması, Aziz’e Arsenios’ta olan yetenekleri, kutsal ruhun bedeninde bulunmasını, kutsal ışığın üzerinde ışıldamasını ve geleceğin gözlerinin önünde bir hülya gibi belirmesini sağlamıştır.

GELECEĞİ GÖRME

            Aziz’in insanları iyileştirmek, kötü ruhları kovmak gibi üzerinde bulunan yeteneklerin şahitleri, kabrinden bu güne kadar fışkıran sulardır. Sıra sizlere geleceği görmekteki yeteneklerini, bu yetenekleri sayesinde nasıl ışıldayan bir öncü olduğunu anlatmaya geldi.

            Anastasios adında, Anastasios Kilisesi’nde eşya koruyuculuğu yapan, Aziz Passariona tarafından yetiştirilen bir rahip, Aziz Eftimios’u görmek istedi. Bu isteğini piskopos Ioppi Feidona’ya ve Haç koruyucusu Kosma’ya dile getirdi. Bu insanlarla beraber Aziz’i görmek için yola çıktılar. Yanlarında piskopos Feido’nun mirasçısı Feido adlı gençte bulunuyordu. Bu olayı genç Feido Kiryako’ya anlatmış o da bana anlatmıştır. Lavraya yaklaşırken, onların yaklaştıkları,  Aziz’e bir hülya olarak belirir. Lavranın kahyası Hrisippo’yu çağırır ve ona şöyle der: Hazırlan, kardeşinle beraber Patrik de geliyor. Onlar Lavraya yaklaşırken Aziz Eftimios da, Anastasios’a, Kudüs Patriğine selam verir gibi selam veriyordu. Bu olayın karşısında bulunan herkes çok şaşırdı. Hrisippos onu kenara çekti. Yüce Aziz’im, Patrik burada değil. Bu selam verdiğiniz kişi eşya koruyucusu rahip Anastasios. Görmüyor musunuz üstünü başını, Kudüs Patriği hiç böyle giyinir mi? Aziz hayranlıkla şöyle diyor: İnan bana çocuğum senin konuştuğun ana kadar, onu beyazlar içerisinde görüyordum. Herkesin duymasını sağlayarak devam eder. Gerçekten yanılmadığıma eminim, madem Allah bana bu hülyayı gösterdi bunun gerçekleşeceği kesindir. Çünkü Allah verdiği armağanı geri almaz.

KISIR BİR KADININ DOĞUM YAPMASI

            Arap Terevonas, soyundan bir kadınla evlendi. Karısı ile bir müddet yaşamasına rağmen karısının kısır olmasından dolayı çocuk sahibi olamadılar. Karısını mucizeler yaratan Aziz Efthimios’a getirip ona şöyle yalvardı: Aziz babacım, eminimki Allah senin dualarını duyup kabul ediyor. İnanıyorum,  çünkü Allah, Ο’ndan korkanın ve Ο’nu sayanın dualarını kabul ediyor. Karımın kısır olmasından dolayı bu kadar zamanın geçmesine nazaran çocuk sahibi olamadım. Sana sonsuzca yalvarıyorum, lütfen kutsal azizim, kullarını mağdur bırakmayan yüce Allah’tan bize bir çocuk bağışlamasını dile. Ona ve Allah’a inanan bu inançlı insanları gören bu Aziz onları üç kere Kutsal Haç’ın yönünde mühürleyip elini kadının karnına koydu ve şöyle dedi: Allah’ın verdiği bu mutluluğu yaşayarak gidebilirsiniz. Allah’ın yüce sevgisi size üç erkek çocuk bağışlıyacak. Onlar da Aziz’in bu sözlerine inanıp mutlu bir şekilde evlerine döndüler. Diğer büyük babalarında bildiği bu mucizevî olayı, Terenvon’un babasının ismini alan, kadının ilk dünyaya getirdiği erkek çocuk, Petros anlattı. Kadın Aziz’in de söylediği gibi, Petros’tan sonra iki erkek çocuk daha dünyaya getirdi.

 FUHUŞ İBLİSİ

            Lavrada Emiliano adında Romalı bir münzevi yaşıyordu. Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan bir akşam, beyni fuhuş iblisi ve edepsiz düşüncelerle oynamıştı. Aziz Efthimios gece ilahilerini söylemek için kiliseye giderken onunla karanlık bir köşede karşılaştı. Aziz Efthimios iblisin kokusunu aldı ve içini çekerek şöyle dedi: Allah seni yok etsin kirli ruh. O an şeytan girmiş münzevi, ağzından köpükler çıkararak yere düştü. Aziz’in isteği üzerine önüne ışık getirdiler ve tüm rahipler orada toplandılar:

            «Bakın şu kardeşinize. Gençliğinden beri bedenindeki saflığı korumaya çalışarak yaşadı. Şevkin zevkinden biraz sürüklendi ve şeytana mağlup oldu. Kendimizi edepsiz ve ahlaksız hayallerden koruyalım. Çünkü bedensel zevklerden rahatsız edilenler diğer vücutlardan uzak dururlarsa zekâları ile kötü yoldan kurtulmuş olurlar. Her türlü dikkatinizle aklınızı temiz tutun, korkuyla ve dehşetle kurtuluşunuz için çalışın». ( Fil. B’ 12).

            Bir de Mısırlı yaşlı müntezilerin bana bir müntezi hakkında anlattıkları şu gerçek hikâyeyi dinleyin. Herkes onu Aziz olarak nitelendiriyormuş. Kalbinin saklı haraketleri ve ahlaksız düşüncelere olan yanaşımı ile Allah’ı öfkelendiriyormuş. Bir gün şehre gelecekleri, gören biri gitmiş. Münzevi çok hastalanmış. Tüm insanlar başında ağlayıp şunu diyorlarmış: Eğer bu Aziz’imiz ölürse bizim de kurtuluşumuzu yanında götürür. Çünkü onun öncülüğünde yüreklerimizi kurtarıyoruz. Geleceği gören kişi bunları duymuş ve Aziz’den hayır duası almak için yanına gitmiş. Yaklaştığında mumlardan yapılmış bir hazırlığı rahipleri, insanları ve piskoposu görmüş. Onu defnetmeyi bekliyorlarmış. İçeriye girdiğinde bu münzevi hala nefes alıyormuş. O zaman ruhunun gözleri ile cehennemin, ateşe bulanmış üç çatallı zıpkınını görmüş. Münzevinin kalbine sokup çıkarıyormuş ve canını almakta zorlanıyormuş. Gökyüzününde dedikleri şöyleymiş: «Bunun beni bir gün rahat bırakmadığı gibi sen de onun işkence çekmesini sağlayıp canını almaktan usanma».

            Bunları size anlatmamın sebebi, her an için dikkatli olmamız, canımızın bedenimizden çıkacağı ana iyi hazırlanmamız gerektiğinden, şevket düşkünlüğünden sürüklenip ölürken acı çekmememiz içindir. Bu kardeşimiz sayesinde yüce Allah bizlere şeytana yenik düştüğümüzde başımıza neler geleceğini göstermiştir. Gelin hepimiz bu acı çeken ve canı çıkmayan beden için, bu bedenin bu edepsiz düşüncelerden arınması, serbest kalması için Allah’a dua edelim. Allah’ı üzerinde taşıyan bu baba dua ettikten sonra kötü cin çıkmış ve şöyle bağırmış: Ben fuhuş ruhuyum. Her taraf berbat kokularla dolmuş. O zamandan beri Emilianos bu edepsiz fuhuş düşüncelerinden arınmış ve Allah yolunda yaşamına devam etmiş.

 KURAKLIK

            O yıl çok kurak geçiyordu. Musa Peygamber’in sözlerini içleri titreyerek hatırlıyorlardı: “Başının üzerindeki gökyüzü bakır, ayaklarının altındaki toprak demir olacak.»( Deft. 28, 23). Çukurlarının susuz olduğunu gören bahtiyar Theoktistos ve Lavranın diğer münzevileri çok üzülüyordu. Bu büyük ihtiyaçlarından ötürü Aziz Efthimios’a Allah’a dua etmesi için yalvarıyorlardı. Aziz onlarla aynı fikirde değildi. Onlara şöyle diyordu: Allah uslanmamız için bizleri cezalandırıyor.

            Kuraklık sürüyor, Aziz bunu Allah’ın bir eğitimi olarak nitelendiriyor iken, Theofania yortusunun sekizinci gününde, Kutsal şehir ve çevre köylerden büyük bir insan toplumu Lavraya geldiler.  Özellikle Azizin alıştıkanlığına göre, bu günde çöle gittiğini bildikleri için geldiler. Ellerinde kiliselerinden aldıkları haçları ile Allah’a hayır duası ederek bağırıyorlardı.

            Aziz kuraklık için geldiklerini öğrendikten ve bağırışlarını duyduktan sonra dışarıya çıktı ve onlara şöyle dedi: Günahkâr bir insandan ne istiyorsunuz? Çocuklarım, benim günahlarımın çokluğundan dolayı bu dileğinizi Allah’tan istemeye cesaretim yok. Bizi yaratan yüce Rab o kadar temiz ki insanları çok seviyor. «Yüce Allah’ın merhameti yaptıklarına da yansıyor» (İlahiler, 144,9)  Günahlarımız aramızda o kadar dolanıyorlar ki bizi ondan uzaklaştıyorlar. Vaftizimizle içimize aldığımız şeklini kararttık. Kilisesini, bedenimizi günahkâr isteklerimizle kirlettik ve onların kölesi olduk. Hayatımızı açgözlülük ve fesatlıkla geçiriyoruz ve birbirimizden nefret ediyoruz. Bütün bunlar yüzünden Allah da öfkelendi ve uslanmamız için bizlere bu cezayı uygun gördü. Eğer yaptıklarımızdan pişmanlık duyarsak, bu pişmanlıklarımızla yanına gelirsek ve onun korkusunu yaşarsak o da bizleri duyacaktır. Kitab-ı Mukaddes’in de dediği gibi: «Allah, O’na gerçekçilikle yaklaşanların hep yanında olmuştur».(İlahiler. 144,18)

            Bu sözleri duyan insanlar yüksek sesle bağırmaya başladılar: Sen yüce babamız, bizler için Tanrı’ya dua et. Senin dualarını Tanrı’nın duyduğunu ve Tanrı’dan korkanların isteklerini yerine getirdiğini biliyoruz. Bu ve buna benzer başka sözlerle Aziz’i ikna ettiler. Yanına diğer ermiş babaları da alıp onlara Allah’a tüm yürekleri ile dua etmelerini, başarıp başaramayacağı hakkında bir şey söylemeden kiliseye girdi. Orada yere çöküp Allah’tan yarattıklarına acımasını, yerlerini hayırlarıyla ziyaret etmesini ve nimetlerini sunmasını istedi. Daha duasını bitirmemiş iken kuzeyden bir rüzgâr çıktı, tüm gökyüzü bulutlarla doldu ve yağmur, seller sular gibi yağmağa başladı. O zaman Aziz duasını bitirip dışarıya çıktı ve orada bulunanlara şöyle dedi: Gördünüz mü Allah dualarınızı kabul etti ve isteklerinizi yerine getirdi. Bu seneyi diğer senelerden daha da hayırlı kılacak. Kendinize çok dikkat edin ve günahlardan sakının. Yapacağınız sevaplarla Allah’a hayrını bir kere daha hepimize gönderdiği içn şükredin. Ve böylece hepsini geldiklere yere gönderdi. Yağmur bayağı bir zaman sürdü ve o kadar çok şiddetli idi ki Aziz çöle gidemedi. Azizin de söylediği gibi o yıl diğer yıllardan da daha berekli geçti.

 KİLİSENİN DOGMALARINA KARŞI SADIK

            Şuanda Lavra Savva’da münzevi hayatlarını sürdüren piskopos Ioannis ve münzevi Thalleleos, bana Aziz Savva’nın, Aziz Efthimios’a karşı olan hayranlığını anlattılar. Onun, Klisenin dogmalarına karşı olan inancına, mülayimliğine ve alçakgönüllülüğüne değindiler. İnancın doğru eğitimine karşı koyulan şartlara yüzünü çeviriyordu. Şu altı koşuldan nefret ediyordu. Manihaykiler’in erdemlerine ve Origeniler’in dediklerine kötü bir pislikmiş gibi sırt çeviriyordu. Kayseri taraflarında bu koşulun taraftarları çoktu. Azize özgürlük bahaneleri ile geliyorlardı. O da tüm yiğitliğiyle ruhun önceden olma hikâyesine ve bu düşünceyi takip eden her şeyi telafi edebilme gücüne karşı savaşıyordu. Savaşmaktan ziyade bunun yalan olduğunu, insanların kandırıldığını tüm gücüyle ispat ediyordu. Kutsal Üçlü’yü bölen, Oğlu’nun Baba’sı tarafından yönlendirildiğini, O’nun üzerinde Baba’sının hâkimiyeti olduğunu belirten Arius koşulu ve buna karşı olan, Kutsal Üç’ün olmadığını, Baba’nın, Oğlu’nun ve Kutsal Ruh’un olmadığını fakat Allah’ın üç değişik şekilde belirdiğini eğiten Savellio koşuluna karşı, Aziz tiksinerek karşı geliyordu. Kurnazlıklarından, taban taban karşıtlıklarından, saygısızlıklarından iğreniyor ve nefret ediyordu. Bu da Kutsal Ruh’tan Allah’a saygı duymasını, O’nu sevmesini ve onun birim veya bir üçlü olduğu eğitimini almasından dolayıydı. Birim, çünkü doğasıyla özüyle bir Allah ve Sabellio’nun dediği varoluştan değil. Üçlü, Arius’un dediği gibi doğasından ve özünden değil bu sefer varoluşundan, niteliğinden ve bu üç çehreden. Bu üç çehrenin amacı aynı fakat varoluşlarının tabiatıyla birbirlerine benzemiyorlar. İnandığı ve şükrettiği sadece Allah’ın bölünmeyen birliği, özünün bölünememezliği, varoluşlarının karıştırılmaması ve insanların «Baba, Oğul ve Kutsal Ruh» olarak bilmeleriydi.

