/ Azizlerimizin hayat hikayeleri / Zenginleştiren alçakgönüllülük

Zenginleştiren alçakgönüllülük

Zenginleştiren alçakgönüllülük

 

 

Bütün yiyeceklere lezzet katan tuz gibi yaşamı boyunca Üstatın(Aziz Paisios) sözlerinde, yazılarında, başkalarıyla ilişkilerinde sürekli olarak alçakgönüllüğü buluruz.  Alçakgönüllülüğü ruhuna bir elbise gibi, « ilâhîlik elbisesi[1] » gibi giydirmeyi başarmıştı.

……………………………………..

Alçakgönüllülüğün gerçekliğini zorlayan, karşılaştığı küçümsemeler, alaylar, iftiralar oldu.  Üstat, kendisine gerçek olmayan suçlamalar yönelten bir keşişe çok tahammül etti.  Dâvasını savunmadı, kendini de savunmadı.  Sadece dua etti ; acılı ruhuyla, kardeşinin yaptıklarından pişmanlık duyması için dua etti.  İthamlarını, kendisi için hakaretâmiz bir kitap hâlinde yayınladığını öğrendiğinde, « Bu bir kitaptır işte, dedi.  Diğeri gibi değil ! »  (diğeri dediği, kendisini öven bir kitaptı).  Kitabı okuyan bir başrahip, kitapta yöneltilen suçlamaların her birinin Üstat için bir övünç madalyası olduğunu söyledi.  Şöyle yazıyordu : « Erdemli yaşamları için övülecek yerde, haksız yere mahkûm edilmelerine sevinenlere ne mutlu !  Azizliğin işaretleri bunlardır. »  Bunun içindir ki suçlamaları duymak onu sevindiriyordu.  Ve belli bir sebepten dolayı birisine « bana kusurlarımı söyle” diyordu,  “senden rica etsem, bana kusurlarımı söyler misin? »

Başka bir keşiş de yolda rastladığı ziyaretçilerine «Ne yapacaksınız Paissos’a gidip?» diye soruyor ve onu çekiştiriyordu.  Üstat bu durumu öğrendi ama kızmadı, sebebini de sormadı.  Suçlamaları övgüden üstün tutuyordu.  « Kusursuz alçakgönüllü, asılsız suçlamalara sevinçle katlanmaktır[2]. »  Üstelik kendisini suçlayana hediyeler[3] de gönderiyordu.  Ancak, iftiralara sessizce göğüs gerse de diğer günahkârlara değil, sadece Ferisîleri « Lânet olsun size » diye azarlayan Efendimiz gibi ikiyüzlülüğe tahammülü yoktu.  Günün birinde yolları karşılaştı.  Üstatı suçlayan, sahte bir saygı gösterisiyle önünde secde yaparak, « Aziz Üstatım » diye hitap etti.  Üstatın cevabı kısa oldu : « Bir daha sefere daha içten davran ! »

Alçakgönüllülük konusunda şöyle diyordu : « Kibirli düşünceleri zihinden kovmak yetmez, Tanrı’nın özverisi ve iyilikleri ile bizim nankörlüğümüz hakkında da düşünmeliyiz.  En taş yürek bile parçalanır o zaman.  İnsan kendini tanıdığında, alçakgönüllü bir ruh hâli olur.  Tanrı gelip insanda «oturur» ve dua kendi kendini «okur. »  Kendini tanımak insanı alçakgönüllülüğe götürür ve « her iyiliğin temelini, kökünü ve esasını[4] » oluşturur.

« Alçakgönüllü insanın tüm dünyadan daha değerli » olduğuna inanırdı. « O insanların en güçlüsüdür.  Keşişin duasında ve mücadelesinde güçlü olabilmesi için içinde alçakgönüllülük bulunmalıdır.  Alçakgönüllülükte ilâhî bir güç vardır.  Kibir varsa keşiş ruhen ve bedenen zayıflar.  Mücadelesini alçakgönüllülükle sürdürürse, fazla bir şey yapmasına gerek olmadan güçlü olur. »

Alçakgönüllülüğün gücünü göstermek için şunu anlatırdı : « Bir gün bir kedi yavrusu hastalanmıştı.  Kusuyordu zavallıcık, nefesi tıkanıyordu, dayanacak gücü kalmamış gibiydi.  İçim yandı.  Üstüne istavroz çıkardım, sonuç alamadım.  “Zavallısın” dedim kendi kendime, “kediye bile yardımın dokunamıyor. Alçakgönüllü olsaydın eğer onu hemen iyileştirebilirdin.” »

Tesbiti, « Günümüzde kimsenin alçakgönüllülük istemediği » idi.  İnsanlar alçakgönüllülüğün değerini ve gücünü bilmiyor, kazanmak da istemiyor.  Oysa, göklere kadar yükselmek için alçakgönüllülük o kadar vazgeçilmezdir[5] ki « yükseltici » olduğu söylenir.  Göğe, madde dünyasında terfi edilerek değil, mânevî ilerlemeyle (alçakgönüllülükle) yükselinir.  Alçakgönüllü olan ve dikkat eden kurtulur.  Keşiş, alçakgönüllülüğü sürekli bir ruh hâli edinmek ve bu hâli ömürboyu devam ettirmek zorundadır. »

Manastır yaşamını seven bir genç bir gün Üstata sadece ve sadece alçakgönüllülük istemek için dua ettiğini söylemişti.  Üstat alçakgönüllülüğü o kadar seviyordu ki yüzü ışıldadı, yerinden fırladı ve « Evlâdım” dedi, “sen Tanrı’nın gerçek lütfunu arıyorsun.

