/ Azizler ve din adamlarımız hakkında tanıklıklar / 1. Havari Aziz Pavlos’un gençliği ve musevi dinine taptığı yıllar

1. Havari Aziz Pavlos’un gençliği ve musevi dinine taptığı yıllar

 1. Havari Aziz Pavlos’un gençliği ve musevi dinine taptığı yıllar

 

”Ben Musevilerden geliyorum…..

                                           ve herkesten çok atalarımın geleneklerine bağlıyım.” 

  2008 yılında Pisidya Metropoliti ve Side ile Antalya çevresindeki kiliselerin yöneticisi seçildiğim dönemde, bilindiği gibi tüm Hristiyan Kiliseleri tarafından, Havari Aziz Pavlos’un doğumunun 2000’inci yıldönümü kutlanıyordu. Tüm bunların yanı sıra Ekümenik Fener Patrikhanesi, Havari Aziz Pavlos için Uluslararası Bilimsel bir toplantı düzenliyordu. Konferans İstanbul’da başladı ve Havari Aziz Pavlos’un faaliyetlerini sürdürdüğü Efes, Perge ve Antalya gibi şehirlerde devam etti. Antalya’da bilimsel toplantı sona erdiği zaman, Kore’den ve başka yörelerden gelen meslektaşlarımla birlikte, Havari Aziz Pavlos’un  birinci misyon gezisi esnasında geçtiği Antalya kıyısından yola çıktık ve Kutsal Havari’nin izlediği yolu takip ederek  Kutsal bir gezi gerçekleştirdik.

  Şimdi hep birlikte gelin Havari Aziz Pavlos’un memleketi olan Kilikya’nın Tarsus yöresini ziyaret ettiğimizi hayal edelim. Doğu Akdeniz’in sularında gemiyle sefere çıkıyoruz ve Mersin limanına iniyoruz.  Denizden 20 km uzaklıkta bulunan Tarsus’a yaklaşıyoruz. Önümüzde şehir ve üzeri karla örtülmüş sıra sıra tepeleriyle onun etrafını saran yüksek Toros Dağlarını görüyoruz. Her yönden aşağıdaki vadilere akan su, etrafa hayat saçıyor. Orada, koca gövdeli Toros dağları da vahşi bir sessizlikle karşımızda duruyordu.

   İşte aynen öyle, Havari Aziz Pavlos’un manevi dünyası, yüksek entelektüel yaklaşımları, atak düşünceleri, peygamberlik tutkusu ve ani kararlarıyla karşımızda duruyor. Peki, Anadolu’yu baştanbaşa gezen ve Hristiyan Avrupası’nı çizen bu yürekli öncü kimdi?

  İlk tutuklanmasında, Roma valisine, “Ben Tarsus Kilikyası’ndan gelmekteyim” (Elç.İşl 21:39) diye  bu bilgileri vermişti.

 

  1. Havari Aziz Pavlos’un Yunan kültürü

   Tarsus neydi? İlk antik çağlardan itibaren uluslararası bir iletişim yeri ve iki uygarlık arasında bir sınır kapısı; Batıda Greko Romen ve Doğuda Babil kültürü arasında bir geçiş yoluydu. Tarihçi Strabon (M.Ö 64, M.S 21) Havari Aziz Pavlos’un döneminde Tarsus şehrinin bilim ve felsefe alanında Atina ve İskenderiye’den daha üstün olduğunu yazıyordu. Orası birçok stoik filozofun merkezi haline gelmişti. Tarsus kökenli ve orada çalışmalarına devam eden Atinodorus, en önde gelenlerdendi. O kadar meşhurdu ki Roma İmparatoru Augustus onu öğretmeni ve danışmanı olarak seçmişti ve ölene dek onu yanında tutmuştu. Atinodorus’un felsefesindeki ahlak, Hristiyan dininin ahlaki kavramlarına pek yakındı. ”Tanrı her insanın vicdanında yaşıyor. İnsanların arasında Tanrı seni görüyormuş gibi yaşantına devam et ve Tanrı’yla konuştuğun zaman insanlar seni dinliyormuş gibi konuş” diye nutuk veriyordu. Pavlos’un yaşadığı yer olan Tarsus’ta Atinodorus’un bu düşünceleri tartışılıyor ve öğretiliyordu. Havari Aziz Pavlos orada Yunan felsefesinden birçok şey öğrenmişti. Konuşmalarından ve mektuplarından (Elç.İşl.17:28, Titus1:12) anlaşıldığı gibi bazı cümleleri de dışarıdan öğrenmişti. Ünlü Cicero Tarsus eyaletinin valisi olarak görev yapmıştı.