            Aziz yalnızca Kutsal Üç doğması için çabalamıyordu. Nestoriou’nun koşulunu da uzaklaştırmaya çalışıyordu, bu da İsa’nın yüzündeki temeli ikiye ayırması, Eftihous’un verdiği eğitimin yarattığı karışıklıktı (monofisizm yani varlık birliği). Üç büyük inançtan Allah’ın sözü ile dünyaya gelmiş Oğlu’nun oluşması, o kötü günlerde Meryem Ana’nın onu insan gibi doğurması ve O’nun sözü olduğu için bizlerin bu üçüne Allah’a, Kutsal Ruh’a ve Oğlu İsa’ya dua etmemiz gerektiğine inanıyordu. İsa’nın varoluşundan beri üzerinde hem tanrısal hem de insansal iki tabiatın var olduğuna inanıyordu. Eftihous’un fikrini yani İsa’nın doğduğu anda normal bir insan olduğunu veya Nestorio’nun fikrini yani İsa’da iki kişiliğin bulunduğunu kabul etmiyordu. Doğuş ve varoluş arasındaki farkı iyi biliyordu. Doğuş özünün genel bir topluma ait olduğuna oysa bir kişi varoluşunun hususi ve özel bir olay olduğuna inanıyordu. Meryem Αna’nın rahminde, Allah’ın istemiyle anlatılamaz bir biçimde iki tabiat birleşti. Varoluşu her ne kadar Meryem Ana’nın canından mükemmel bir insan olarak, yüreklendirilmiş bir beden olarak olsa da, ona göre varoluşu Allah’ın sözüyle bedenselliğinden, dünyaya gelmesinden öncedir.  Çünkü Aziz’e göre İsa ve Allah’ın sözleri, yanılmış erdemcilerin dediği gibi, bunu üzerine yarattıkları masallar gibi, ayrı şeyler değildir. Yüce Allah’ın Οğlu, üzerinde hem insan tabiatı hem tanrı tabiatı taşıyan ve bunlara varoluşundan beri sahip olan sadece İsa Mesih’tir.

 HALKİDONA TOPLANTISI

          Aziz Efthimios yetmiş beş yaşında iken Halkidona toplantısı gerçekleşti. Bu toplantıya iki yıl önce Efes’te, Dioskourou Aleksandrias’ın yarattığı günsel tartikatçılığı tartışmak için tüm Evrensel Patrikhanenin başrahipleri katıldı. Orada Dioskouro’yu ve ona benzer tarikatçıları kutsal listelerinden sildiler ve gerçek inanç dogmatiğini koşul olarak kabul ettiler. Aziz Efthimios’un öğrencileri, Iamnias’ın piskoposu Stefanos ve Araplar’ın piskoposu Ioannis de (hatırlarsanız Ioannis rahmetli Petros’un ve ondan sonraki Efes’te Dioskouro’yu takip etmiş Avksolaon’un yerini almıştı) orada bulunup toplantıdaki koşulu kabul edip çabucak Aziz Efthimios’a doğru gittiler. Avksolao’nun geçen toplantıda yanlış bir eğitimi takip etmesi gibi kendilerinin de aynı şeyi yaptıklarını düşünüp,  bu olayın Aziz’i rahatsız edeceğinden korktular. Yüce Eftimios onları kabul ettikten sonra toplantının koşulunu dikkatlice okuyup, gerçek inancı toplantının yansıttığı gibi kabul etti.

            Aziz’in bu koşulu kabul ettiği etrafta çabucak duyuldu. Bunu duyan tüm münzeviler kendilerinin de kabul edeceklerini belirttiler. Ama münzevi sıfatıyla geçinen ve gerçekte Deccalin öncüsü olan, Theodosios adlı biri onları engelliyordu. Filistin’e geldiğinde orada bulunan Avgousta Evdokiya’yı ve yanındaki diğer münzevileri de kandırdı. Halkidona toplantı temsilcilerine karşı sertçe çıkışıyor, onların doğru inancı ters çevirdiklerini savunuyor, aslında bu temsilcilerin Nestorio’nun tarikatçi düşüncelerini tasdik ettiğini söylüyordu. Bu nefret dolu düşünceleri, yaptığı cani hareketleri ile Kudüs Patrikliğini ele geçirdi, her türlü kutsal kanunu çiğneyip gerçek piskoposların toplantıda olduğundan faydalanarak bir sürü piskopos atadı. Kendisine inanmayanlarla savaşıp gerektiğinde öldürerek bu makamda yirmi ay kalmayı başardı. Hemen hemen orada yaşayan tüm insanlar,  tüm münzeviler onun bu kötü inançlarını takip ettiler. Onu takip etmeyen, onunla irtibata bile geçmek istemeyen tek kişiler Aziz Efthimios’un takipçileri ve onu tanıyanlar idi.

            Theodosios, güçlü bir egemen gibi, adından bahsedilen bu Aziz’i önüne çağırdı. Aziz bu kutsal yere gidip böyle bir insanı tanımak istemedi. O zaman Passariona ve Gerontio’nun öğrencileri olan Elpidio Αrhimandritlerini gönderip, Azizin Theodosios’la birleşmesi ve onu takip etmesi için yalvardılar. Onların bu şekilde yalvardıklarını gören Aziz onlara şöyle dedi: Theodosio’nun bu kıskanç ve günahkâr düşüncelerine benim de katılmamı Allah muhafaza etsin. O zaman Elpidio’nun ve Gerontiou’nun yoldaşları şöyle cevap verdiler: O zaman biz de Halkidona’da toplanan ve Nestoria’nın iki tabiat düşüncesini tasdik eden temsilcilerimizin koşulunu kabul etmek zorundayız. Madem bu koşulu toplantıda kabul ettiler, Kutsal Kitap’ımızın hangi köşesinde İsa Mesih’in iki tabiata sahip olduğu yazıyor? O zaman Aziz Efthimios sözü aldı ve şöyle dedi: Bu toplantının bu kararı almasında nelere dikkat ettiği ve incelediği hakkında açık bir bilgim yok. İnanç koşulu hakkında verdikleri açıklamada ben art niyet bulmuyorum. Çünkü bu toplantıda yer alan üç yüz on sekiz aziz baba inancı meth edip, onun eğitimi yolunda, onu sarsmadan korudular. Ayrıca bu toplantıda ikinci İstanbul Toplantısında bulunan yüz elli aziz babanın kararları ve saygısız Nestoria’ya karşı yapılan Efes Toplantısında alınan kararlar da hiç sarsılmadan korundu ve eğitildi. Bu toplantıda kilisenin eğitimcisi olarak Aziz Kirillo Aleksandria da kabul edildi ve ona yandaş olmamız için bizler de çağırıldık. Burada Meryem Ana bir Azize olarak adlandırıldı ve ondan ete kemiğe bürünmüş Allah’ın isteği olan biricik oğlunun dünyaya geldiği belirtildi. Ve bu çocuğun varoluşunda iki tabiatının olduğuda belirtildi. Birincisi babasından gelme zamansız ve bedensiz olan tabiatı ikincisi ise Meryem Ana’dan gelme zamandan ve bedeninden olan tabiatı. Orada yalnız İsa Mesih’in iki tabiatlı, yani bir Tanrı bir insan tabiatı olduğunu tanıdı ve vardığı kanaatte bu iki tabiatın birbirine karışmadığı, ayrılmadığı ve bölünmediği, birinin diğerine yenik düşmediği idi. Toplantının amacı Meryem Ana’nın rahminden dünyaya gelen İsa Mesih’in, varoluşundan bu yana üzerinde bulunan bölünmez tabiatını bölmeye cesaret edenleri, ikiye ayırmaya çalışanları, Allah’ın biricik Oğlu’nun varoluşundan beri, bir tabiatının diğer tabiatına eğilimli olduğunu söyleyenleri, bedenini de tanrısallaştırıp Allah ile özdeşleştirenleri cezalandırmaktı. Ayrıca iki tabiat birleşiminin varoluşundan beri olmadığını, bunun bir karıştırmadan, bir hatadan ibaret olduğunu saygısız bir biçimde söyleyenleri de cezalandarmaktı. Temsilcilerin söylediği tanrısal ve insansal tabiatın birleşip sadece bir tabiatı oluşturduğudur. Bu söylediklerince, İsa Mesih’in bedensel olarak dışarıdan gelen etkilere duyarlılığını sağlamak mümkün değil, çünkü bir tanrı olarak dış etkilere duyarsız ve oysa insan tabiatına  duyarlıdır. Bütün bunlarca bu toplantıdaki koşul sayesinde  İsa Mesih’in en doğru eğitimini koymuştur. Yüzünü ikiye ayırmadan, İsa Mesih’in bu iki tabiata birden sahip olması onu mükemmel bir Tanrı ve mükemmel bir insan kıldı. Bizde bu temsil toplantısından İsa Mesih’in iki tabiatı olduğunu duyduğumuzda, varlığının bu iki tabiat karışımı şeklinde  olduğunu düşünmüyoruz. Biz de Aziz Kirillou Aleksandrianın bu iki tabiatın bölünmezliği hakkında verdiği eğitim sayesinde bu iki tabiatının farkını biliyoruz.

            Aziz bunları söyledikten sonra, Elpidios büyük dindar Efthimios’un inancını ve düşüncesini doğru bir şekilde dile getirdiğini anladı fakat Theodosios ile olan iletişimini hemen kesmedi. Gerontios inanmamakta direniyordu. Bu şekilde hem fikir olmadan Theodosio’ya geri döndüler. Tüm Filistin’de hüküm süren Theodosios, kendi kendine kalmış, Ortodoks Hristiyanlığı’nın meşalesini inandırıcı sözleri ile söndürmeye uğraşıyordu. Fakat söylediği yalanlar ortaya çıktı. Bir okun sert bir zemine atılıp, şiddetli dalgaların sabit kayalara çarpıp geri geldiği gibi geri geldi. Aziz doğru inancı gösterirken ve savunurken bu sabit kayalara benziyordu. Fakat Theodosios Aziz’i sürüklemek düşüncesi ile yem atmaya devam ediyordu. Ona ziyaretçiler gönderip inandığından döndürmeye çalışıyordu. Theodosio’nun bu direncini gören Aziz, diğer münzevilere haber gönderip inancından dönen bu insanı takip etmemekte direnmelerini, kendilerinden taviz vermemelerini istedi. Theodosios kalkıp ıssız çöle geldi. Bunu duyan birçok münzevi Theodosio’yu takip etti.          

            O zamanlar Lykia taraflarında Gerasimos adında bir münzevi yaşıyordu. Kendi ülkesinde münzevi yaşamı için verdiği savaşları ile kurnaz düşünceleri yenmesi ile tanınmış, fakat Ürdün çöllerinde münzevi yaşamını yaşamak için yeni gelmişti. Diğer birçok münzevi gibi Gerasimos da Theodosio’nun laflarına kanıp onu takip etti. Aziz Efthimios’un dilden dile dolaşan lütfunu duyduğunda onu tanımak için Rouva’ya geldi. Yanında bayağı bir müddet kaldıktan sonra tüm yüreği ile Halkidona toplantısının inanç için koyduğu koşulu kabul etti. Böylece Theodosio’nun yanından Petro, Gourniti, Marko, Ioullona ve Silouano adlı münzeviler ile uzaklaştılar. Aziz Efthimios da orada Theodosios uzaklaşıncaya kadar kaldı.

 AYİNDEKİ KUTSAL ATEŞ

            Yüce Aziz Rouva’dan Lavraya iki yıl sonra geldi. Bir Pazar sabahı Allah için ayinde dua ediyordu. Sunağın sağ tarafında Dometianos duruyor ve Ayin için kullanılan yelpazeyi tutuyordu. Ayin sırasında Arap Terevonas sunağa yakın bir yerde duruyor elleriyle de kilisenin demirlerine tutunuyordu. Birden sunağın üzerine gökyüzünden bir ateşin çarşaf gibi indiğini ve Aziz Efthimios ile Dometiano’yu örttüğünü gördü. Teslis Duasının başından sonuna kadar orada kaldı. Bu olayı sadece bu ateşin içinde kalanlardan ve çocukluğundan beri yirmi beş yıldır kilisede yaşayan Terevonas’dan ve Hrisippu’nun kardeşi Gavrilios’dan başka kimse görmedi. Bu olayı bana Terevona’dan ve Gavrilios’dan öğrenen abbas Kiriakos anlattı. Bu mucizeyi gören Terevonas korkup geri çekildi ve bir daha asla ayin anında kilisenin demirlerine tutunmayıp, kilise kapılarının yakınında durup, Levilinin « İsrail’in çocukları saygılı ve uslu olmalıdır» (Levil, 15,31) sözlerini yerine getirdi.

 ONAYLANMAMIŞLARI GÖRÜYOR

            Babalarım bana, Aziz Efthimios’un Allah’tan ona verilmiş başka yeteneklerinden de bahsettiler. İnsanların dış görünüşlerine bakıp, ruhlarının hareketlerini görüp, kimlerin ne gibi düşünceler düşündüğünü anlayıp,  kimlerin kimi yendiğini ve kimlerin kime yenik düşündüğünü hissetmesi gibi… Aziz Efthimios Allah’ın nimetlerini hediye ederken çoğu zaman Aziz Meleklerin arkasında olduğunu gördü. Ayin sırasında ona gelen kardeşlerine kutsal komünyonu verirken, onların nasıl komünyon aldıktan sonra ışıldadıklarını, ya da komünyonu almaya layık olmadıklarını, ruhlarının ölü olduklarını anladığını, yanındaki diğer münzevi arkadaşlarına anlatıyordu. Ve onlara her gün şöyle diyordu:

            Babalarım ve kardeşlerim, kendinize çok dikkat edin. Herkes kendini çok iyi sınasın, çünkü Apostolos’un da dediği gibi «Ve o zaman kutsanmış ekmekten ve komünyondan içmesi lazım»(1.Korintililer 11, 28). Çünkü Allah’ın ayinine layık olmadan gelenler ve layık olmadan komünyon alanlar «İçtiklerinde ve yediklerinde Allah’ın bedenini tanımayanlar cezaya mahkûmdurlar» (1. Korintililer 11, 29). Komünyon veren papazlar bu inancı etrafdakilere vermeden önce, herkesin dikkatli olması, canımızın ve beynimizin Allah’ın huzuruna çıkması gerekli olduğuna değinirler. Etrafdakiler papazın dediklerini yerine getireceklerine söz verdiklerinde,  Allah’a bildiri verir. Ellerini kaldırıp yüce Ayinin ruhlarımızın kurtuluş yolunu bulması için olduğunu belirtip, herkesin duyması için şöyle bağırmaya başlar: Azizler Azizlerle. Bende sizler gibi insanım, sizlerde de var olan zayıflıklara sahibim, kimin ne yaptığını bilemiyorum, bu yüzden Allah’ın huzurunda sizlere şunu demek istiyorum. Kimler oburlukla,  kurnaz düşüncelerle ruhunu kirletmişse, ruhunu nefret kaplamışsa, öfkeden gözü kör olmuşsa, gurura ve böbürlenmeye yenik düşmüşse bu kutsal ışığı almaya cesaret etmesinler. Önce pişmanlığın suları ile yıkansınlar, mikrop kapmış ruhlarını tedavi etsinler ve sonra buraya gelsinler. Vicdanı test ettikten sonra kendsini temiz bulan herkes gelsin «Ona doğru yaklaşın ki yüzünüz neşeye bürünsün» (İlahiler 33, 6)

 KRALİÇE EVDOKİA

            Bahtiyar Evdokia, Theodosio’nun sözleri ile kandırılıp onu takip etti. Bunun için de Evrensel Kilise’den uzaklaştı. Aposhiteler’in Ortodokslar’a karşı örgütlenmeleri için de gereken her türlü mücedeleyi verdi. Kutsal şehirde yaşayan tüm münzeviler bu olaydan uzak kalmayı yeğlediler ve o zamanlar Theodosios tahtından kovulmuş,  yerine Iouvenalios gelmişti. Evdokia, kardeşi Oualerio ve kızının kocası tarafından Eftihianistler’in tarikatından uzak kalması, Ortodoks Kilisesine geri dönmesi için uyarı alıyordu. Ayrıca ona bu tarikate girdikten sonra ailesinin yaşadığı kötü olayları yani damadının Roma’da öldürülmesini, kızının ve torunlarının Afrika’ya kaçırılmalarını hatırlatıyorlardı. Evdokia ailesinin yaşadığı kötü olaylardan dolayı doğru sandığı inancını ele vermeyi istemiyordu. Bu yüzden Allah’ı üzerinde taşıyan insanların düşüncelerini almak istedi. Bunun için de erdemleri ile evrende ışıldayan Simeon’a, oranın piskoposu Anastasio ve beraberinde Antakya’dan bazı münzevileri de gönderdi. Ona doğru, inandığı inancını tarif edip, ondan inanç hakkındaki düşüncesini göndermesini rica etti. Aziz Simeon ona şöyle cevap verdi:

            Bil ki şeytan erdemlerinin zenginliğini anlayıp seni buğday eler gibi elemeyi istedi. Doğru inancın çarpıttırıcısı Theodosios da senin Allah’ı ve
Allah tarafından sevilen ruhunu bozmayı ve beynini köreltmeyi istedi. Ama cesaretli ol, çünkü inancın kaybolmamış. Ben şuna şaşırdım: Yanındaki kaynağı farketmemene ruhunun inanç suyunu almak için bu kadar uzağa koşmana. Senin yanın da Aziz Efthimios bulunuyor. Onun eğittiklerini ve onun öğütlerini dinledikten sonra kurtulacaksın.