Rab’be yürüyüşünden sonra bile alçakgönüllülükten ayrılmamak arzusundaydı.  Vefatına yakın, bir tanıdığına, « Öldüğümde beni Aziz Paraskevos uçurumuna atın ki köpekler yesin » demişti.  Daha önceyse, « Kemiklerimin kara çıkmasını[6] diliyorum” demişti, “öyle ki insanlar `Bakınız, Paisios aslında böyleydi` desinler ve bana saygı göstermesinler.

Cenazesinde ve sonrasında onurlandırılmamak için Kutsal Dağda, isimsiz bir mezarda yatmak arzusundaydı.  Fakat Tanrı’nın isteğinin bu olmadığına içten kanaat getirdikten sonra alçakgönüllülükle boyun eğdi ve son arzusunu da geri çekti.  Cenaze merasimi için davetiye gönderilmemesini istemekle yetindi.

 

*

Pederler arasında da yüksek bir mânevî düzeye erişmiş fakat bunu bilmeyen çok sayıda mübarek Üstat vardır.  Sade bir hayat sürdükleri için, sahip oldukları mânevî zenginlik bilinmez.  Bu Üstatlardan biri Yaratılmamış Nûru görür fakat ne olduğunu bilmezdi.  Bütün keşişlerin gece bir ışıkla aydınlandıklarını, ışığın kendi kendine yanıp söndüğünü düşünürdü.

Üstat Paisios bunlardan değildi.  Mübarek bir sadeliği, kutsal bir yaşamı vardı; Yaratılmamış Nûru ve yüksek mânevî durumlar yaşıyordu ama ruhî bilgiye de sahipti.  Yaşadıklarının ilâhî olaylar, ender görülen ruhî lütuf durumları olduğunun bilincindeydi.  Bu şeylerin Tanrı’dan geldiğini, kendisinden gelenin ise sadece günah olduğunu gayet iyi biliyordu.  Bütün bunların Tanrı’nın kendisine olan merhametinin ifadeleri olduğunun bilincine açıkça varmıştı.  Onun için şöyle derdi : « Ben güneş vurunca parlayan ve altına benzeyen bir konserve kutusundan ibaretim.  Tanrı’nın lütfu beni terkederse serserilerin sonuncusu olur ve Konkordiya[7] meydanında sürünürüm.  Oysa keşiş olmadan önce oraya adımımı bile atmadım. »

Büyük çilekârlığını « ücreti için » değil, Mesih sevgisiyle uyguladığı için dikkate almıyordu.  Tanrı’nın rahmetini ve O’na olan borcunu hissediyordu.  Hiçbir şey yapamadığı için içini çekiyor ve üzülüyordu.  « Tanıdığım azizler oldu, çok şey yapmalıyım » diyordu.  Yükümlülüklerini yerine getirmediğini ve Tanrı’ya sunması gerekeni sunamadığını düşünüyordu.

Bir çok kişi Üstata azizmiş gibi saygı gösterirken onu büyücü olarak görenler de vardı.  Üstatın bu konudaki cevabı ise « Ben ne azizim ne de büyücü.  Mücadele etmeye çalışan günahkâr bir adamım.  Kendimi evrende bir toz zerresi gibi görüyorum.  Keşke bu zerre saf olabilseydi ! » şeklindeydi.

Üstat böyleydi işte.  « alçakgönüllülüğün zenginliğiyle » dop dolu, Tanrı’nın hediyelerinin ve kendisinin bunlara layık olmadığını düşünen, bir büyük insan.

 

Aynorozlu Peder İsaak’ın kaleme aldığı Kapadokyalı Aziz Paisios (1924-1994), kitabından bir alıntıdır. (Paros yayıncılık, İstanbul, 2015)

 

 

[1] Suriyeli Aziz İzak,  (Konuşmalar), 20 : « Zira tevazu ilâhî olmanın kıyafetidir ; insanda beden almakla Söz bu kıyafete bürünmüştür.

[2] Aziz Suriyeli İzak : « Yalan ithamlara sevinçle katlanmak tevazuun mükemmeliyetidir ».

[3] « Takdisler ».

[4] Aziz Suriyeli İzak: « Kendi zayıflığının bilene ne mutlu!  Zira bu bilgi kişide her iyiliğin temeli, kökü, esasıdır. »

[5] Iman itirafçısı Maksimos : « Doğası gereği Kurtarıcı olan Tanrı, Kendini alçaltmaya razı olmadan bizi kurtarmadıysa, nasıl, doğası gereği kurtarılan olan insan, kendini alçaltmadan kurtulabilir veya başkalarını kurtarabilir ? »

[6] Yer darlığından, cesetleri birkaç sene sonra çıkarmak âdet olmuştur.  Halk arasında yaygın bir inanca göre kemiklerin üzerinde et kalmış veya kemiklerin siyah olması müteveffanın iyi bir hayat yaşamadığını gösterir.

[7] Atina’da merkezi meydan.

 

Zenginleştiren alçakgönüllülük