/ Azizlerimizin hayat hikayeleri / Yaratılışla barışma

Yaratılışla barışma

Yaratılışla barışma

Pek çok aziz ve ilk düşüşünden önce Âdem gibi Üstat da yabanî hayvanlarla kolayca ilişki kurabilme nimetine sahipti.  Hayvanlar onun sevgisini hissediyor ve onda insanın düşmeden önceki sâflığını görüyordu.  Başlangıçtaki saflığına, kaybolan ilâhî lütfa kavuşan insanın yaratılışın efendisi hâline geldiğini, göklerdeki kuşlara, yeryüzünün sürüngenlerine ve tüm yabanî hayvanlara hâkim olduğunu biliyoruz.  İşte o zaman, Aziz Pederlerin yaratılışla barışma diye adlandırdıkları, insanın düşmesinden önceki durum gerçekleşir.  «Tanrı bir kişide bulunuyorsa ve onda ikamet ediyorsa, Âdem’in Tanrı’nın buyruğuna karşı gelmeden önce olduğu gibi, yaratılış ona boyun eğer[1]…»

 

Üstat derdi : «İnsan kendini ötekinin yerine koyarsa, ötekine verdiği yer kendininkiden önce ise, işte o zaman ötekileri sevebilir; sadece insanları değil, hayvanları da yabanî hayvanları da…  Her şey insanın içinde mevcuttur ve insan başkasını sevdiğinde bunu açığa çıkarabilir.  Yabanî bir hayvan görüyorum ve ben bu hayvan da olabilirdim diyorum.  Evin sahibi olan Tanrı’dır ve Tanrı beni yabanî hayvan olarak yaratabilirdi.  Kendimi hayvanın yerine koyarsam onun için merhamet duyabilirim, yılan bile olsa.  Yılan olsaydım, biraz ısınmak için deliğimden çıktığımda birisi gelip sopayla vursaydı, kafamı kırsaydı.., hoşuma gider miydi?  İlâhî sevgi hayvanı bilgilendirir.  Yabanî hayvan, kişinin ona iyi niyetle mi yoksa onu öldürmek için mi yaklaştığını ayırdedebilir.  Kendisini sevene yaklaşır, korkmaz ondan.  Eskiden bunun, yılan hariç bütün yabanî hayvanlar için geçerli olduğunu düşünürdüm. Ama yılan için de geçerli olduğunu farkettim.  Diğer yılanlar karşısında keçinin kuzuya davrandığı gibi davranan engerek için bile.»

 

Bir diakos Üstata sorar: «Yeronda, sizin yılanlarınız varmış diye duydum.  Doğru mu ?»  Ve Üstat cevap verir: «Doğrudur, diakos.  Yüreğimde yılanlar (tutkular) var.  Günah çıkarma izni aldığında gel bana, onları sana göstereyim.»

*

 

Konitsa’dan Yorgos Papatemistokleus şöyle kaydetmiş : «Hemen hemen her hafta sonu Stomion manastırına giderdik.  Sanki anlaşılmaz bir güç bizi Peder Paisios’un yanına çekerdi.  Onun yanında huzur bulurduk.  Ruhen de zihnen de rahatlıyordum onunla beraberken.  Bu gidişlerimizde, çeşitli işlerinde ona yardımcı olmaya da çalışırdık.  Bir gün beni bir kazma ve bir kürek almaya, manastırın merkez kapısının yanındaki barakaya gönderdi,.  “Korkma Yorgo” diye de ekledi, “içeride göreceğin iki yılan zararsızdır.”  Tam dediğini yapacaktım ki, âletlerin bulunduğu yere doğru yönelmekte olan iki koca karayılan gördüm.  Ürkerek geri çekildim, tabanları yağlamaya hazırlanıyordum ki Üstatın kemikli ve güçlü eli beni tuttu; bir yandan da sâkin bir sesle yılanları “azarlıyordu” : “Çekilin bakayım köşenize !  Yorgo’yu korkuttuğunuzu görmüyor musunuz ?”

 

Yılanları görünce korkacağımı düşünerek peşimden gelmişti.  Üstata doğru döndüm ama bakışlarımız karşılaşmadı, yere bakıyordu.  Bir şeyler söylemek istedim, onu da beceremedim : Üstat o uçar gibi yürüyüşüyle çoktan uzaklaşmıştı.