            Bahtiyar Evdokia bunları dinledikten sonra hiçbir ihmalde bulunmadan işe girişti. Öncelikle Aziz Efthimios’un başka bir şehre gitmediğini öğrendi. Sonra doğu taraftaki, Lavranın kuzeyinde kalan çölün en yüksek seviyesine gidip (5.500 m civarında) oraya Aziz’in eğitimlerini daha sık almak için büyük bir kule inaa etti. Kutsal Haç koruyucusu Kosma ile piskopos Anastasio’yu Aziz’in yanına gönderdi. Lavraya geldiler, fakat Aziz’i bulamadılar. Rouva’da olduklarını öğrendiklerinde yanlarına Theoktistoyu’da alıp, oraya gittiler. Ona yalvardıktan, Evdokia’nın yanına gelmesine ikna ettikten sonra, günümüzde Sholario Manastırı adlı yere geldiler.

            Evdokia, Aziz Efthimios’u görünce çok mutlu oldu. Yanına koşup ve dizlerine çöküp selam verdikten sonra şöyle dedi. Senin varlığınla Allah’ın asıl şimdi beni ziyaret ettiğini görüyorum. Aziz kadına duasını verdikten sonra şöyle konuştu: Bundan sonra kendine dikkat et yavrum. Theodosio’yu takip etmenle İtalya’daki kötü olaylar başına geldi. Kötülükten uzak dur. İznik’te Arius’a karşı yapılan, İstanbul’da Makedonya’ya karşı yapılan ve Efes’te Nestorio’ya karşı yapılan üç Kilise temsilci toplantılarının, yani Sinodların kararlarını nasıl kabul ediyorsan bugün de Halkidona’da yapılan ve orda alınan inanç koşulunu kabul et. Dioskuro’yla arandaki bağı kopar, Kutsal şehir Küdüs’ün başpiskoposu Iouvenalios’la ve kiliseyle temaslara geç.

            Bunları dedikten, kadına dualarını verdikten sonra yanından ayrıldı. Kadın Aziz’in erdemlerine hayran kaldı. Aziz’in dediklerini Allah’ın ağzından duymuş sayıp hemen denilenleri yerine getirmeye başladı. Kudüs’e gidip, ileticisi Kosma ve Anastasios’un Başpiskoposla temasa geçmelerinden sonra, Ortodoks Kilisesi’nin inanç yoluna girip Kilisenin komünyonunu aldı.

            Theodosio’ya inanan münzevilerden ve halktan oluşan birçok kişi de gördükleri bu örneği takip ettiler. Başpapazlardan Elpidios, sahtekârlıkları üzerinden atıp başpiskoposa ve tüm inanan müminlere katıldı. Gerondios hilelerini sürdürüp yetecek kadar insanı kandırıp peşine aldı. Ayrıca Elpidios’un takipçilerinden Markianos ve Romaios da onun dediği yolda yürüdüler. Biri Beytlehem’de, diğeri de Thekoa Köyü yakınlarında komün manastırı kurdular.

            Bahtiyar Evdokia Aziz Efthimios’un lavrasından, haç koruyucusunun iki kardeşini yanına çağırıp, onları Anastasi Kilisesi’nin papazları olarak atamak için gerekli hazırlıkları yaptı.

            Gabriliosu, ilk şahid ve ilk diyakoz Stefano’nun saygıdeğer mekânın, başrahibi yapıp, Hrisippo’yu Anastasi Kilisesi’ne gönderdi. Dikkat çeken ve ilgi toplayan birçok bilimsel çalışmayı yazıp topluma sundu. Bahtiyar Vassada, Azizin Lavrasından Iamnia Stefano’nun kardeşi Andrea’yı çağırtıp, onu yaptığı Aziz Şahit Mina Manastırına başrahip olarak yerleştirdi.

 AZİZ SAVVA’NIN VARIŞI

          Aziz Efthimios seksen üç yaşındayken, merhum Savvas yanına geldi ve ona yanında kalması için yalvardı Aziz ilkten kabul etti ve onu Dometiano’ya emanet etti. Fakat daha sonra onu yanına çağırdı ve ona şöyle dedi:

            Yavrum, çok genç olduğun için bu Lavrada kalman doğru değil. Gençlerin komün yaşamına odaklanmaları gerekir. Bunu Lavrasında kurnaz düşüncelere yenilebilecek nezaketsiz gençleri istemediği için söyledi. Onu, yaşlı bir baba eşliğinde, bahtiyar Theoktisto’nun yanına gönderip, ondan bu çocuğu yetiştirmesini ve ona göz kulak olmasını istedi.  Ayrıca bu gencin münzevi yaşamında başarılı olacağını gördüğünü de ekledi. Bu kâhinliğinde yanılmadı. Gerçekten de Merhum Savvas temayüz etti ve adı münzeviler dünyasında duyuldu. Başardıklarını ve ona yapılan övgüleri bu iki satırla anlatmak asla mümkün değil. Allah izin verirse Aziz Efthimios hakkındaki çalışmalarımı sunduğum bu kitabın arkasından merhum hakkındada bir iki şey yazmak isterim. Yüce kişiler tarafından bu insanların Allah katında yaptıkları şeyleri duymam ve onları kendime saklamam beni güvende hissettirmiyor. Şu da var ki kilise dışında yaşayan imansız insanların hayatlarını, yaşadıklarını kağıda dökmek, onları topluma bu şekilde sunmak oysa ki kilise insanlarının hayatlarını, erdemlerini, temayüzlerini, sessizliklerini dile getirmemek doğru değil.  

MARTİRİOS ve İLİAS

          İsa yandaşı Leon, Bizans tahtına Markiano’yu kabul ettiği zaman, lakabı yaban kedisi olan Timotheos adında biri,  kutsal vaftizhaneye girip, Patrik Alexandreia Proterio’yu bıçaklayıp patrik tahtına geçti. Bu olay tüm Mısır’a yayılıp büyük patırtı getirdi ve Mısır halkını endişeye boğdu. İki anılmaya değer münzevi, Nitrio Dağı’ndan inip,  Filistin’e keramet ve mucizeler yaratan Aziz Efthimios’un yanına gittiler. Gitme nedenleri ise, bu insan hakkında duyduklarından cezb olmaları idi. İkisi de ayrı münzevi hücrelerinde kaldılar. Bunlar, biri Kapadokya bölgesinden gelme Martirios adlı, diğeri ise Arabistan’dan gelme  İlias adlı kişilerdi. Bu ikisini Aziz Efthimios çok sevip, onları daha sık buluşmaya, sohbet etmeye çağırıyor, olacakları önceden görme ve sezme yeteneği ile her ikisinin, farklı zamanlarda, Aziz Havari Yakup’un tahtını alacaklarını biliyordu. Onlarla, ondört Ocak tarihinden itibaren  Koutila ve Rouba adlı ıssız çöle beraber gidiyorlar, orada Paskalya bayramının bir önceki Pazar’ı yani Bayiona kadar münzevi hayatlarını  birlikte sürüyorlardı. Beraberlerinde rahmetli Gerasimos ve birkaç münzevi daha gidiyordu. Her Pazar günü geri gelip kutsal kinonyanın ellerinden komünyon alıyorlardı.

            Lavranın münzevi hücreleri çok dar olup, vücuda hiçbir rahatlığı sağlamıyorlardı. Aziz’in isteği üzerine böyle inşa edilmişlerdi. Bu yüzden, biraz zaman geçtikten sonra, İlias, Eriha’ya gelip şehrin dış bölgesine kendine ait bir hücre yaptı ve günümüzde bu hücrenin yerine manastır yapıldı. Martirios ise Lavranın doğusunda dört bin altı yüz metrelik uzaklıktaki bir mağara içine yerleşip, orada sessiz sakin yaşıyordu. Hatta oraya Allah’ın yardımı ile sözü çok geçen bir manastır yaptı.  

 PATRİĞİN ZİYARETİNDEN KAÇIYOR

            Aziz Efthimios seksen üç yaşındayken, Patrik Ioubenalios, kırkdört yıllık patrikliğinden sonra Tanrı’nın yanına göçtü. O zaman Aziz Yakup’un patriklik ve havarilik tahtına, tüm halkın oyu ile adından şu ana kadar çok bahsettiğimiz,  Anastasios geçti. Bu olay Haziran ayının başlarında oldu(460 İ.S). O zaman Aziz Efthimios’un ona karşı yaptığı kehaneti, günün birinde patrik olacağı sözlerini hatırladı. O kehanete göre, Lavraya beraber gittiği Fido’yu yanına çağırıp, onu Anastasi Kilisesi’nin diyakozluğuna atamıştı. Anastasios, Fido ve kilisenin haç koruyucusunu, Aziz Efthimios’un yanına gönderip, kehanetinin gerçekleştiğini bildirdi. Ayrıca ona, kendisini Lavrasına kabul etmesi için yalvardı. Aziz Efthimios’un cevabı ise şuydu: «Ben, değerli baba, senin patrik sevginin tadına varmayı arzuluyorum. Ancak patrik olmadan önce seni mekânımda ağırlamak beni yormuyordu, şu anda ise senin Azizliğini burada ağırlamak yaşlanan gücümü aşıyor. Azizliğinden şunu isterim ki, benim sıradanlığımı yormasın. Tabii ki eğer gelmeye karar verirsen seve seve kabul ederim. Seni kabul edeceğim gibi yanındaki yandaşlarınıda kabul ederim. Ama artık bu topraklarda kalmam mümkün değil».

            Başpiskopos bu sözleri duyduğu an şöyle düşündü: “Eğer oraya gidip, ona üzüntü yaratacaksam, hiç gitmem”.

 ANTİPATROS VOSTRON

            Araplar’ın yöneticilerinden Arap Terevonas, karşısına çıkan önemli bir ihtiyacı için Vostron’a gitti. Orada yalnız bir günahın çekiciliğine yenik düştü. Oranın kabile reislerinden birinin iftirasına uğradı ve o bölgenin yöneticisi tarafından tutuklanıp, esir olarak tutuldu. Bunu öğrenen Aziz Efthimios, bahtiyarların yücesi, Vostron kilisesini yöneten, müminlik ışınlarını her tarafa saçan Antipatros’a hemen yazıp, ondan Terevon’un serbest bırakılması için gereken her türlü mücedeleyi vermesini istedi. Mektupları Stefano Iamnias’ın kardeşi Gayno ile gönderdi. Aziz Antipatros mektupları aldığı gibi Terevon’u serbest bıraktı. Onu birçok hediye ile donatıp yüce babanın yanına geri gönderdi. Fakat Gayno’yu salmayıp, onu Aziz Efthimios’un bir çekirdeği olarak kabul edip, Midavon şehrinin piskoposu olarak atadı.

EVDOKİA’NIN VEFATI

            Bahtiyar Evdokia İsa adına birçok kilise inşa etti. Bunun haricinde saymama imkân olmayan manastırları, fakir fukara mekânlarını ve huzurevlerini de yaptı. Bu kiliselerden bir tanesi Aziz Petros’a adanmış, Aziz Efthimios’un lavrasının karşısında, üç bin yedi yüz metrelik uzaklıkta bulunuyordu. Bunun içine büyük bir çukur açılmasını istedi. Ellinci gününde çukuru görmek için bölgeyi ziyaret etti. O zaman Aziz’in Lavrası yönüne doğru baktı. O ıssız çölde Lavranın önüne yayıldığını, münzevi hücrelerinin etrafa saçıldığını gördü. O an duygulanıp kitapta yazılanlar aklına geldi: «Iakove, sahnelerin ne kadar güzel, İsrail senin de evlerin». (Αrith. 24,5). O zaman Aziz Stefano’nun başrahibi Gabrilio’yu, Aziz’in yanına gönderip onu eğittiklerini görmesi için yanına davet etti. Aziz Efthimios şöyle karşılık verdi:

            «Bundan sonra beni bedensel görmeyi bekleme. Ayrıca yavrum niçin bunca şeye göz kulak olup, dikkatini veriyorsun. Tahminimce kış gelmeden Allah’ın yanına göç edeceksin. Tanrı bu yaz toparlanmanı, dünyadan göç edeceğin gün için hazırlanmanı istiyor. Yaşadığın müddetçe de benimle konuşmaya, beni görmeye, dinlemeye, bana birşey vermeye veya benden birşey almaya çalışma. Sadece bizi yaratan Rab’in yanına giderken, O’na, istiyorsa beni de barışla kabul etmesini rica et.»

            Merhum Evdokia bunları duyunca çok üzüldü. Özellikle de Aziz’in irtibatı kesmek istemesine, sözle veya mektupla görüşmemeyi, konuşmamayı istemesine, kendisinden de hiçbir şeyi kabul etmemesine kederlendi. Ona vasiyetnamesi ile mirasının çoğunu bırakmak istiyordu. O zaman kutsal şehre inip başpiskoposu buldu ve ona Aziz Efthimos’un söylediklerini anlattı. Daha tam olarak hazır olmayan ilk şahid Stefano klisesinin bakımını tamamlayıp, açılışını 15 Haziranda yapmaya karar verdi. Bu kliseye mirasının çoğunu bırakıp, Gabrilios’a da yönetimini verdi. Daha sonra yaptırdığı diğer kiliseleri de tek tek dolaşıp, açılışlarını yapıp, onlara da ayrı ayrı mirasından bıraktı. Açılışları tamamlamasından dört ay geçtikten ve mirasın tümünü bağışladıktan sonra, Allah’ın beğeneceği bir şekilde yaşayıp, indiktiononun kırkıncı yılında, tarih 21 Ekimde ruhunu Cenabı Hakk’ın eline teslim etti.