  Açıkçası Pavlos, Yunan kültürünün, Yunan dilinin ve Yunan toplum hayatının hüküm sürdüğü bir ortamda yaşıyordu. Böylece Pavlos Yunanca’yı çocuk yaşta mükemmel biçimde öğrendi ve ana dili gibi konuşuyordu. Buna göre, Pavlos’un Tarsus’taki ilk ve temel eğitiminin Yunan kültürüne bağlı olduğunu söyleyebiliriz.

 

   Pavlos’un babası zengin bir kumaş tüccarıydı ve çadır bezi dokumasında kullandığı bir atölyesi vardı. Bu yüzden Pavlos küçük yaştan itibaren çadır bezi dokuma sanatını öğrenmişti. Babası üst sınıfa aitti ve oğlu Pavlos ile birlikte Roma vatandaşlığına geçirmişti. Dinsel yönden Ferisilere mensuptu ve bu dine Pavlos da dahildi. Yahudi ismi Saul idi ve Sinagog içinde herkes tarafından bu ismiyle tanınıyordu. Roma vatandaşlığına geçtikten sonra, Pavlos diye bilinen Yunan ismiyle kütüklere kaydolmuştu. Bu yüzden Yeni Ahit’te onun iki isimle geçtiğini görüyoruz. Tanrı, Yunan dilinin geçerli olduğu yıllarda, milletlerin Havarisi olarak seçtiği Pavlos’u Yunan kültürünün temel öğeleri üstüne hazırlıyordu. İleride, Havari kendisini ”daha anasının karnında iken” misyon olarak hizmetlerini sunmak için hazırlayan Kutsal Nimet’in bu eserine kendisi de şükranla bakıyordu. (Gal.1:15)

 

  1. Pavlos’un bir Yahudi olarak yetişmesi

Tarsus’ta Yahudi sinagogu iyice organize edilmişti. Babası milli ve dini inanca büyük değer veren bir insandı, bu yüzden oğluna Kutsal Kitabın özgününü yani İbranice dilinde yazılmış olanı öğretmişti. Okulda ”Yetmişlerin” Yunanca çevirisini de öğrenmişti. Evde ve dışarıda toplum içinde Yunanca konuşuyorlardı. Yahudilerin başarılı bir eğitim sistemi vardı. Çocuk beş yaşına girdiği zaman Tesniye’nin beşinci ve altıncı bölümünde geçen Kanun’un (Tevrat) en önemli yerlerini ve büyük bayramlarda söyledikleri Mezmurları (113,118) öğreniyordu. Küçük Saul altı yaşında Sinagog’un okuluna gitti ve İsrail halkının tarihini öğrenmeye başladı. Daha sonraki yıllarda din dersi, Samson’un kahramanlık öykülerini, kral Davut’un zaferlerini ve daha birçok şeyi öğrenmesi gerekiyordu. On yaşına girdiği zaman, Romalılar’a yönelik Mektuplarından (7:9-11) anlaşıldığı gibi onun çocuk ruhunu zedeleyen, hahamlar tarafından düzenlenmiş bir çok yasak ve özellikle yükümlülüklerden ibaret ”Sözlü yasa” Mişna’yı öğrenmesi gerekiyordu. Onbeşinde, ”Talmud’un” tefsiri metinleri sayesinde Musevi babalarının öğretilerini öğreniyordu.

Anlaşılan onun o yaşlarında, Ferisilere mensup varlıklı babası, oğlunun yüksek tahsil görmesine karar vermişti ve onun yasa öğretmeni olması için Kudüs’teki Havra’nın Yüksek İlahiyat Fakültesine yollamıştı. Bu okulun müdürü tüm halkın takdir ettiği ”hukuk öğretmeni” saygın haham Gamaliel idi (Elç.İşl. 5:33). Pavlos, ilk tutuklanmasındaki savunmasında Kudüs halkının önünde büyük bir gururla: ”Ben bir Yahudiyim, bu şehirde yetiştim ve babalarımızın yasalarını bana aynen öğretmiş olan Gamaliel benim öğretmenimdi” diye bu gerçeği açıkladı (Elç.İş .22,3).