 

Başka bir defasında, manastırın mutfağına girerken eski bir sınıf arkadaşımın, “Bırakın Peder Paisios, ben onun hesabını görürüm” diyerek av tüfeğini omuzladığını gördüm.  “Sakın ha Yani!” dedi Üstat, “alnında bir haç var.”  Pencereden eğilip baktım : bir yaban tavşanı, endişesiz ve rahat otlamaktaydı, alnında siyah bir haç vardı.

 

Bizim kedileri çağırdığımız gibi Üstat da yaban tavşanlarını çağırır, onlar da korkmadan gelir ve yanında kalırlardı.»

 

Bunu da Üstat fasulyelerin arasında bulmuş, alnına bir haç çizmiş, eniştesi Vasilios’a ve öbür avcılara hayvanı öldürmemelerini tembihlemişti.

*

 

Bir gün iki küçük ayı yavrusu Stomion manastırının avlusuna girmişti.  Üstat onları enselerinden yakalayıp yol yordam öğretti : «Bir daha manastırın avlusuna girmek yok!  Arkadan dolaşıp mutfağa gelin, ben size yiyecek veririm.»  Ve onlara yolu gösterdi.  (Bu olayı da Stomion’un papaz çömezi Peder Pavlos’a Konitsalı iki kadın anlatmıştı).

 

Kıbrıslı bir hacı, M.S. anlatıyor : «Bir grup Kıbrıslı ziyaretçi Panaguda’ya Üstatı görmeye gelmişti.  Onlara lokum almalarını söyledi ama kutunun kapağını kaldırır kaldırmaz yüzlerini ekşittiler, kutu karınca doluydu.  Muhtemelen önceki ziyaretçilerden biri, Üstatın kutunun kapağına “İyice kapatınız” yazmış olmasına rağmen kapağı kapatmamış, karıncalar da kutuya üşüşmüştü.  O kadar çok vardı ki lokumlar kapkara görünüyordu.  Üstat durumu farkedince kutuya bir göz attı, doğal bir hareketle bir lokum alarak kutudan uzak bir yere koydu; karıncalara da sevecen bir ciddiyetle : “Sizinki bu işte!” dedi, “gidin, onu yiyin, diğerlerini de ziyaretçilere bırakın.”  Herkesi şaşkınlığa düşüren, karıncaların itaati oldu : tam kadro kutudan çıkıp “kendi” lokumlarına gittiler.»

*

 

Aya Anna (Azize Hanna) manastırından keşiş Alipios’un tanıklığı : «Üstatı onbeş yaşımdan beri tanırım.  Tanrı’nın inayetiyle kutsal Kutlumusyu manastırına keşiş oldum.  Hergün kendisini görmeye giderdim.  Mucizelerini duymuştum ve içimde bunlardan birine tanık olma düşüncesi doğdu.  Yaklaşık bir ay kadar sürdü bu düşünce.

 

Kasım ayının başlarında bir kış sabahı Üstatı görmeye gittiğimde onu dışarıda, küçük bir fıçıdaki suyla ellerini yıkarken buldum.  Yalnızdı.  Kapıyı açtı ve beklememi söyledi.  Fıçının arkasından içi ekmek kırıntısı dolu bir alüminyum folyo çıkardı, açtı ve bakışlarını göğe çevirdi.  Görünüşte ortalıkta kuş yoktu ama bir anda kocaman bir sürü oluştu.  Birdenbire nereden çıktılar, bilmiyorum.  Kimi başına, kimi omuzlarına ve kollarına konuyor ve Üstat hepsini besliyordu.  Manzara beni şaşırtmıştı, kalbim heyecandan güm güm atmaya başladı, ben de gülmeye… güldüğüme de utandım.  Üstat ise gülümseyerek, kolundaki kuşlara : “Gidin” dedi,  “biraz da onun koluna konun.  Korkmayın, bizdendir.”  Sanki insanlara hitap eder gibi konuşuyordu.  Bu durum yaklaşık iki dakika kadar sürdü.  Derken, Üstat alüminyum folyoyu katladı ve kuşlar da ortadan kayboldular.  Ben halâ şaşkın şaşkın ona bakınıp duruyordum.  Tâ ki Üstat, “Haydi, gidebilirsin artık” deyinceye kadar.»

 

Aynorozlu Peder İsaak’ın kaleme aldığı Kapadokyalı Aziz Paisios (1924-1994), kitabından bir alıntıdır. (Paros yayıncılık, İstanbul, 2015)

 

[1] AZİZ SİTOPOLİSLİ KİRİLLOS, [Aziz Büyük Eftimios’un Yaşamı], 13, E. Schwartz yayınları, Leipzig 1993

 

Yaratılışla barışma