 AZİZ THEOKTİSTO’NUN VEFATI

            Aziz Efthimios doksan yaşında iken yüce babamız Theoktistos büyük bir hastalığa yakalandı. Hastalığından sonra, intiktiononun beşinci yılının başında (467), tarihlerden 3 Eylülde, Allah’ın huzurunda gözlerini kapadı. Aziz Efthimios Lavrasından inip ağır hasta Theoktisto’yu görmeye geldi. Birkaç gün yanında kaldı. Yüce merhum Theoktistos dünyadaki yollarını kat edip, Allah’la karşılaşmaya gitti. Aziz bedenini defnetti.

            Başpiskopos Anastasios yüce Theoktisto’nun öldüğünü ve Aziz Efthimios’un hala orada olduğunu öğrendi. Bundan dolayı da hemen harekete geçip cenazeye yetişti. Merhum babanın naaşını kabire gömdükten sonra,  Aziz Efthimios’un ellerini öpmeye başlayıp ona şöyle dedi:

            «Bunca zamandır bu elleri öpmeyi istiyordum ki, Allah bu günü bana nasip etti. Ve şimdi Aziz babacım, lütfen Allah’a dua et, dua et ki sana benim hakkımda gösterdiği kehaneti sonuna kadar koruyayım. Daha sonra da neler yapmak gerektiği hakkında bana nasihatlarını yaz».

            Efthimios Allah’ın verdiği lütufla karşılık verdi:

            « Ben de bunu senin yüceliğinden istiyorum ve lütfen yüce Tanrı karşısındaki temsilciliğinde beni de ona hatırlat».

            Başpiskopos şöyle cevap verdi:

            «Ben senden istemekten vazgeçmiyorum. Çünkü ben sana verilen lütuflar sayesinde senin gücüne tanık olmuş bir insanım».

            O zaman Aziz derinden gelen tüm alçakgönüllülüğüyle şunları söyledi:

            «Lütfen yüce baba, beni öncelikle bağışla ve şu ricamı kabul et. Bu manastıra göz kulak ol».

            Başpiskopos da şunu dedi:

            «Merhum Theoktistos’un yaşadığı zamanda sen göz kulak oluyordun buralara. Buralar sen elini sürmeden önce vahşi ve yabani yerlerdi. Sende bulunan Kutsal Ruh’un gücü sayesinde, İsa’ya adanmış aziz yerler oldular. Bende şimdi sana ait olan bu yerleri sana takdim ediyorum».

            Başpiskopos Azize bunları söyledikten ve onunla bayağı vakit geçirdikten sonra,  kutsal şehre geri döndü. Aziz Efthimios, Terevona’nın yaşı ilerlemiş amcası Marios hakkında, fazileti ve Allah’ın ona bağışladığı yetenekler sayesinde, insanların ruhlarını, Tanrı’nın arzularına göre aydınlatabileceği kabiliyete sahip olduğu hakkında karar kıldı.  Bu yüzden de onu kilisenin başrahibi olarak atadı.

            Yalnız Marios çok yaşamadı. İki yıl başrahiplik yaptıktan sonra vefat etti. Aziz Efthimios o zaman Lavrasından inip, onu Aziz Theoktisto’nun yanına defnetti. Başrahip yerine de Logginos adında, adı duyulmuş saygılı birini atadı.

 HRİSİPPOS, KOSMAS ve GABRİLİOS

            Yüce Theoktisto’nun vefatından sonra, piskopos Skithopoleos Olimpios’da vefat etti. Piskoposluk makamına haç koruyucusu Kosmas atandı ve haç koruyuculuğu makamına da Hrisippos atandı. Böylece büyük Efthimios’un onun hakkında yaptığı kehanet de yerine gelmiş oldu. Kehanetin gerçekleşmesi ile benim gibi günahkâr bir insanın aklına da şu yazı geldi: «Allah peygamberlerine bildirmeden hiçbir şey yapmaz» (Amos 3,7). Gerçekten de, bahtiyar Kosmas piskopos olarak parlıyordu ve Filistin’in ikinci piskoposu olarak, tüm gücü ile otuz yıl boyunca bu piskoposluğu yönetti. 

            Kardeşi Hrisippos ise Haç koruyuculuğunu on iki sene yaptı ve bunu yanında çok ünlü bir yazar oldu. Anastasi kilisesinin yöneticiliğini yapan Gavrilios ise aziz Stefano’nun başkeşişliğini yirmi yıl sürdürdü. Daha sonra da Analipseos dağının doğusundaki bir vadiye kendine ait küçük bir manastır inşa etti. Oraya Aziz Efthimios’un geleneği doğrultusunda Theofania’dan (yani İsa Efendimizin vaftiz yortusundan) Paskalya bayramının bir önceki Pazar gününde yani Vağion zamanına kadar gidip, kalıyordu. Bu manastırda Kırk Günlük oruç zamanı vefat etti ve seksen iki yaşında manastırın yanına defnedildi. Mucizeler yarattığındanda bahsediliyor. Çok akıllı ve öğrenmeyi çok seven biri olduğundan dolayı, Roma dilini (Latince’yi), Yunanca’yı ve Farsça’yı su gibi konuşuyordu.

            Aziz Efthimios’un öğrencileri hakkındaki söyleyeceklerim bunlardan ibaret. Şimdi Aziz Babamızın yaptıklarına dönelim.

ABBAS SAVVA’NIN SUSAMASI

            Piskopos Abbas Ioannis’in ve papaz Abbas Thalleleos’un bana anlattıklarına göre, bir zamanlar ıssız çölde bulunan Aziz Savva onlara şunları söylemiş: «Theoktisto’nun vefatından sonra manastırda bulunduğum zaman, Abbas Logginos’la birlikte Aziz Efthimios’u görmek için Lavrasına çıktık. Aylardan Ocaktı ve amacımız Azizi her zaman gittiği ıssız çöllere uğurlamaktı. Benim istekli olduğumu görünce beni de yanında götürdü. Birkaç gün Ruba da Martirio’nun eşliğinde, orada bulunan Aziz Gerasimos ve İlias’la birlikte kaldık. Sonra Dometianos, ben ve Aziz çölün daha da iç kısımlarına gittik. Çölü aşarken susuz ve kurak yerlere vardık ve burada melagrios[4] adındaki bir bitkiyi yiyerek besleniyorduk. Ben bu kurak çöllere alışık olmadığımdan dolayı çok susamıştım ve bu durumum yürümeme engel oluyordu. O zaman Aziz bana doğru döndü ve benim bu halime acıdı ve sonra bizden, attığımız bir taşın varabileceği bir uzalık kadar uzaklaştı. Yüzünü yere kapadı ve Allah’a şöyle dua etmeye başladı: Her şeyi yaratan yüce Rab, şu yanımda bulunan kardeşimize acı ve şu kurak toprağa su ver. Duasından sonra bitki köklerini, kazdığımız bir çapa ile önündeki toprağı kazmaya, oraya bir çukur açmaya başladı. Suyu gördüğü an beni çağırdı. Suyu içtikten sonra Allah’a Azizleri tarafından yarattığı bu mucizeler için şükrettim».

AZİZ’İN MİRASI VE  VEFATI

            Diğer yeteneklerinin yanında, Aziz’in Allah tarafından ona bağışlanan başka vergileri de vardı. Ne zaman vefat edeceğini ve vefatından sonra yaşadığı yerlerde neler gelişeceğini biliyordu. Aziz’in vefatı hakkında, babaların bana açıkca anlattıkları şeyleri, hiç çekinmeden ben de sizlere anlatacağım.

            Her yıl olduğu gibi Theofania bayramının sekizinci günü, Aziz’i ıssız çöllere yaptığı seyahete uğurlamak veya onun peşinden gitmek isteyen herkes toplanmıştı. Aralarında Aziz’in seyehatinde, ona eşlik etmek isteyen Martirios ve İlias da bulunuyorlardı. Aziz’in Martirios’tan ve İlias’dan yapmalarını istediği hazırlıkları bu sefer istememesi dikkatlerini çekmiş ve ona şu soruyu yöneltmelerine neden olmuştu: Yüce babacım, yarın her zaman yaptığın seyahate çıkmıycakmısın? Azizin cevabı ise şu oldu: Bu hafta burada kalıcam ve Cumartesi şafak sökmeden yola çıkacağım. Böylece sonunu açıklamış oldu. Üç gün sonra Aziz Antonio’nun ruhuna yapılacak gece ibadetini, yerine getirmelerini istedi. Gece ibadeti sırasında orada bulunan papazları yanına çağırdı ve onlara şöyle dedi: Bu geceden sonra, gece ibadetlerinde, bana verilen bu bedenimle sizlere eşlik edemeyeceğim. Yüce Tanrım beni çağırıyor. Şimdi gidin, bana Dometianos’u çağırın ve sabah burada bulunan herkesi yanıma toplayın. Herkes toplandıktan sonra onlara şöyle seslendi:

            «Sevgili kardeşlerim! Ben de babalarımızın gittiği yolu takip ederek gidiyorum. Sizler eğer beni seviyorsanız nasihatlarımı aklınızda tutun. Yürüdüğünüz yolun başı ve sonu sizin gerçek sevgiyi kazanmanızdır. Çünkü erdem mükemmelliğin bir sırrıdır. Ekmeğimizi nasıl tuzsuz yiyemiyorsak, erdemlerimize de gerçek sevgiyi bulmadan ulaşamayız. Her erdem sevgi, alçakgönüllülük, belirli bir zamanda kazanılmış deneyimler ve Allah sevgisi sayesinde gerçekleşir. Bir taraftan alçak gönüllülük insanı yükseltir, diğer taraftan da sevgi, ruhun eriştiği yükseklikten düşmemesini sağlar. Kutsal Kitab’ımız da bizlere bu nasihatta bulunur: «Alçakgönüllülük ruhu yükseltir, sevgi de düşmesini engeller». Sevgi alçakgönüllülükten de yüksektir. Çünkü Allah’ın sözü, bizlere duyduğu sevgisinden dolayı kendini alçaltmış ve bize yakın olmuştur. Bundan dolayı da ona durmaksızın, bütün kalbimizle, şükrederek borcumuzu ödememiz ve ona ilahilerle teşekkür hitapları yapmamız gerekir. Bunu da özellikle tüm dünyadan elimizi ayağımızı çekmiş kişiler olarak, sadece kişisel verdiğimiz sözlerin yerine gelmesi için değil de, yaşadığımız bu dikkati dağılmamış dünyadan ve tüm dünya karışıklığından uzak olduğumuz için bizlerin yapması gerek. Bunun için gelin O’na temiz ruhumuzu, bedenimizin saflığını, gerçek ve mükemmel sevgimizi sunalım» .   

            Onlara bu sözleri söyledikten sonra şu soruyu sordu: Kimi başrahip yapmak istiyorsunuz? Hepsi birden Dometianos’un olmasını istediler. O zaman Aziz şunları söyledi: Bunun olması imkansız. Çünkü benim dünyadan gitmemin sonrası Dometianos bu hayatta sadece yedi gün kalacak. Aziz’in bu medeni cesaretle ve bu netlikle gelecekte olacakları söylemesi, yaşlı babaları çok şaşırttı. O zaman Eriha’dan gelme aşağı kilisenin kahyası İlias’ı başrahip yapmak istediler. Aziz Efthimios İlias’a bakarak şunları söyledi:

            «Bak, hepsi seni baba olarak ve onların ruhani önderi olarak seçtiler. Dikkatli ol, kendini ve tüm cemaati uyanık tut. Bunu da herşeyin üstünde bil. Allah bu Lavranın manastır olma lütfunda bulunacak. Bu da en kısa zamanda gerçekleşecek». Daha sonra ona manastırın ne tarafa yapılması gerektiği hakkında, inşası ve kuruluşu hakkında, misafirlerin karşılanması ve rahat ettirilmesi hakkında, ilahi okuma şekli hakkında, nasıl istek duyması gerektiği hakkında, hesaptan yorulacak ve bundan dolayı da sıkıntı duyacak kardeşlerine yapmaları gereken şeyler hakkında nasihatlarda bulundu. Fikri, onu ve kardeşlerini desteklemek, yapacağı ruhani savaşa onu hazırlamak ve nasihatları ile ona yardım etmekti.

            Başrahibe söylediklerinden sonra diğer kardeşlerine döndü ve onlara da şu sözleri söyledi: Sevgili kardeşlerim, yapılacak manastırın kapısını kimseye kapatmayın ve göreceksiniz ki Cenabı Hak sizleri bu yüzden takdis edecek. Bu nasihatlarımı çarpıtmadan saklayın. Bana da Allah’ın huzurunda ne istediğim, dilediğim sorulursa ilk isteyeceğim şey: Her zaman ruhumla dünyanın sonu gelene kadar yanınızda ve sizden sonra gelecek kardeşlerimizin yanında bulunmam olacak.

            Bunları da söyledikten sonra yanında sadece Dometianos’u bırakarak kardeşlerini gönderdi. Üç gün Lavrasında kaldıktan sonra, Cumartesi gecesi Allah’ın huzurunda gözlerini kapadı ve diğer babaların yanına eklendi. Dediklerine göre yüzü melek yüzüne benziyormuş. Davranışları sade, yalın olup, doğru ve yumuşak bir kişiliğe sahipmiş.  Yüz çehresi yuvarlak va bembeyazmış. Dünya tatlısı gözleri varmış. Orta boya va açık renge, göbeğine kadar inen sakallara sahipmiş. Tüm bedeni ve organlarında ölene kadar hiç bir hastalık oluşmamış. Gözleri ve dişleri de yaşadığı müddetçe problem yaratmamış. Yerden göğe güçleri doruğa çıkmış. İndiktionanın onbirinci senesinin Ocak ayının yirmibirinci gününde,  güneşin dünya çevresinde dönmeye başladığı andan 5.965uncu yılında gözlerini kapamış (dünyanın oluşundan itibaren). Allah’ın buyrusu İsa’nın doğumundan döryüz altmış beşinci yıldı (465) ve zamanlardan yüce baba İppolito’nun eski İncil’i yazdığı zamandı.

            Yaşadığı bedensel hayatının zamanı şuydu: Tanrı’dan ilhamla dünyaya geldi. Theodosio’nun krallığı zamanında ve üç yaşına geldiğinde merhum annesi tarafından Allah’a adandı. Kilisenin tüm basamaklarını çıkıp, onun temsilcisi oldu ve yirmi sekiz yaşında kutsal şehir Kudüs’e geldi. Issız çölde altmış sekiz sene kaldı (68) ve kral Leon’un konsüllük süresinin beşinci ve krallığının on altıncı yılında doksan yedi yaşında (97) vefat etti.