Saul eğitimine devam ettiği yıllarda, bilge ve basiretli Gamaliel’in yanında Eski Ahit’i ve onun yorumlamasının üç yöntemini sistemle ve tüm ayrıntılarıyla öğrendi; resmi, simgesel ve onun ileriki nutuklarında kullandığı zamanın çağdaş ve kinayeli metodları.

Kutsal Kitap Pavlos’u büyülüyordu. O her iki dili de dışarıdan öğrenmişti. Onun mektupları Eski Ahit’ten kavramlar taşıyan aşağı yukarı ikiyüz ayet içermektedir. Ahit onun ruhsal dengesini çizdi ve atalarının manevi mirasının en büyük yorumcusuna çevirdi. Bu yüzden Ahit’i dünyanın en büyük hazinesi olarak görüyordu.

Elbette Pavlos’un ”İncil’i” sadece Eski Ahit’e dayanmıyor, fakat İsa Mesih’den kendisine doğrudan gelen vahiye dayanıyordu. Bu yüzden Eski Ahit’i, Kutsal Ruh’un ışığında ve içgüdüsel ifşa tecrübesine dayanarak araştırıyordu. Ahit’in gizli gerçek anlamını ortaya çıkarıyor ve Eski Ahit’i hocası olarak görüyordu. (Gal.3:24)

Böylece bilge Havari, çizdiği yolla imanlıların fikren hazırlanmaları için, Eski Ahit’i küçümseyenlere ve reddenlere karşı cevabını vermiş oluyordu.

Pavlos, Kutsal Ruh’un nuru altında, Eski Ahit’ten aldığı derin bilgilerin ve verdiği doğru yorumun sayesinde, gurbette yaşayan sayısız Yahudiyi  ”Genç İsrail’e” yani İsa’nın Kilisesi’ne yönlendirmiş oldu.

 

  1. RAB İsa’nın baş düşmanı  

    O yıllarda herkeşçe tanınan Saul, kutsal şehir Kudüs’te bulunan Havranın İlahiyat okulundan Tevrat Hocası olarak mezun olduktaktan sonra öğretmenleriyle vedalaşıp memleketi Kilikya’nın Tarsus şehrine geri döndü. O güne dek, İsa Mesih faaliyetlerine henüz başlamamıştı, dolayısıyla Pavlos’un onun faaliyetlerini izlemesi mümkün olmamıştı.   

   Görünüşe göre, Saul yurda döndüğünde kendisini saran dini coşkusuyla, muhtemelen Kudüs’e tekrar dönmeden evvel, birkaç yıl için soydaşlarının Sinagog’unda, Yasa Hocası ve Kanun’un icracısı olarak hizmetlerini sunmuştu.

  Bu arada İsa Mesih’in şahsında insanlık tarihinin en büyük ve en önemli olayı gerçekleşmişti. Galile’den gelen İsa Mesih’in ölüme mahkum oluşu ve Golgota tepesinde kendisini karşılıksız feda etmesinden sonra Dirilmesi günün konusu olmuştu. Bu bilgiler, Kudüs’ten dönen hacılar tarafından Tarsus’a yayılmaya başlamıştı. Herkes olayları değişik yorumluyordu. Paskalya ve Hamsin Bayramını ilgilendiren bu şaşırtıcı olaylar hakkında birçok şey söyleniyordu. Zamanla, Yahudi geleneklerine bağlı Tarsus’taki azimli Tevrat Hocası, Nasıralı’nın yolundan giden Yahudilerin gittikçe arttığını duyuyordu. Sadece sıradan insanlar değil fakat aynı zamanda bir çok rahip dinlerinden dönerek Nasıralı’nın peşinden gidiyordu (Elç.İş 6,7). Levi kabilesinden gelen ünlü Kıbrıslı Yusuf’un bile Nasıralılara katıldığı, ismini değiştirdiği ve artık Barnabas diye çağırıldığı, üstelik çiftliğini satıp eline geçen parayı onlara bağışladığı duyulmuştu (Elç.İşl.4:36). Kilikya’dan Hamsin Bayramı için Kudüs’e gitmiş olan onun üç hemşerisi daha, Andronik, Yunik ve Irodion, geri döndüklerinde Musa’nın Şeriatı’na karşı çıkanların tarafına geçtikleri belli oluyordu. Tüm bunlar Saul’u tedirgin etmeye başlıyordu. Kendine daha fazla hakim olamazdı. Alelacele Kudüs’e gidip Başrahip ve Ferisiler ile işbirliği yaparak harekete geçmeliydi.