            Vefatı yaşadığı bölgeye çok çabuk yayıldı. Halktan ve münzevilerden çok kişi toplandı. Cenazesi için Lavraya Aziz piskopos Anastasios bile yanında bulunan rahiplerle ve askelerle beraber geldi. Ayrıca yanında Xrisippos, Gabrilios ve diyakoz Fidos da geldi. Oradan göçen insanlar ve hatta Gerasimos da orada bulundu. Orada bulunan herkes cenazesinde, Azizin naaşında, Allah tarafından yaratılan mucizeleri farketti ve buna Başpiskopos da tanık oldu.

            Dokuzuncu saate kadar onu defnedemediler. O zaman Başpiskoposun talimatı ile askerler insanları uzaklaştırıp Aziz’in naaşını tabuta yerleştirip yaptıkları kabire gömdüler. Martirios ve İlias ruhsal babalarından yetim kaldıkları için ağlıyorlardı. Başpiskopos haç koruyucusu Xrisippo’yu onları avutması için yanlarına gönderdi ve onu sık ziyaret etmelerini istedi. Lavraya kabrin tamamlanması, Aziz’in naaşının getirilmesi için diyakoz Fido’yu bıraktı. Kendisi kutsal şehre geri döndü ve oradan kabrin tamamlanmasına yardımcı olacak gerekli ustaları gönderdi.

DOMETİANOS’UN VEFATI

            Azizin Efthimios’un gerçek ve inançlı öğrencisi yüce Dometianos, münzevi hayatı yaşamış, ıssız çölde elli yıldan fazla kalıp Aziz’in yardımcısı olmuş, Aziz’in ruhsal ve inançsal yarışlarında onunla beraber yarışmış, göğe de onunla beraber çıkma şerefine erişmişti. Allah’a şükredip insanlar arasında İsa’nın işçisi olmuştu. Aziz’in vefatından sonra naaşının yanından bir dakika bile ayrılmadı. Yanında altı günü doldurana kadar kaldı. Yedinci gece önünde Aziz Efthimios’un hülyası belirdi, gülücüklerle ve huzurla dolu çehresi ile ona şöyle dedi: «Senin için hazırlanan nimetlere gel. Çünkü İsa bana senin yanımda olmanı armağan etti».

            Bunları duyan Dometianos kiliseye gitti. Oradaki babalara gördüğü hülyayı anlattı ve mutlu bir şekilde uykuya daldı.

NAAŞININ YER DEĞİŞTİRİLMESİ

            Diyakoz Fidos sarf ettiği birçok çaba sonucu Aziz’in mezarlığını tamamladı. Mezarlığı Azizin münzevi yaşamını yaşadığı mağara içine, eski mağarayı yıktıktan sonra yaptı. İnşaası üç ay boyunca sürdü. Odalı büyük ve güzel bir eve benzetti mezarlığını. Bu arada kabrini de hazırladı ve onu güzel bir anıta benzetti. Oraya Aziz’in bedenini koydu. Yanına diğer papazlar ve kilise temsilcileri münzeviler için kabirler hazırladı.

            Başpiskopos önce mezarlığa konulacak mermerleri ve daha sonra gümüşten yapılmış beyaz bir koni ve demirleri gönderdi. Kendi elleri ile ve kimsenin açamayacağı ve birşey alamayacağı bir şekilde Aziz’in naaşını kabre koydu. Üzerine mermeri yerleştirdi ve göğüs kısmına gelen yerin üstüne de koniyi yerleştirdi. Bu koni o zamandan bu güne kadar, ona inanıp gelen insanlara hayır fışkırıyor.

            Azizin naaşının yer değiştirilmesi ve asıl yerine Başpiskopos tarafından götürülmesi yedi Mayısta oldu. Başpiskopos ayini tamamladıktan sonra yanına Martirios’u ve İlias’ı da alarak kutsal şehre geldi ve orada bu ikisini Anastasi Kilisesi’nin papazı olarak atadı.

LAVRANIN MANASTIR OLMASI   

            Şimdi sizlere Lavranın nasıl Manastıra dönüştüğünü anlatmama geldi.

            Azizin vefatı bir yılı doldurduğunda Kral Leonda vefat etti ve tahtına anaokulu çağındaki torunu Leonta’yı bıraktı. Torunu birkaç ay yaşadıktan sonra öldü ve yerine babası Zinon geçti. O zaman Vasiliskos[5] ayaklandı ve Zino’nun krallığını eline geçirip İsavriya’ya kaçtı.

            Vasiliskos o zaman Halkidono Sinod’una genelge gönderdi. Aziz Efthimios’un vefatından altı yıl sonra Temmuz ayı başında başpiskopos Anastasios da vefat etti. Zinon Vasilisko’yu öldürüp yeniden tahta geçti. O zaman adından çok bahsettiğimiz Martirios, Başpiskopos Anastasio’nun yerine geçti.

            Başpiskopos olduğunda tüm medeni cesaretini toplayıp, Aposhistler’in[6] eğitildikleri erdemleri ile Kutsal şehri altına üstüne getirip karıştırmaları hakkında Kral Zino’ya, Akakios’a ve İstanbul Patriğine bir yazı gönderdi. Çünkü onlardan kalanları Kutsal şehirde başlarında Gerontios’la birlikte, Theodosio’nun yaptığı şeylere cesaret ediyorlardı. Vasilisko’nun gönderdiği genelgeye dayanıp,  Kral tahtına geçmeyi ve Ortodoksları inançlarından şaşırtmaya çalışıyorlardı. Yazdığı uyarı mektuplarını diyakoz Fido ile İstanbul Patriğine gönderdi. Fido yanındaki başpiskoposun mektupları ile İoppi’de indi ve Kouriko’dan geçecek bir gemiye bindi. Açık denizde yaptığı yolculuğu sırasında bir gece gemi dalgalara tutulup battı. Fido’yu kurtarmak isteyen yüce Allah ona tutunması için bir tahta gönderdi ve o da ona tutundu. Yaşam çabası verdiği anda çok büyük bir telaşa kapıldı ve o an Allah’ını ve Aziz Efthimios’u hatırlayıp şu duaları etmeye başladı: «Güçlerin en büyüğüne sahip, en zor şeyleri en kolaya dönüştüren yüce Allah’ım, lütfen, Aziz Efthimios’un da yaptığı dualar ile sen beni bu çok kötü ve zor durumdan kurtar». Ve devam etti: « Yüce babacım Eftimios, şu an sana muhtaç olduğum bir an. Bana yardım et ve beni bu durumdan kurtar».

            Fidos’un bu sözleri söylediği an denizin üzerinde yürüyeren Aziz Efthimios belirdi. Fidos korktu. Ama Aziz ona şöyle seslendi: Korkma, benim, Allah’ın kölesi Efthimios. Bilmeni isterim ki aldığın yol Allah’ın tasvip etmediği bir yol. İstanbul’a gitmenin Kiliseye hiç bir yardımı olmayacak. Bunun için de Başpiskoposa geri dön ve Allah’ın kölesi Efthimios’un şu sözlerini ona aktar: Aposhistler için üzülme ve onları yola getirmek için uğraşma. Çünkü senin Başpiskoposluğun süresince, bu günlerde, Allah tarafından onlar, kutsal kiliseyle bir öncü sayesinde birleşecekler. Sen Lavraya git, benim mezarlığımı yaptığın yere manastır inşa et. Münzevi hücrelerinin hepsini yık. Çünkü Allah orada Lavranın kalmasını istiyor, fakat şeklini Lavranın yerine manastır olarak istiyor.

            Bunları duyan Fidos, Aziz’e dediklerini yerine getireceğine söz verdi. Yalnızca Aziz’i gerçekten görüp görmediğinden emin değildi. Bir hülya gördüğünü sanıyordu. O zaman Aziz, Fido’nun üstünü pelerini ile örttü ve ona barış işareti ile selam verip yanından ayrıldı. Fido sonra kendinden geçti ve Ambakoum gibi kaşla göz arasında kutsal şehrin kıyısına, kendi şehrinin kıyısına kimse fark etmeden vardı. Evine gitti ve üzerinden Allah vergisi pelerini çıkartıp kendi giysilerini giydi. O zaman pelerin gözden kayboldu. Birden kendine geldi ve şöyle dedi: «Şimdi Allah’ın gerçekten Aziz’i yanıma gönderdiğini ve beni acı bir ölümden kurtardığını anladım».

            Yaşadıklarını inançlı annesine anlattı. O da Azize verdiği sözleri hiç zaman kaybetmeden yerine getirmesini nasihat etti. Sonra Başpiskoposa gidip ona neler olup bittiğini en ince ayrıntısına kadar anlattı. O da duyduklarından çok etkilenip ve hayran kalıp şunları söyledi: Gerçekten Allah’ın sözüydü Aziz Efthimios. Bizlere, bunları vefatından önce de anlatmıştı. O yüzden git hemen manastırın inşasına başla beni de yardımcın olarak gör.

            Fidos yanına bir mühendis, bir sürü usta, birçok malzeme ve bol miktarda para alarak, Lavraya gitti ve manastırın inşasına başladı. Her tarafı büyük duvarlarla çevreleyip sağlamlaştırdı. Eski kiliseyi münzevilerin yemek yiyebilmesi için kutsal masa yaptı, yukarı tarafına yenisini yaptı. Manastırın içine bir de uzun bir kule yaptı. Aziz’in mezarının manastırın içinde bulunmasını sağladı.

            Şimdi de sizlere bu manastırın bulunduğu güzel yeri, yalnız bir yaşama olan müsaitliğini, içinin havadarlığını ve aynı zamanda güçlü rüzgârlardan nasıl korunduğunu anlatayım.

            Mükemmel bir tepede bulunuyor. Doğusundan ve batısından gelen iki güzel vadi güneyinde buluşuyor. Kuzey kısmında üç kısımdan oluşan hoş bir yayla bulunuyor. Kuzeyinden dağın diplerine kadar varan bir kaynak geçiyor ve tam orada kurtarıcı İsa’nın göğe yükseldiği kilise bulunuyor. Kulenin bu yöne bakması haricinde dış kapı da bu yöne bakıyordu. Burada rüzgârların esmesine rağmen muhteşem bir sakinlik hâkim. Buradaki ısı soğuk yerler arasından en sıcağı, güneşten cayır cayır kavrulan yerler arasından da en serini. Burası kurak yerlerin en sulusu, ve en sulu yerlerin en kurağı.

MANASTIRIN AÇILIŞI

            Manastırın inşaası üç yıl içinde bitti. Bu inşaat birçok insanın çalışıp çaba sarfetmeleri sayesinde oldu.  İnşaanın bitmesinin haricinde içerisindeki dekoru da bitti. Bitmesinden sonra yüce babalar kilisenin ve manastırın açılışını yapmak istediler. Açılış gününü de Aziz’in Naaşının mezarlığa taşındığı gün olarak uygun gördüler. Bir tek suları olmadığı için üzülüyorlardı. Bu da yağmurun o sene çok az yağıp kuyularının dolmamasından kaynaklanıyordu. Artık aylardan Mayıs ayının olması, kış yağmayan yağmurun Mayıs ayından sonra hiç yağmayacağını biliyorlardı. Başpapaz İlia’nın ve diyakoz Fido’nun yanında bulunan bir çok münzevi bu olaya üzülüp abbas Logina’ya ve Martirio Manastırı’nın papazı abbas Pavlo’ya hayvanları ile birlikte kendi hayvanlarını da  Faro kaynaklarına  gönderme haberini verdiler ve hayvanların o kaynaklardan manastıra su taşımalarını istediler. O gece hazırlanıp, sabah çanların çalması ile birlikte kaynağa gitmek için yola hazırlandılar.

            Fakat o gece merhum İlia’ya, Aziz Efthimios belirip ona şöyle dedi: Ne yapıyorlar şimdi hayvanlar? O da cevap verdi: Suyumuz olmadığı için Faro kaynağından su getirmeye gidiyorlar. Aziz o zaman İlias’ı azarlayıp şöyle dedi: Niçin bunun için üzerinize hâkim olan inançsızlıktan ve tembellikten oturup da Allah’a dua etmediniz? Tüm güçlere sahip yüce Allah’ın sizlere su veremeyeceğini mi düşündünüz? Yüce Allah değil miydi mırıldanıp sızlanan güçsüz İsrailliler’in kuru taşını sıkıp da çölleri sulayan? Açtığı kuyudan sıktığı taştan[7] çıkardığı suyu susamış Sampson’a veren, ihtiyacı olan sizlere vermez mi? Eğer inanaçla isterseniz verecek gerçek söylüyorum. Hayvanlarınızı su getirmeleri için göndermeyin tüm kalbinizle Allah’ın yardımını isteyin O da size verecektir. Bugün üçüncü saatten önce (öğlenden sonra 9) iki büyük çukurunuz suyla dolacak.

            Başpapaz kalkıp gördüğü hülyayı Fido’ya ve yanındakilere anlattı. Hayvanları yerlerine gönderdi. Gün batarken büyük bir bulut göklerde belirip manastır etrafına şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. Üçüncü saat gelmeden iki büyük çukarları doldu. Çukurlar dolduğu an yağmur dindi.

            Bu mucize hemen Başpiskopos Martirios’a bildirildi. Hemen manastıra geldi ve açılışını yaptı. Büyük bir aydınlatma içersinde yapılan ayinden sonra, Kutsal Sunağa Aziz Şahitler Tarahu, Probu ve Andronikou’nun naaşları yerleştirildi. Açılış Aziz Efthimios’un vefatinin on ikinci yılının Mayıs ayında ve yedisinde oldu. Bundan kısa zaman sonra Diyakoz Fido Doro’nun piskoposu oldu.

APOSHİSTLER’İN BİRLEŞİMİ

            Şimdi de sıra sizlere Kudüs’te yaşayan Aposhistler’in Ortodoks Kilisesi ile birleşimlerini anlatmaya geldi. Böylece Aziz Efthimios’un Fido’ya gemisi battığı ve can çekiştiği sırada söylediği sözlerin nasıl çıktığını da göreceksiniz.