   Kudüs’te diğer sinagogların yanında, Kilikya’daki Yahudilerin Sinagog’u da mevcuttu. Saul her Cumartesi günü oraya gidiyordu. O dönemde, ayinden sonra İsa Mesih hakkında büyük tartışmalara girişiyorlardı. Muhtemelen böyle bir toplantıda, aydın Yahudi Stefanos konuşmak için söz hakkı almıştı. Kehanetlere dayanarak beklenen Mesih’in acı çekerek ölmesi gerektiğini, Peygamber Yeşaya tarafından ”zülüm çeken” diye tanımlandığını, kurtuluş müjdesini duyurduktan sonra çarmıha gerilen Nasıralı İsa’nın  “Tanrı’nın Oğlu” olduğunu savunuyordu. Bu da doğal olarak Yahudi müminlerin huzurunu kaçırmıştı. Hiç kimse, Stefanos konuştuğu zaman onun sağduyusundan ve zekasından kuşku duymuyordu (Elç.İşl.6:10). Buna rağmen sonunda şiddete başvurdular. Bağırışmalar arasında, tehditler savurarak Stefanos’a saldırdılar ve onu pazar yerinin dar sokakları arasından, Baş Rahiplerin Büyük Toplantılarını düzenledikleri toplantı alanına doğru sürüklediler. Kendi insanları, Stefanos’ın geleneklerine, Peygamberlerine ve Tevrat’a karşı hakaret içeren sözler sarfettiğini iddia edecek birçok vicdansız ve fanatik Yahudi bularak onu kolayca suçladılar (Elç.İşl.6:13). Stefanos savunmasını tamamlamadan, dinleyiciler arasındaki fanatik yalancı şahitler bağırarak onun mahkûmiyetini istediler. Mahkeme kararı çıkmadan, üstüne saldırdılar, dinden çıkanların ve katillerin taşlanarak infaz edildikleri şehrin dışındaki taşlama yerine sürüklediler.

   Bu gibi hareketler sınır tanımayan dini fanatizmin trajik sonuçlarıdır. Aşırı bağnazlar, Tanrı’nın Kanunlarını savunma bahanesi altında, kendileri de Tanrı’nın buyruklarını ihlal etmiş oluyorlardı. Hatta sözde Tanrı adına kendi öz kardeşlerini öldürmeye kadar gidiyorlardı. Günümüzde buna benzer ne kadar çok cinayet işleniyor. Bu şekilde, Tanrı’nın kanunlarını ve emirlerini savunduklarını sanan oyuna gelmiş dindar insanlar tarafından bir veya iki değil, binlerce masum ölüme gönderilmiştir. Ne yazık ki tarih basmakalıp bir şekilde tekrar ediliyor ve bugün aynı şeyleri duyar gibiyiz, ”Çabuk, çabuk, onu çarmıha ger”.

 Stefanos’a saldıran kalabalığın arasına Saul da katıldı ve taşlama yerine ilk varan kendisi oldu. Elçilerin İşlerinde (8:1) bize bildirildiği gibi ”Kendisi ölümün infazını yönetiyor ve onaylıyordu”. Tabiatıyla kendisi Tevrat öğretmeni olarak, Hristiyan dininin temsilcilerinden Stefanos’un üstüne taş atmadı, fakat İsa Mesih’in İlk Şehidini taşlayanların üst giysilerini muhafaza etmeyi kabul etmişti.