            Başpiskopos Martirios Azizi’n Fido’ya söylediklerine, Aposhistler’in Ortodoks Kilisesi ile birleşeceklerinin sözünü vermesine çok inandı. Bu yüzden de bu konu hakkındaki tüm endişelerini geriye bıraktı.  Kısa bir süre sonra Beytüllahm (Beytlehem) mağarasına bir kilise yapmış olan abbas Markianos, Allah’ın da teşviği ile bütün Aposhistesler’i biraraya topladı. Onlara şunları dedi: Yüce babalar, ne zamana kadar Allah’ın gerçek isteklerini bilmeden,  kavgalarımızla kilisenin bütünlüğü bozmaya çalışacağız? Önce kendimizi denetleyelim ve gerçek yolda yürüdüğümüzü sanarak sahtekâr bir yolda yürümediğimizden emin olalım. Çünkü gerçek olarak düşündüğümüz şeyler bizlerin asıl gerçekleri algılayamamamıza sebep olabilirler. Kendimizi, inanç içerisinde olup olmadığımızı deneyelim. Havariler’in de yapmış olduğu yöntemi uygulayarak kura çekelim. Bir tarafa piskoposları koyalım bir tarafa da müzevileri. Eğer kura münzevilere çıkarsa o zaman olduğumuz gibi kalalım. Eğer piskoposların tarafına çıkarsa o zaman kendimizi kilise ile bütünleştirelim.

            Bütün bu konuşanların ardından kura çekmeye karar verdiler. Kura piskoposların tarafına çıktı. O zaman hepsi birden kutsal şehre gelip kendilerini Ortodoks Kilisesi’nin eline bıraktılar. Başpiskopos hepsini kabul etti. Bu olayı tüm münzevilerle birlikte kutlamak için Anastasi Kilisesi’nin ışıklandırılmasını emretti. Hepsi çok sevindiler. Bu bütünleşmenin sevinçleri meydanlara ve yollara da yansıyordu. Tüm Apostihstler Ortodoks Kilisesi ile bütünleşmişlerdi. Bunlardan sadece iki kişi bütünleşmeye katılmayıp kendi sahtekârlıkları arasında yaşamayı tercih ettiler. Bunlar biri kırk yıldır Melani Manastırı’nı yöneten Gerasimos ve diğeri ise Thekoa Manastırı’nı kuran Romanos’du. Manastırlarından kovuldular ve ölene dek orada burada yaşayıp, kilise ile tüm iletişimlerini kestiler. Bütün bunlar Kral Zinona zamanında yaşandı.

            Kral Anastasio zamanında, Aziz Efthimios tarafından Araplar için yapılan ibadet hücreleri barbarlar tarafından yağma edildi. Fakat Arap öncüleri abbas Martirio’nun Manastırı yakınlarına kendi hücrelerini ve kiliselerini inşa ettiler. Yalnız Barbarlar geri geldiler ve bu sefer kimilerini öldürdüler kimilerini ise savaş esirleri olarak aldılar. Kurtulanlar da dağıldılar ve ayrı ayrı köylere yerleştiler. Barbarların bu yaptıkları tüm bölgeye yayılıp orada yaşayanları telaşa soktular.

AZİZ’İN MİRASÇILARI

            Aziz Efthimios Bahtiyar İlias’ı ruhların yönlendiricisi, mirasçısı olarak kendi yerine bıraktı. İnançsal olarak büyük bir başarıya ulaştıktan sonra Allah huzuruna çıktı, vefat etti. Arkasından manastırı üç yıllık bir süre için Apamialı Simionios yönetti. O da vefat ettikten sonra yerine Arap kökenli Stefanos geçti. Onun, Kesarion kilisesini temsil eden, Prokopio adında, öz bir erkek kardeşi vardı. Kardeşi vefat ettiği zaman, Stefanos, babalarından gelme tüm mirası, tek sahipçisi olarak, yönettiği manastıra bağışladı. Onun yönetimi zamanında, Antakya’dan kutsal şehre Kessarios adında politik makamlara erişmiş biri geldi. Şehirde bayağı bir zaman yaşadıktan sonra, büyük bir bedensel rahatsızlığa yakalandı ve bu rahatsızlığından çok çekiyordu. Onu iyileşmesi için manastıra getirdiler ve Aziz’in kabrinden aldıkları yağ ile tüm bedenini ovdular. Hemen iyileşti ve bütün hastalıklarını yendi. Aziz’in bu hayrını aldıktan sonra, manastıra yüklü bir bağışta bulundu ve bu bağışı her yıl tekrarlayacağına söz verdi. Antakya’ya giderken Tripoli’den geçti ve piskopos Stefano’nun yanına uğradı. Ona Aziz Efthimios’un ona yaptığı bu büyük hayırdan ve onun yüceliğinden bahsetti. Piskoposun en küçük yeğenlerinden Leondios bütün bunları duyunca heveslendi, yüreklendi ve manastıra gelip münzevi oldu. Münzevi yaşamında başarı gösterdiği ve ilerlediği için, piskopos Stefanos onu Lentio Manastırına papaz olarak atadı ve vefatından sonra piskoposluğuna, kendi yerine mirasçısı olarak gene yeğeni Leondiosu bıraktı.

            Nilos adında bir münzevi Kessarios’un manastıra söz verdiği bağışı her yıl almaya gidiyordu. Gene bir gün giderken Tripoli’den geçti. Orada piskopos Leondios’un misafiri olarak karşılandı ve daha sonra piskopos tarafından Orthosiados’a piskopos olarak atandı.

            Yüce babamız Stefanos, Aziz Efthimios’un manastırını büyüttü ve onu çok güçlendirdi. Manastıra kendi babasından kalma mirastan altı yüz altın bıraktı. Yirmi bir yıllık başkeşişlikten sonra, Ocak ayının yirmi ikisinde Allah huzurunda gözlerini kapadı.

PARALARIN ÇALINIŞI

            Stefano’dan sonra başkeşişliği, manastırı en gelişmiş döneminde, Apamialı Thomas devralmasına rağmen kendi döneminde geri götürdü, manastırı ilerletemedi.

            Thomas’ın döneminde Kessarios manastırı ziyarete geldi. Başkeşiş onu ağırladı. Başkeşiş ona kutsal masa etrafında bulundukları bir anda, manastırlarında Yüce İsa’nın Kutsal Haç’ından kalma birkaç kutsal tahtanın bulunduğunu söyledi. Bu kutsal tahtaları zamanında manastıra haç koruyucuları Kosmas ve Hrisippos bağışlamışlardı. Bunlardan birkaçını saygıdeğer taşlarla birlikte rahmetli Stefanos’un yaptığı altın haçın içerisine koyduğunu anlattı. O zaman Kessarios şöyle dedi: Allah için, gidip şu kutsal parçalara ibadet edelim ve sonra bizlere de birkaç parça nasip et. Başkeşiş isteklerini yerine getireceğine söz verip onları öğle saati diyakozluğa götürdü.  Orada kutsal yadigârların bulunduğu dolabı açtı ve Kessarios yardımcıları ile birlikte ibadetlerini yerine getirdikten sonra Kutsal Haç tahtasından bir kaç parçada onlara verdi. Daha sonra diyakozluğun iç tarafındaki bir müntezi hücresine öğle yemeklerini yemek için girdiler.

            Galatia’dan gelme Theodotos adında masa hizmetçiliği görevini üstlenen bir münzevi onlara hizmet ediyordu. Hizmet sırasında diyakozluğa girip çıkarken, burada bulunan dolapların açık kaldığını ve bu dolapların birinde altı yüz paranın saklandığı üç ayrı kodrioyu (paraların saklı tutulduğu kutuları) gördü. Paraları çaldığı gibi üzerinde sakladı ve hizmetine devam etti. Başkeşiş misafirlerini gitmeleri için bıraktı ve diyakozluktaki dolapları yüksek sesle kapadı fakat nelerin olup bittiğini anlamadı. Daha sonra Kessario ve yardımcılarına iyi dileklerini sundu, onları yolcu etti ve onlar da gittiler.  

            Ertesi sabah Theodotos kalktı ve sinirli bir insan rolüne büründü. Başkeşişe manastırda kimsenin kurtulmasının mümkün olmadığını ve yaptıkları birçok işten dolayı dikkatlerinin dağıldını söylüyor ve tüm bunlar için de onu suçluyordu. Bu şekilde konuşmaya devam ederek yanına altınları da alarak manastırdan ayrıldı. Kutsal şehre giderken abbas Martirio Manastırı’nın karşısında durdu. Bir tane kodrio içerisinde elli altını yanına almak için çıkardı, diğerlerinide büyük bir taşın altına gömdü ve o taşı hatırlamak için işaret koydu. Daha sonra Kudüs’e girdi. Ioppi’ye gidebilmek için at kiraladı, gerekli kira parasını verdi ve geri kalan altınlarını almak için onları sakladığı yere gitti. Altınlarını sakladığı taşa yaklaştı fakat korku içerisinde taşın altından büyük bir yılanın çıktığını ve ona saldırdığını gördü. O gün hiçbir şey yapamadı. Ertesi gün gene altınlarını almaya geldi fakat gene aynı yılan onu kovalamaya başlayınca yine bir şey yapamadı. Üçüncü gün gene altınlarını almaya geldiği, an ona havadan, bedensiz bir güç, sanki birinin sopa ile vurması gibi, vurdu ve onu yarı ölü yere yatırdı. Oradan geçen birkaç Lazario yandaşı onu yarı ölü bir vaziyette görünce hemen kaldırıp şehre, hastaneye götürdüler. Günlerin geçmesine rağmen acıları dinmeyip daha da çoğalıyordu. Bir gece uykusunda ermiş ve nur yüzlü bir insan belirdi fakat bu insan ona öfkeyle şöyle dedi: Bu hasta yatağından kalkman,  altınları Aziz Efthimios’un manastırına geri vermezsen mümkün değil. Hemen haber salıp manastırın hancısını çağırttı ve ona paraları nasıl çaldığını anlattı.

            Olanları öğrenen Başkeşiş Thomas ve yardımcısı Leondios hemen kutsal şehre geldiler, Theodotos’un ağzından olanları ve artık oraya kimsenin bu yılandan dolayı yaklaşamadığını dinlediler. Abbas Leondios ona şöyle dedi: Gel beraber oraya gidelim ve bize uzaktan bu taşı göster, biz bu yılandan korkmuyoruz. Onu bir hayvana bindirdiler ve altınların saklı olduğu yere getirdiler. Theodotos’un gösterdiği taşı kaldılar, altında altınları hiç dokunulmamış bir biçimde buldular ve herhangi bir yılana rastlamadılar. Theodotos’a hiç bir ceza vermeden serbest bıraktılar ve hatta harcadığı altınların hesabını bile sormadılar.

            Başkeşiş Thomas Aziz Efthimios’un manastırını sekiz yıl yönetti ve Aziz’in vefatının yetmişinci yılında, indiktionosun beşinci yılının Mart ayında ve ayın yirmi beşinde öldü. Yerine benim gibi günahkâr bir kulu da kabul eden Leontios geçti. 

 YAZAR MANASTIRA GELİYOR

            Yüce babaların Allah taşıyıcısı Efthimios’un hakkında bana anlattıklarını gelecek nesilin çocuklarından saklamak istemedim. Ne duyduysam gelecek nesile verilmesi için not ettim. Yalnız Aziz’in benim zamanımda gözlerimle gördüğüm,  naaşıyla yaptığı mucizeleri de yazmadan geçemiyorum. Aramızda bulunan bazı insanlar bu mucizeleri yaşadılar ve bu mucizeleri yaşadıkları olaylarla hissettiler. Naaşıyla yaptığı mucizeler bugün bile birçok insan tarafından görülebiliyor ve hepimizi hayran bırakıp ona aşina olmamızı sağlıyor. Şu ana kadar anlattıklarımıza inanmayan kişiler bu mucizeler sayesinde inanıyorlar. Hangi olayla ve ne zaman bu manastıra gittiğimi Allah’ın da izniyle şimdi sizlere anlatacağım.

            Bugünkü Kralın, kralığının on altıncı yılında, kilise din adamları arasına seçildim ve tüm dünyaya sırtımı çevirdim. O zaman bu hayırsever manastıra, bu din adamlarının arasına, senin manevi çocuklarına gösterdiğin tüm sevgin ve ilgin ile, senin mübarekliğinin sayesinde, senin ellerinle takdir edildim benim mükemmel manevi babacım Georgie. Daha sonra gene senin arzu ve temennilerinle Kasım ayında Kudüs’e yani Yeruşalim’e geldim. Kudüs’e gelmeme neden olan bir vesile de Meryem Ana’nın anısına yapılmış olan kilisenin açılışıydı. Skithopoli başkilisesinden gitme saatim yaklaştığında, İsa inançlı annemden, kendi ruhumu tatmin etmek için mükemmel bir münzevi olan başpiskopos İoannis’in onaylamadığı, istemediği hiçbir şeyi yapmama talimatı aldım. Kendisi Allah’a olan erdemleri ile parlayan bir yıldız gibiydi ve bahtiyar Savva’nın Lavrasında kalıyordu. Bu talimatı bana, doğru inancı gözlerimle görmeden, Origenistler’in yalanlarıyla aldatılmamam için verdi.

            Kutsal şehre vardığımda aziz yerlerde, hayat veren kutsal hacın tahtasında ibadet getirdim ve mükemmel bu insanı tanıdım. O da bana şunu söyledi: Eğer kurtulmayı istiyorsan Aziz Efthimios’un manastırına gidip kal. O zaman bende Ürdün Çölü’ne indim ve o yüce babaların yanında uzun bir zaman kaldım. Temmuz ayında Manastıra vardım ve manastırın başkeşişi Leondios tarafından bu kutsal yerde kalmaya kabul edildim.

MÜNTEZİ PAVLOS’UN TEDAVİSİ

            O günlerde abbas Martirios’un manastırından günahkâr ruhundan çeken bir münzevi getirdiler. Adı Pavlos olan bu münzevi Kilikias’ın ilk kasabası olan Tomesso’da doğup büyümüş. Onu Aziz Efthimios’un naaşının bulunduğu yere götürdüler. Bir iki gün sonra, bir gece, Aziz önünde belirip günahlarını uzaklaştırıyor. O zaman Pavlos gece ayini yapılırken kiliseye çıkıp, yaşadıklarını anlattıktan sonra, herkesin önünde Allah’a verdiği mucizeden ötürü şükretmeye başlıyor.

            Yaşadığı manastırdan iyileştiğini öğrenmelerinin ardından, Pavlo’yu almaya geldiler. Fakat Pavlos gitmek istemeyip, onu tedavi eden Aziz’in manastırında kalıp bizlerle birlikte büyük bir istekle manastırın işlerine yardım etmeği yeğledi.

            Hepimizin çölde manouthya (bir bitki türü) topladığı bir an Pavlo’ya nasıl böyle bir hastalığa yakalandığını ve nasıl tedavi olduğunu sorduk. Bize olan sevgisinden ve yakınlığından dolayı hiç çekinmeden yaşadıklarını anlatmaya başladı:

            Bulunduğum manastırda bana bir hizmet işini verdiler. Kutsal sunağın anahtarlarını aldım, üzerimdeki tüm Allah korkusunu bir tarafa bıraktım, manastırlara, hayır kurumlarına ve kiliselere yapılan hayırların aslında yüce Allah’a ait olduğunu unutarak manastıra bağışlanan bazı şeyleri çaldım.  İşimi bitirdikten sonra Kutsal sunağın anahtarlarını geri verdim ve bazı münzevi arkadaşlarımın teşvikleri ile yemekte fazlaca şarap içtim. Doyduktan ve içtikten sonra uyumaya gittim. Aniden beynimi günahkâr düşünceler sardı. Bu günahkâr düşünceler onları içime aldığımı görünce daha da çok beynimi sarıp yanımda bir kadınla yattığım fantezisine kapılmamı sağladılar. Bu düşüncelerin beni bu kadar sarması sonucu, üzerime şeytan enerjisinin kara bir bulut gibi geldiğini farkettim. Bundan dolayı da beynim gittikçe daha da karardı ve şeytan tarafından eziyet ve işkence çektirilmeye başladım.