  O gün Saul’un hafızasından silinmemişti. Tüm yaşamı boyunca onun vicdan azabı çektiğini görüyoruz. Sık sık Stefanos’un taşlanması hafızasında canlanıyordu (Elç.İşl.22:22, 26:10, Gal.1:23). ”Ben Havari diye çağırılmaya layık değilim, çünkü Tanrı’nın Kilisesi’ne karşı düşmanca davrandım.”(1.Kor.15:9). O gece bir dakika bile olsa gözünü kırpması mümkün olmamıştı. İçinde ne fırtınalar kopuyordu! Stefanos hakkikaten suçlu muydu? Öyle olsaydı, o zaman neden mahkemede yüzü bir meleğin yüzü gibi parlıyordu? (Elç.İşl 6:15). Evet, öyleydi. Bu onun hayal gücünün eseri değildi. Bunu herkes görmüştü. Taşlar üstüne isabet ettiği ve kanlar içinde kaldığı zaman, diz çökerek kendi katilleri için dua etme ve ”Tanrım, beni taşa tutanları bu günahları için cezalandırma” diye bağırma cesaretini nerden bulmuştu? (Elç.İşl. 7:8) Tüm bu olanlar, onu sarsmıştı, fakat içindeki sert Ferisi Tevrat öğretmeni yeniden canlanmıştı. Görevini yerine getirmeliydi, Nasıralı’nın Tarikatını takip edenleri sürgüne ve ölüme göndererek kökünden kazımalıydı. İlkin, Kudüs’teki Kilise’nin üyelerine saldırmakla işe girişti. Saul’un kendisi, suç ortaklarıyla birlikte Kilise’yi “viran” etmişti. Evlere zor kullanarak giriyordu, erkek ve kadınları dışarıya sürüklüyordu ve onları hapse atıyordu (Elç.İşl 8:3). Bu durum uzun süre devam etti. ”Saul, İsa Mesih’in öğrencilerine karşı  tehditkar tavrını ve ölümcül niyetini göstermeye devam etti” (Elç.İşl.9:1). İleride, RAB İsa’ya tapanları sadece Kudüs şehrinde değil, geniş çaplı olarak diğer şehir ve köylerde, Suriye’nin Şam Şehrinde bile onları cezalandırmayı amaçlıyordu.

Bu noktada insanın aklı isyan ediyor. Tanrı nasıl oldu da Kilisesi’nin o amansız düşmanını gelecekte kendi sözünü duyurması için Havarisi olarak seçmişti? İleride Havari Aziz Pavlos, ”Ey ahali! Tanrı`nın zenginliği ne büyük, bilgeliği ve bilgisi ne derindir! O`nun yargıları ne denli akıl ermez, yolları ne denli anlaşılmazdır! Sonsuza dek saygı ve övgü ile O’ndan bahsedilsin!” diye haykırıyordu.(Rom.11:33). Tanrı sınırsız sevgisiyle, zalimi karanlığın içinden Yüce eliyle yakalayarak, onu semanın üçüncü katına kadar yüceltti. Günah yuvasından çıkardığı ve Kilise’nin Kutsal Piskoposluk görevine getirdiği Aziz Agustin de aynen öyle olmuştu. Bunlar da Merhametli Tanrı’nın ”sevgiyi uygulamasının” birkaç örneğidir. Bu yüzden bir insan ne kadar çok gühah işlemiş olursa olsun veya RAB İsa’dan ve O’nun Kilisesi’nden kopmuş dahi olsa, umutsuzluğa kapılmamalıdır. İleride, Kilise’nin baş düşmanı Saul’un durumunda göreceğimiz gibi, İsa Mesih, insanın mantığına sığmayan mucizevi yaklaşımlarıyla onu Kendi ışığıyla yönlendirebilmektedir.

 

Ses kaydιnι dinleyiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=q2lqzPmiPsQ&t=71s

Havari Aziz Pavlus’un Hayatı – Bölüm 1

 

SOTİRİOS TRAMPAS, PSİDYA METROPOLİTİ,  AZİZ PAVLOS, DÜNYA ULUSLARINA GÖNDERİLEN ELÇİ

 

 1. Havari Aziz Pavlos’un gençliği ve musevi dinine taptığı yıllar