            Yanımdaki münzevi arkadaşlar içime işleyen şeytanın günden güne küstahlaştığını gördüklerinde beni bu manastıra getirdiler. Beni Aziz’in mezarının yanına yerleştirdiler ve ben orada kendime gelmeye başladım. Kendime gelmeye başladıkça yaşlı gözlerimle Aziz’den, içime giren şeytan enerjilerini yok etmesini ve beni şeytanın hakimiyetinden özgür bırakmasını dinliyordum. Benim tövbe ettiğimi, Allah’a şükrettiğimi gördüğünüz gecenin beşinci saatlerinde ben yine inleyerek ağlıyordum. Birden kendimden geçtiğimi algıladım ve Allah’ın nimetlerinin bol bulunduğu bir yerde olduğumu farkettim. Başımın üzerinde grafiğinde belirttiği siyah bir yün başlık vardı[8] ve bu yün başlığın üzerinde başımı ağrıtan müthiş dikenler bulunuyordu. Ağzımdan şu laflar çıktı. Aziz Babacım Efthimie, acı bana ve gelen bu korkunç kamçık tarafından çekeceğim işkencelerden serbest kalmamı sağla. O zaman Aziz parlayan bir ışıkla önümde belirdi. Beyaz saçlara, uzamış sakallara, yuvarlak bir nur yüze ve parlak gözlere sahipti. Üzerinde siyah uzun bir pelerin, elinde de bir tane değnek bulunuyordu, bana şöyle dedi: «Niçin beni rahatsız ediyorsun? Ne istiyorsun benden? » . Ben korkuyla bana acımasını söylediğimde bana sert bir şekilde cevap verdi: Allah’tan hiç bir şeyin saklı kalmayacağını anladın mı? Başına gelenlerden İsa’nın hizmetlerini küçümsemenin, Manastır içerisinde dikkatsizce davranmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu anladın mı? Manastır içerisindeki şeylerin Allah huzuruna takdim edilen ilk meyveler kadar kutsal olduğunu anladın mı? Manastıra hayır yapanlar yüce Allah tarafından ödüllendirilirler ve manastıra zarar verenler de O’nun tarafından cezalandırılırlar. Örnek olarak Ananias ve eşi servetlerinin bir kısmını Havariler’e verdik diye yalan söyleyerek saklamışlar ve bu yüzden hırsızlar gibi sert cezalandırılıp ölüm fermenlarını hazırlamışlardır. Ve bu örneğe göre Allah’a hayır edilen nimetleri kendisine saklayan kimin özürü kabul edilebilir? Eğer bana manastıra ait olan hiçbir şeye el sürmeyeceğine, manastıra haksızlık etmeyeceğine ve kendini günahkâr düşüncelerden uzak tutacağına söz verirsen yüce Allah da seni bu sefere mahsus affedecektir. Çünkü Allah yardımseverdir, insanseverdir, hiç bir günahkârın ölmesini istemez ve kendine bu günahkârın geri dönmesini, onun yanında asırlık yaşamı bulmasını ister. Bu kötü olay sana, Allah’a emanet edilir gibi emanet edilen diyakozluğa ve içinde bulunan kutsal eşyalara iyi göz kulak olmaman, tamahkârlığının yüzünden, sana emanet edilen şeylerden çalman sonucu ortaya çıkmıştır. Kibirliliğinden ve çalıp satmayı sevmenden ötürü Allah’a ait olan şeyleri etrafa saçıp savurdun. Şevkete olan düşkünlüğünden ruhunu günahkâr düşüncelerle bozdun. Allah seni bu yüzden hayrından merhum etti ve sen bundan dolayı bu şeytani fırtınaya yakalanıp, bu korkunç enkaza düştün.

            Aziz bana bunları söyledi. Ben de bunların üzerine bir daha manastıra ve Allah’ın evine hiç bir haksızlıkta bulunmayacağıma söz verdim. O zaman Aziz şeytana karşı öfkelendi. Başımdaki siyah şapkayı tuttu ve şeytanı büyük bir şiddetle üzerimden çekmek için başımdan bu şapkayı çekti. Bu şapka Azizin elinde gözlerinden ateş fışkıran küçük bir Habeş’e benziyordu. O an önümde çok derin bir çukur belirdi ve Aziz bu zenciyi o çukurun içine attı. Daha sonra bana döndü ve bana şöyle dedi: Artık iyileştin, bundan sonra günah işleme, bir daha böyle kötü bir olayla karşılaşmaman için kendine dikkat et.

            Ben o zaman kendime geldim ve Allah’a şükrettim. O andan sonra hiç bir günah yanıma yaklaşmadı.

            Bu olayı Pavlo’dan dinledikten sonra, yüce Allah’a şükrettik ve Aziz Efthimios’un bunca yaptığı mucizeye hayran kaldık.

ARAP’IN CEZASI ve TEDAVİSİ

            Aziz Efthimios’un Manastırına iki köşe uzaklıkta iki büyük çukur bulunuyordu. Bu çukurları geleneklerine göre Amoreliler açmıştı. Aziz Efthimios yaşarken bunların tadilatını yaptırmıştı ve birinin ağız kısmına münzevilere hizmet etsin diye kapı koydurtmuştu. Öbürünü bayağı bir müddet vaftiz olabilmeleri için Araplar’a sunmuştu. Bu günlerde sudan çok yoksunduk. Manastırın bu çukurunu garantiye aldık. Roma İmparatorluğu’na boyun eğen Araplar’ın başı Aretas ve Asuados birbirlerini çekemiyorlar ve aralarındaki savaş hiç bitmiyordu. Barbar yandaşları da çöllere yayılmışlar ve herkesin bildiği ahlakdışı davranışlarda bulunuyorlardı.

            Bir gün, bizim girişte oturduğumuz bir sırada iki kişi, yanlarında bulunan Thalava adında Aziz Efthimios’un vaftiz ettiği Hristiyan bir Arap ve şeytanın ruhunu sarmış bir barbarla bize doğru geldiler. Thalavos, bize, develerinin su ihtiyaçlarını manastırda bulunan kuyudan karşılamak için geldiklerini söyledi. Kuyu girişinin kapalı olduklarını gördüklerinde, yanlarındaki barbar daha da barbarlaşarak eline büyük bir taş aldı ve kapıya doğru attı. O an şeytan tarafından çarpıldı ve yerlerde oltayla tutulan balıklar gibi çırpınmaya başladı. Yerlerde çırpınan barbarı görünce neler olduğunu öğrendim ve onlara şöyle dedim: Onu kaldırın ve manastıra getirin ve şunu da iyi bilinki Aziz Efthimios kimsenin manastırına haksızlık etmesine izin vermez.

            Olayın nasıl olduğunu Thalaba’dan öğrenip, hastayı Aziz babamızın mezarının yakınlarına koyduk. Aynı gün, hastanın kendisi Azize dua etmesi ile, Aziz tarafından şeytanın enerjilerinden temizlendi. Ve birkaç gün sonra hasta kutsal vaftizi talep etti.

AZİZİN KERAMETLERİ

            Biraz önce de bahsettiğimiz Thalavos, Lazario dağında yaşıyordu. Erkek kardeşinin kötü ruhlardan rahatsız edilen bir kızı vardı. Bir gün bu kızı manastıra getirdi. Üç gün bu kızın yanında manastırda dua ederek kaldı. Her gün Azizin mezarlığından çıkan kutsal suyu kızın başına sürüyordu. Üçüncü gün kız çok şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldı ve bu kötü ruhtan tamamen temizlendi. Thalavos çok sevindi ve kızı da alıp yaşadığı yere geri döndü.

            Thalovos ile aynı yerde oturan Argov adında bir başka Arap’ın bir oğlu vardı. Bir gün oğlu, çölde kuzularını otlatıyordu. Orada şeytanın tesiri altına girdi. Yüksek sesle Aziz Efthimios’un ismini söylüyordu ve o zaman yüzü şeytan sayesinde çarpıldı. O zaman onu da manastıra getirdiler ve kerametleri yaratan Aziz babanın mezarı yanına koydular. Bir iki gün içinde şeytanın, çocuğun üzerindeki tesiri kayboldu ve ufaklığın yüzü yavaş yavaş eski haline geri geldi.

            Vitaboudossa köyünde yaşayan bir kadın, günün birinde kocasının evinde otururken, öğle saatlerinde şeytan tarafından çarpılıp, yedi ay boyunca sarılık hastalığına yakalanıyor. Kocası bu büyük felakete dayanamayıp, yine üzgün olduğu bir günde Aziz Efthimios’un, yaptığı kerametleri duyup karısını manastıra getirmeye karar veriyor. Kadınların manastıra girmesi yasak olduğundan dolayı, kadın üç gün üç gece manastırın girişinde kalıp, oruç tutup, devamlı dua ediyor. Gece saatleri, Azizin mezarından fışkıran kutsal sudan alıyor ve onun başında yanan hiç sönmeyen kandilin suyunu içiyor. Kendisini bu şekilde şeytandan temizlemeyi başarıyor. Üçüncü günününde Aziz Efthimios beliriyor ve kadına şöyle diyor: «Artık iyileştin!» Evine dön. Kadın o zamandan sonra her yıl manastıra gelip minnettarlığını ve teşekkürlerini Azize ve Allah’a takdim ediyor. Kadın çoğu zaman manastırın giriş kapısını öpüp, orada yaşayan babalara teşekkürlerini ve hediyelerini sunuyor.

            Manastırda, Galya şehrinden gelme Prokopios adında bir münzevi kardeşimiz yaşıyordu. Kendisininde bize anlatması ile içinde bayağı bir zaman temizlenmemiş bir ruh taşıdığını öğrendik. Bize bu ruhun onu devamlı korkuttuğunu söyledi. Manastıra kabul edilip geldiğinde, Azizin mezarına ibadet ettiğinde, ruhundaki şeytan tam olarak ortaya çıktı ve Prokopios’un tam olarak şeytan tesiri altında kaldığı anlaşıldı. Kendini yerden yere atıyor ve dili bağlandığı için bizlerle konuşamıyordu. Eğer kendini çok zorlarsa Galyaca konuşuyordu. Velhasıl onu da Aziz Efthimios iyileştirip, içindeki günahkâr ruhu temizleyip, bağlı dilini çözdü. Prokopios bu güne kadar manastırda yaşıyor ve manastırın içinde basireti, utangaçlığı, sabrı, tüm gücüyle kutsal haçı kaldırması ile ayırt ediliyor.

            Bir gün dış kapıda oturuyorduk ve maloaları[9] temizliyorduk ki uzaktan bir yabancının gürültüyle rüzgardan manastıra doğru yerlerde sürüklendiğini gördük. Bağırarak şu sözleri söylüyordu: Niye ben, Allah’ın kölesi Efthimie? Nereye çekiyorsun beni? Çıkmıyorum. Rüzgar onu böylece manastıra getirdi ve manastırın kapısına bıraktı. Biz de o zaman yerimizden kalktık ve hep beraber kapıcı Vavilia ile birlikte bin bir zorlukla adamı Azizin mezarlığına indirdik. Adam devamlı bağırıyor ve şöyle diyordu: Niçin beni düşmanımın yanına götürüyorsunuz? Niçin beni, benimle savaşanın yanına götürüyorsunuz? Beni bu kadar yakan insana niçin beni sürüklüyorsunuz? Gelmiyorum ben sizinle, kalmayacağım ben bunun yanında! Zorla  aşağı indirmeyi başardık.  Mezarın yanına yatırdık ve adam tüm gece sessiz kaldı. Sabah kalktı, yemek yedi, sakin bir şekilde hoşgörüyle etrafındakilerle sohbet etti. Her türlü şeytan enerjisinden kurtulmuştu. Ona niye buraya geldiğini ve bizlere niçin bağırdığını sorduğumuzda bize şöyle cevap verdi: Ne dediğinizi anlamıyorum, buraya nasıl geldiğimi bile bilmiyorum. Tüm bunları duyunca bu insanlara acıyan yüce Tanrı’ya şükrettik.

            Manastırda Ahtavios adında biz papaz yaşıyordu. Galyaya on iki kilometre uzaklıktaki Bitakaveo kasabasından gelmişti buraya. Manastırda kırkbeş yıl kaldı ve Allahın dediklerini yerine getiren bir işçi gibi onu utandırmadan yaşadı.

            Yukarıda bahsettiğimiz kasabada yaşayan, Romanos adında bir erkek kardeşi vardı. Kasaba içerisinden biri şeytan kıskaçlığıyla Romanos’a ait olan serveti almak istedi. İstediği şeyi yapamadığı için, içini büyük bir hırs kapladı ve Elefthouroupoli adlı şehirde yaşayan bir büyücüye gidip Romanos’u öldürme büyüsü yaptı. Büyücü istediği parayı aldıktan sonra şeytansal büyülerini yapmaya başladı. Romanos tarlasına işçileri ile birlikte gittiği bir gün, kendini iyi hissetmemeye başladı ve o an bayıldı. İşçiler hemen Romano’su eve getirdiler fakat onun hastalığı daha da kötüye gidip vücudunda ödemler oluşturuyordu. Birkaç gün sonra doktorlar Romanos’dan ümit olmadığını ve öleceğini söylediler. Etrafındaki akrabaları Romanos’u kaybedecekleri için ağlıyorlardı. Bir an için gözlerini açtı ve herkese yalnız kalmak istediğini, odadan çıkmalarını söyledi. Akrabaları dışarı çıkınca İsrail Kralı Ezekia gibi duvara dönüp dua etmeye başladı: Güçlerin Allah’ı, «Bana içinden hitap edersen kurtulursun» dediğin sözlerinle beni iyileştir, benim gibi değersiz birini böyle bir felaketten kurtar. Ve devam etti: Aziz babacım Efthimie, acı bana ve beni bu kötü hastalıktan kurtarması için Allah’a benim için dua et.

            Tüm bu duaları yaptıktan sonra bir an için kendinden geçti ve beyazlar içinde bulunan bir münzeviyi gördü. Müntezi ona şöyle dedi: Sana ne yapmamı istiyorsun? O da korkuyla cevap verdi: Siz kimsiniz Despotum? Aldığı cevap şuydu: Ben tüm inancınla şu an çağırdığın Efthimios’um. Korkma. Sadece bana nereden çektiğini göster. Romanos ihtihap toplamış karnını gösterdi. O zaman Aziz birbirine bağlamış ellerini sanki bir kılıç gibi havaya kaldırıp karnının içine soktu. Karnının içinden, üzerinde çizikler bulunan kalaydan yapılmış bir nal çıkardı ve Romanosun önüne koydu. Daha sonra ellerini karnının içinden çıkardı ve çıkardığı gibi açılan karın kapandı. Aziz ona dönüp şöyle dedi: Bu olay senin başına bayağı bir zamandır kiliseden uzak kaldığın ve kutsal ayinlerde bulunmadığın için geldi. Bu yüzden şeytan senin üzerinde hakimiyet sağladı. Sana karşıt biri Eleftheroupoli şehrine gidip, bir büyücü tuttu. Bu ikisi senin ruhunun kiliseden uzak olmasını fırsat bilip, üzerinde egemenlik kurmayı başardılar. Bak şimdi. Allah sana canını bu seferlik bağışladı. Artık dualarını esirgeme. Bunları söyledikten sonra gözden kayboldu.

            Romanos kendine geldikten sonra ayağa kalktı ve hastalığını sağlayan tüm iltihapı bastırarak dışarı çıkardı ve bu şekilde sağlığı yerine geldi. Daha sonra akrabalarını içeri çağırdı ve yaşadığı olayı tüm detayları ile birlikte anlattı. Bu büyük gelişmeyi gören akrabaları, Allah’a Azizlere verdiği bu yetenekler için şükrettiler.

            Daha sonra Romanos akrabaları ile manastıra geldi ve Yüce Babamız Aziz Efthimios’un mezarı başında ibadet getirdi. Kardeşi Ahthavios’a ve yanında bulunan bizlere yaşadıklarını anlattı. Azizin kerametlerini anlattıktan sonra evine döndü. Yaşadığı kasabada, her yıl olay gününü şenliklerle kutladı ve Aziz Efthimios’a ona bağışladığı canı için şükretti.

YEMİNİNİ BOZAN KİRİAKOS

            Faron Lavrasına on köşelik bir uzaklıkta Faran adında br köy vardı. Bana göre Lavra da o köyden almıştı adını. Bu köyde Kiriakos isimli biri yaşıyordu, koyunları vardı ve çölde koyunlarını otlatıyordu. Koyunları ile birlikte köyün içerisindeki yoksul bir komşusunun da on tane koyununu otlatmaya götürmüştü. Biraz zaman geçtikten sonra, köylü para sıkıntısına girmiş ve koyunlarını satmak istemişti. Kiriakos on koyun yerine ona, sekiz koyun verdi. Komşu koyunlarının on tane olduğunu söyledikçe Kiriakos sekiz diyerek direniyordu. Aralarında çıkan tartışmayı yatıştırmak için yanlarına bir iki kişi geldi. Bu anlaşmazlığın çözülmesi ve gerçeklerin ortaya çıkması için yemin etmelerini önerdiler. Kiriakos yemin etmeyi kabul etti ve komşu da bu yeminin Aziz Efthimios’un mezarlığında yapılmasını istedi. Gün koydular ve manastıra doğru yola çıktılar. Kudüs’ten Eriha’ya giden yola geldiklerinde, Manastır görüldüğünde ele verileceğini anlayan Kiriakos komşuya şöyle dedi: Gel kardeşim köyümüze geri dönelim. Buraya geldiğimizden beri kimin haklı olduğunu anladım. Komşu Nuh deyip peygamber demiyor, geri dönmeyi kabul etmiyordu. Manastıra vardıklarında acınacak Kiriakos, Azizin mezarı üzerinde yemini yapıp manastırdan hiçbir şey olmadan çıktı. Allah’ın unutacağını sandı. Gerçekte kendisi Allah’ı unuttu ve akılsızca «Allah’ın olmadığını düşündü». Bir gün geçtikten sonra, ikinci gece saat on ikide evinde yatıyordu. Uyumuyordu, çünkü ruhunu günahkâr düşünceler kaplamıştı. Birden evinin kapısının açıldığını ve içeri yaşlı bir münzevinin girdiğini gördü. Işıltısı tüm evi sarmıştı. Yanında beş tane genç münzevi vardı. Elinde bir değnek tutuyordu. Korkunç bir bakışla Kiriakos’a baktı ve sert bir sesle şöyle dedi. Söyle bakalım ümitsiz insan, Efthimio manastırına ne yapmaya gittin? Hiç bir mazeret bulamadığı için ağzını kapadı ve diğer genç müntezilere dönüp: Kaldırın şunu yukarı dedi. Onlarda Kiriakos’u hemen tutup kaldırdılar ve elleriyle bacaklarını gerdiler. Daha sonra Aziz değneğini beşinci münzeviye verip şöyle dedi: Vur bu adama ve vururken şöyle seslen: “Yalan yemin etme. Başkaların şeylerini alma. Tahammüllü Allah’ı küçümseme.”.  

            Yeterli derecede vurduktan ve işkence çektikten sonra, Aziz vuran gence dönüp şöyle dedi: Bu kadar yeterli. O zaman Kiriakos’u saçlarından tutup ona şunu sordu: İçinde hiçbir inanç olmayan sen şimdi Allah’ın olduğunu ve herkese hakettiğini verdiğini öğrendin mi? Dikkatini ver ki bu gece senin canını almak istiyoruz. Fakir komşundan eksik ettiğin şeyler kime ait? Allah’ın sabrı ve hatırlama gücü ile dalga geçtin ve onun örkesini define toplar gibi topladın. Senin yaşayacağın şeyler, başkalarına ait olan şeyleri alanlara, yalan yere yemin edenlere ve yalan söyleyenlere örnek olsun.

            Bunları söyledikten sonra evden ayrıldılar. Kiriakos çok korktu ve avazı çıktığı kadar bağırarak şöyle dedi: Allah adına bana yardım edin. Tüm komşular etrafına toplandılar. Neler olduğunu ağzından dinlediler. Vurulmaktan mosmor olan kaburgalarını gördüler ve çok korktular. O zaman bu zavallı kendisini, birinin manastıra götürmesini istedi. O bölgenin Azizine karşı çok günah işlediğini itiraf etti. Kiriakos’u bir yük hayvanın üzerine yüklediler ve iki çuval saman arasında manastıra götürdüler. Manastıra geldiğinde başından geçenleri bizlere de anlattı ve bizlere de yaralarını gösterdi. Manastırın babaları yaraları görünce korkuya kapıldılar ve daha sonra ellerinden geldikçe Azizin mezarında kimsenin yemin etmesine izin vermediler.

            Onlar manastırda bir gün kaldılar. Daha sonra mezarda uyuyamadıkları için döndüler. Kiriakos’un karnı çözülmüştü ve her tarafından kan akıyordu. Ölüme yakın olduğu besbelliydi. Ertesi gün öldü ve o bölgedeki herkese örnek oldu.

GÜMÜŞ KONİ (HONİ)

            O günlerde manastırı ziyarete bir yabancı geldi. Dostça karşılandı ve en iyi koşullarda misafir edildi. Bir gece mucizeler yaratan Azizin mezarına gidip, orada bulunan gümüş koniyi söktü. Aynı gece koniyi alıp manastırın atlarıyla oradan uzaklaştı. Aziz tarafından tedavi edilen Prokopios o gece diyakozluğun nöbetindeydi. Ertesi gün dış kapıyı açmaya çıktığında orada koninin hırsızının Manastıra mıhlanmış ve bir bakıma oraya asılmış olduğunu gördü. Bunun sebebini öğrenen Prokopios onu içeri getirdi. O da bize hırsızlığının ardından otuz millik bir yolu yürüdükten sonra nasıl işkence çektiğini ve manastırdan daha fazla uzaklaşamadığını bizlere anlattı. Biz de Aziz babamızın gücüne hayran kaldıktan sonra koniyi alıp yerine koyduk ve bu zavallıya ne ihtiyacı varsa verdik ve serbest bıraktık.

BU KİTAP NASIL YAZILDI

            Aziz babamızın azizliğine ait gözlerimle gördüğüm, yaşadığım ve duyduğum birçok şeyin arasından, yaptığı kerametlerinden, mezarının kutsallığından, bu kitabı okuyup Azizin kutsallığını öğrenen sizler için kısa bir derleme yaptım. Yaşamı süresince bu dünyadaki ışığının, kerametinin haricinde vefatı sonrasındaki yaptığı şeylerle de azizliğini bizlere gösterdi. Çünkü Aziz kerametlerini sadece yaşarken yanındakilere, ona gelenlere yapmakla kalmamış, vefatından sonra da Aziz Meleklerin arasında yaşadığını göstermişti. Büyük ve hayran kalınacak yeteneklerini vefatından çok zaman geçmesine rağmen bizlere günümüzde de sunuyor. Uzağımıza gitmedi. Daha da büyük yardımları ile bizlerin yanında bulunup her daim bizlere özen göstermekte.

            Ben de onun kerametlerinden ruhsal ve bedensel olarak nasibini almış değersiz bir kulu olarak, mezarının yaptığı hayırlara hayran kalarak şunları düşündüm. Acaba Aziz Efthimios yaşadığı hayatta neler yaptı da Allah tarafından bu kadar nasiblendirildi? Bu düşünceden yola çıkarak Aziz Efthimios’un bedensel yaşamını öğrenmek ve ruhsal başarılarını dinlemek beynime ve kalbime büyük bir istek olarak saplandı. Bu yüzden de çölde yaşayan en yaşlı babalara gidip, onların Aziz hakkında duyduklarını, adı çok duyulmuş Aziz Savva’nın modern takipçilerinin ve yandaşlarının Aziz Efthimios hakkında anlattıklarını dinlemeye büyük bir dikkatle odaklandım. Hepsinden ayrı ayrı şeyler öğrenip, her öğrendiğim şeyi not almaya, sadece Aziz Efthimios’un yaptıkları ve yaşadıkları şeylerle kalmayıp Aziz Savva’nın davranışlarını ve ruhsal başarılarını da öğrenmeye başladım.

            Biraz zaman geçtikten ve İstanbul’da Beşinci Evrensel Sinodunun toplandığı zaman Oriğenis’in ve Nestorio’nun fikirlerinin parçalandığı zaman, Yeni Lavrada yaşayan oriğenistçler kilise toplumundan dışlandılar ve bu yüzden de Lavradan kovuldular. O zaman bu yeni Lavraya, Aziz merhum Savva’nın Manastırında yaşayan ve çevre manastırlarda yaşayan Ortodoks babalar yerleştiler. O zaman ben de mükemmel babacım Ioannis’in tasvibi ve yardımı ile Yeni Lavraya kalmaya gittim. Yanımda Aziz Efthimios ve Aziz Savvas hakkında aldığım notlarda vardı. O zaman Senin yüceliğinin sayesinde gerekli olan başlıkları seçip ve gerekli olan cümleleri kurabildim.

            Yeni Lavrada sakin bir yaşam sürdürerek yaklaşık iki yıl kadar kaldım. Bu süreçte notlarımı çalışmaktan ve bu kağıtlarımla ilgilenmekten vazgeçmedim. Fakat kitabı yazmak için başını getiremiyordum. Çünkü ilk olarak yazı yazma yeteneğine sahip değildim. İkincisi ise dünya bilgelikleri için yeterli eğitimi almadım. Üçüncüsü ise İncil’i tanımıyordum ve İncil hakkında konuşmakta çok deneyimsizdim. Ama mükemmeller yaratan Rab, herkese yeterli bir dil veren, yetmeyene ihtiyacını karşılayabilecek kadar veren, zorlukları kolaylaştıran, dilsizleri konuşturan yüce Allah, beni de Aziz kulları Efthimios ve Savvas ile ziyaret etti.

            Kitaba başlamak için gerekli cümleleri bulamadığım çok zor bir anımdaydım. Kağıtlarımı terk etmeyi düşünüyordum. Fakat Allah’a dua etmekten ve yalvarmaktan usanmadım. Bir gün yine her zamanki yerimde oturuken ve kağıtlarımı elimde tutarken sabah sekiz civarları uykuya daldım. Uyku sırasında Aziz babalarım Efthimios ve Savvas kutsal görünümleri ile önümde belirdiler. O an Aziz Savva’nın Aziz Efthimios’a şöyle dediğini duydum:

            Bak Kirillos’un elinde senin kağıtların var. Çok çaba sarf ediyor. Bunları toplamak için bu kadar yorulmasına rağmen yazısına başlayamıyor. O zaman yüce Efthimios karşılık verdi: Allah’tan başlaması için gerekli nasibi almazsa ve bizlerden uygun cümleleri kabul etmezse nasıl başlasın yazmaya? Aziz Savvas cevap verdi: Yüce babacım hadi sen ver bu nasibi. Yüce Efthimios razı geldi. Göğsünden kaymaktaşını çıkarttı ve bu taşın üstünde ustura, yani mili[10] bulunuyordu. Miliyi aldı ve kaymaktaşına üç kere buladı. Miliyi ağzımın içine yağ gibi sürdü ve tadi baldan da tatlıydı, kutsal yazılarda yazdığı gibi «Allah’ım sözlerinin tadını gırtlağımda baldan da tatlı hissediyorum». Ağzımdaki o tattan uyandım ve uyandığımda o ruhsal mis gibi koku burnumda, o nefis tat ağzımdaydı. Hemen bu yazının önsözünü yazmaya başladım. Bana verdikleri bu nasible, sözümü tutup ikinci kitabımı, Aziz Savva’nın İsa yolunda kat ettiği hayatını yazmak için de sabırsızlanıyorum. İkisinden de bana verdikleri bu nasible günahlarımı affetmelerini, Allahtan benim gibi günahkar bir kula acımasını ve İsa yolunda yürüyeceğim zaman merhameti bulmamı istesinler. Asırlar boyu Şükür, Yüce Babamız’a  ve Kutsal Ruh’a aittir.  AMİN.

[1] Hayatının aslını St Yüzyılında Aziz Efthimio’sun manastırında yaşamış, müntezi Kirillo Skithopoliti tarafından yazılmış, Skithopoli’nin Beela manastırının başkeşişi  Abbas Georgios’a gönderilmiştir. Baskısı Eduard Schwart tarafından 1939 yılında  Laypzig’de olmuştur.

[2] Moloha cinsi kökleri yenen bir bitki türü.

[3] Lavra bir çok inziva hücresinin bulunduğu ama komün yaşamının etkisinin çok olmadığı bir manastır tipidir.

[4] Kökleri yenilen bir bitki türü.

[5] Leonta A¨nın karısının kardeşi. Zinon ikisinde damatı oluyordu.  

[6] Theodosio yandaşları.

[7] Krit. 15,19

[8] Galiba İsa’nın askerler tarafından başına konulan taçtan bahsediliyor.

[9] Bir bitki türü.

[10] Bir ameliyat aleti.

20 Ocak. Saygıdeğer ve Tanrı tanığı Babamız Yüce Eftimiyus